Türkiye işçi sınıfının en önemli eylemlerinden ve kendiliğinden mücadelesinden biri olan 15-16 Haziran 1970 direnişinin üzerinden 47 yıl geçti.
15-16 Haziran direnişi Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihi içerisinde büyük bir öneme sahiptir. Bu tarihlerde İstanbul, İzmit ve Gebze’yi kapsayan bölgede 113 işyerinde işçiler direnişe geçti ve büyük protesto eylemleri yaptılar.
İşçiler her gün daha da vahşileşen çalışma koşullarına karşı tek dayanakları olan sendikalarının ellerinden alınmaması için direnme haklarını kullanarak 15 Haziran’da sokaklara döküldüler. 113 fabrikadan 100 binin üzerinde işçi üretimi durdurarak eyleme geçti. İstanbul’un sanayi bölgeleri ve İzmit karayolu binlerce işçinin “Yaşasın İşçi Sınıfı” sloganlarıyla iki gün boyunca inledi.
İşçilerin direnişi karşısında çaresiz kalan iktidar, sıkıyönetim ilan ederek şiddet kullandı. Polisin ve jandarmanın saldırılarıyla 5 kişi yaşamını kaybetti. Yüzlerce işçi işinden atıldı, 162 işçi tutuklandı. Ancak direniş sonuç verdi ve yasa senatoya geri gönderildi ve iptal edildi.
15-16 Haziran direnişi göstermiştir ki; direnince egemen sınıflara geri adım attırılıyor.
İçinden geçtiğimiz süreçte, Türk hakim sınıfları İşçi sınıfının kazanılmış haklarına bugünde saldırmaya devam etmektedir.
AKP iktidarının işçi sınıfına karşı saldırılarında bugün dört başlık öne çıkıyor: Grev yasakları, arabuluculuk yasası, kıdem tazminatı fonu ve emek piyasasının esnekleşmesi.
Siyasal iktidar, kazanılmış hakları gasp eden bu düzenlemeleri meclisten gecirme gayreti icinde. Son günlerde KHK`larla, Birleşik Metal-İş, Kristal-İş, Banksis ve Petrol-İş üyesi işçilerin grevleri “ertelendi”.
Egemen sınıfların siyasal temsilcileri 47 yıl önce olduğu gibi, bugünde saldırı yasalarını çıkarmaya, işçi sınıfını en temel haklarından yoksun bırakarak kölece çalışmaya ve yaşamaya mahkum etmek istiyor.
İşsizlik rakamlarının 13% lere ulaştığı Türkiye`de çıkartılan Kanun Hükmündeki Kararname’lerle binlerce kamu çalışanı eğitim emekçisi işinden uzaklaştırılıyor.
İşsiz ve geleceksiz bırakılan emekçilerinin hak arama mücadelesi devlet terörüyle yasaklanarak, gözaltı ve tutuklamalarla engellenmeye çalışılıyor.
İşlerine geri dönebilmek için emekçilerin, akademisyenlerin nicelik bakımdan zayıfta olsa başlattıkları açlık grevine saldırılarak, açlık grevcileri tutuklanarak bu yolla tüm emekçilere, direnenlere gözdağı verilmek isteniyor.
Bütün bunlara rağmen emekçiler direnişlerine çesitli biçimlerde devam ediyor.
15-16 Haziran büyük işçi direnişi, 47 yıl sonra bugünde insanca bir yaşam talebiyle direnişte olan; taşerona ve güvencesizliğe karşı mücadele eden işçilere ışık tutuyor, yol gösteriyor…
15-16 Haziran direnişi, Türkiye devrimci hareketinin tarihi açısından da hala büyük önem taşıyan bir dönüm noktası niteliğindedir. Direnmek gereklidir. Direnmek önemlidir.
Ancak nasıl kazanılabileceğini? nasıl ve hangi yolla başarılabileceğini ? netlikle ortaya koymak hem gerekli hemde hayatidir.
Siyasal iktidarı hedeflemeyen, öncüsüz ve örgütsüz mücadelelerin geçici ve saman alevi gibi kısa sürede sönümleneceği tecrübeyle sabittir. Devletin şiddetine karşı koyabilecek, karşı zor örgütlenmediğinde geçici kazanımlar olsada, esasta başarılı olabilmenin neredeyse mümkün olamıyacağını bilmek ve kavramak açısından da; 15-16 Haziran, Tariş, Zonguldak işçi eylemleri, Gezi direnişi vb. gibi örnekler tarihsel bir tecrübelerdir.
Evet her direniş ve mücadele deneyim ve tecrübedir. Devrim için bir biriktirme sürecidir. Ancak, kendiliğinden kitle hareketlerinin, isyanların, başkaldırıların devrimsel sonuçlar alabilmesinin ancak ve ancak sınıf bilinçli proleteryanın öncüsünün planlı, proğramlı, hazırlıklı ve örgütlü mücadelesiyle olanaklı olabileceği ve devrimin imkanlı hale gelebileceği hiç bir zaman akıldan çıkartılmamalıdır.
Yığınların öfkesinin örgütlenmesi ortaya çıkan enerji ve deneyimin, sınıf bilinciyle kalıcı hale getirilerek devrim, sosyalizm ve sınıfsız toplum yolunda seferber edilmesi her dönemin en asli görevidir.
Bugünde, İşçi sınıfı ve emekçi katmanların hoşnutsuzluğunu sömürücü türk egemen sınıflarına ve devletine karşı örgütlemek hem zorunludur hemde acildir. Ve bu örgütlenmişliği, özgürlük ve devrim için mücadele edilen ( fabrika, dağ, köy, okul, meclis, sokak, zindan, kadın, gençlik, enternasyonal vb. ) diğer alanlarla birlikte koordineli biçimde yürütmek olmazsa olmazdır. Buda yetmez devrimden menfaati olan müttefik güçleri taktik ve stratejik hedefler için doğru ve sonuç alıcı hedeflere yönlendirmeye çalışmak gereklidir.
Esas ve tali olanla, öncelik ve sonralık ilişkisi diyalektiği içinde (hiç bir mücadele biçimini red etmeksizin ) birleşik mücadeleyi organize etmenin ve yürütmenin başlıca ana görevler arasında olduğu da bilince çıkarılmalıdır.
15-16 Haziran işçi direnişini bizzat gözlemleyen İbrahim KAYPAKKAYA yoldaşın, bu direnişten çıkardığı dersler ve sonuçlar öğretici ve kavratıcıdır.
Önder Kaypakkaya yoldaş yazılarında 15-16 Haziran Büyük işçi direnişini şöyle değerlendirir:
“İşçi sınıfımızın kendiliğinden gelme mücadelesi 15-16 Haziran’da doruğuna ulaştı. İşçiler bütün burjuva ve küçük-burjuva revizyonist kliklerini tepeleyip geçtiler. 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi ve arkasından gelen sıkıyönetim, bazı kadroların bilincinde önemli bir sıçrama yarattı. Bu arkadaşlar, işçi hareketinden ve onu izleyen zor mucadele günlerinden önemli dersler çıkardılar.
İşçi hareketi, birinci olarak, devrimin şiddete dayanacağını, bunun zorunlu ve kaçınılmaz olduğunu gösterdi. Aybar-Aren oportünizmine ve bütün pasifist, parlamentarist görüşlere ağır bir darbe indirdi.
İkinci olarak, işçi hareketi, burjuva devlet teorilerine ağır bir darbe indirdi. Halkın kurtuluşunu hakim sınıfların ordusundan beklemenin ne derece ahmakça bir hayal olduğunu gözler önüne serdi. Çünkü işçi direnişi tanklarla, süngülerle, sıkıyönetimle bastırılmıştı. Süngülerin gölgesine sığınan patronlar, sıkıyönetim makamlarıyla birlikte yüzlerce işçiyi işten atmışlardı. Yüzlerce devrimci işçi ve aydın, sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandı. Bütün bunlar M. Belli’nin, D. Avcıoğlu’nun ve H. Kıvılcımlı’nın cuntacı hayallerinin ve anti-Marksist-Leninist devlet ve ordu tahlillerinin saçmalığını ortaya çıkardı.
Üçüncüsü, 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi, gerçek kahramanın kitleler olduğunu bir kere daha gösterdi. Ve bir avuç seçkin aydın grubuna dayanarak devrim yapmayı hayal eden bireyci küçük-burjuva akımlarına ağır bir darbe indirdi.
Dördüncüsü, 15-16 Haziran direnişinin bastırılması, devrimin ilk başlarda şehirlerde başarıya ulaşamayacağını, şehirlerde zaman zaman ortaya çıkacak işçi ayaklanmalarının kirlik bölgelere çekilmediği taktirde bastırılmaya mahkum olduğunu gösterdi. PDA kliğinin belirsiz bir gelecekte, şehirlerde genel ayaklanma ile iktidarı ele geçirme hayallerine ağır bir darbe indirdi.
Beşincisi, 15-16 Haziran’dan sonra gelen ve üç ay süren sıkıyönetim, en zor şartlarda dahi mücadeleye devam etmenin ancak gerçekten devrimci bir örgütlenmeyle, kanun dışı bir temel atarak ve çalışmaları bu temel üzerine inşa ederek mümkün olabileceğini gösterdi. Legaliteye bel bağlamanın, revizyonist örgütlenmenin, şiddetlenen sınıf mücadelesi şartlarında halkımıza zarar vermekten başka bir işe yaramayacağını gösterdi.
Altıncısı, 15-16 Haziran direnişi, ülkemizde devrimin objektif şartlarının ne kadar olgunlaştığının somut bir delili oldu.”
(İbrahim KAYPAKKAYA, Seçme Yazılar, s. 273-275, Ocak Yayınları, İstanbul 1979)