12 Eylül’den bugüne…
‘”TANRISI DEĞİŞİR KENDİSİ DEĞİŞMEZ TEK DİN FAŞİZMDİR”
Eğitimciler bilir, “eğitimde süreklilik esastır.” Kalıcı bir davranış değişikliği gerçekleştirmek için eğitimde sürekliliğin sağlanması gerekir. Aynı ilke Türk egemen sınıflarının siyasal rejimi için de geçerlidir: Sürekliliği sağlanmış Faşizm. Geçen yıllar içerisinde birtakım değişiklikler yapılmış gibi görünse de, T.C.’de faşizm değişmez bir şekilde varlığını devam ettirir. Bu onun basit bir tercihi değil sosyal, ekonomik sisteminin dayattığı zorunluluktan kaynaklıdır.
Bugün 37 yıl önce yapılan 12 Eylül 1980 Askeri Faşist Darbesinin sene-i devriyesi. Bugün, o günün zulmüne tanıklık etmiş insanların anılarını okuduğunuzda, bugün anlatılanlarla kıyasladığınızda zalimin zulmünde değişen çok fazla bir şey olmadığını görüyoruz. “Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz” dediğimiz için aynı tas, aynı hamam demek söz konusu değil kuşkusuz. Lakin hamamcıbaşı değişmiş olsa da hamamda zulmedilenler açısından bir şey değişmemiş durumda. Hakeza hamamcıbaşına isyan edenler pekala mevcut.
12 Eylül dediğimizde bizim aklımıza ateş gelir: biri Behzat Firik’i yakan zalimin ateşidir.19 yaşındadır Behzat faşizm tarafından katledildiğinde. “Behzat’ı söndürmeyen suda yıkanmam” diyen babası Firik Dede, ölene kadar ne yıkanır ne de sakallarını keser. Diğer ateş, işkencenin her türlüsünün denendiği Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde teslimiyete karşı yakılan 4 kibritle simgeleşen direnişin ateşidir. Mademki herşey zıttıyla mümkündür.
12 Eylül dediğimizde bizim aklımıza kendisi küçük, yüreği kocaman Erdal Eren gelir: “Çok açıkça söylüyorum ki, benim moralim çok iyi ve ölümden korkmuyorum. Böyle düşünmem, böyle davranmam halka olan inancımdan ileri gelmektedir” der Eren. Onun bu başı dik ve devrimci duruşunun karşısında duramayan omuzu pırpır, yüreği korku dolu olan Kenan Evren’in söyleyebildiği ise “asmayalım da besleyelim mi?” olur. Darbeci Paşa 2014’de rütbeleri söküldükten bir süre sonra kimsenin sahiplenmediği bir törenle bu dünyadan giderken, Erdal’ın adı binlerle halkın kalbinde yaşar. Mademki kimi toprağa, kimi yüreğe gömülür…
12 Eylül dediğimizde bizim aklımıza iki cümle gelir: biri CIA’nin Türkiye İstasyon Şefi tarafından dönemin ABD Başkanı’na “Bizim çocuklar başardı” demesidir, emperyalizmin darbenin planlanmasında ve uygulanmasındaki başat rolünü gösterir. Diğeri Mamak Cezaevi’nde oğlunu ziyarete giden, Kürtçe dışında dil bilmeyen ananın ezberleyebildiği, bir saat boyunca söyleyebildiği tek cümledir: “Kamber Ateş, nasılsın?” Toplatılan filmlerin, yakılan kitapların, kapatılan kültür merkezlerinin, derneklerin, pranga vurulan dillerin hepsinden sonrasında bir nehir çıkacaktır ortaya. Mademki sessizlik, sesin mayalanmasıdır…
12 Eylül dediğimizde bizi aklımıza tek tip kıyafet dayatmasına karşı don/atlet gidilen duruşmalar gelir, duruşmalara gidemeden cezaevinde işkence sonucu öldürülenler gelir, aylarca süren gözaltılar gelir… Gelir, gelir bitmez unutturamadıkları; Necdet Adalı gelir, Hıdır Aslan gelir, Levon Ekmekçiyan gelir…
12 Eylül deyince daha bu baskıcı rejimin ilk gününde ölümüne direnen Davutpaşa, Selimiye, Metris’teki siyasi tutsaklar gelir. Bu direnişleriyle toplumun tümüyle teslim alınmasının önünde durmaya çalışan inanç ve kararlılık gelir.
“Ülkenin bekası elden gidiyor” söylemiyle komünistlerin, devrimcilerin, emekçi halkın üzerine çöken bir karabasandır 12 Eylül…
Geldik bugüne…
Askeri vesayeti kaldırma iddiasında bulunan siyasal İslamcı AKP hükümetinin sırf son 2 yılda halka, devrimcilere ve emekçilere yönelik yaptığı uygulamalara bakınca sistemin dikensiz gül bahçesi yaratmak için tüm yetkiyi tek elde toplamaya çalıştığını ve bir zamanlar büyük önem atfettikleri parlamenter demokrasinin büyük oranda rafa kaldırıldığını söylemek mümkün. Bu yönüyle yapılanlara baktığımızda faşizmin özellikle 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında ilan ettiği OHAL ile her şeyi kılıfına uydurduğunu söyleyebiliriz. Aslında durumu şöyle izah edebiliriz: Askeri Darbe Girişimine karşı “demokrasiyi savunma” adına yapılan şey Askeri Darbede Tarihsel deneyimle bildiğimiz ve halkın başına gelecek her şeyin “demokrasi” söylemiyle gelmesidir. Yaşanan şey bugün yıl dönümünü yaşadığımız 12 Eylül uygulamalarından çıkarılmış deneyimin devamı gibidir.
“Allah’ın lütfu” olarak adlandırılan 15 Temmuz sonrasında sürekli uzatılan OHAL ile meclise gerek kalmaksızın çıkarılan KHK’lar ile iktidar partisi sistemi istediği gibi dizayn ediyor. Zorlu süreçlerde daha fazla güce ihtiyaç duyan faşizm sermayenin de desteğinin arkasında olduğunu bizzat Erdoğan tarafından dile getirilen “OHAL’i grev tehdidi olan yere müdahale için kullanıyoruz” yaklaşımında apaçık gösteriyor.
Yaklaşık 14 aydır süren OHAL döneminde; yaklaşık 124 bin kişi ihraç edildi, 72 bin kişi tutuklandı,150 bin kişinin pasaportuna el konuldu ve 50 bin kişi ülkeyi terk etti. HDP Eş genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ile birlikte 12 milletvekili tutuklandı. 89 Belediye Başkanı tutuklanarak yerine kayyum atandı, yüzlerce kürt siyasetçi ve onlarca devrimci, sendikacı, aktivist, gazeteci tutuklandı. Tutuklama furyası o kadar yaygınlaştı ki, cezaevlerinde yer kalmadı, adli tutuklulara sessiz sedasız bir af çıkarılarak yeni tutuklanacak siyasilere yer açıldı! Hapishanelerde tek tip uygulaması yeniden gündeme getirildi, görüş ve avukat hakkına sınırlama getirildi, bütün kazanılmış haklara göz dikildi ve sürgün sevklerle, baskılarla hapishanelerde devlet terörü estirilmeye devam ediyor…
Kapatılan dernekler, sendikalar, kültür merkezleri…170’i aşkın gazeteci halen hapishanede.
Keyfi gözaltıların artması gözaltı süresinin uzamasıyla birlikte işkence ve kötü muamelede ciddi bir artış var. Şehirlerde evler basılıp yargısız infazlar yapılırken, köylere baskınlar yapılıp, siviller taranıyor. İnsansız hava aracıyla köylüleri vuran iktidarın, bunun üzerine pişkinlikle suçlama yapması dünden bugüne değişen bişey olmadığını bir kez daha gözler önüne seriyor.
Sayarız, sayarız bitmez yaptıkları…
Günü gelir devranı döner, şairin dediği gibi ‘’uzağı gören çocuklar bilir, gelecek uzun sürer’’
Bugünlerden yarına Taybet Ana kalacak aklımızda, yerde cenazesi 7 gün boyunca kaldırılamazken… Cizre’de cenazesi dondurucuda saklanmak zorunda kalan 13 yaşındaki Cemile kalacak… Bodrumlarda öldürülen onlarca sivil kalacak, cebinde 6 lirayla intihar eden öğretmen, meme emen bebeğini bırakıp intihar eden hemşire, açlığın 188.günündeki Nuriye ve Semih, onlarcası, yüzlercesi, binlercesi haksızlığın, zulmün, faşizmin örnekleri kalacak…
Bir de zulme karşı direnip teslim olmayanlar, isyan edenler kalacak. Hani diyor ya şair:
“ey herşey bitti diyenler
korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler.
ne kırlarda direnen çiçekler
ne kentlerde devleşen öfkeler
henüz elveda demediler.”
Not: Başlıkta kullanılan söz tutuklu gazeteci Ahmet Şık’a aittir ve tutuklanma gerekçelerinden biridir!
İlk şiir Murathan Mungan’a, son şiir ise Adnan Yücel’e aittir.