15 Temmuz çakma darbesinden sonra HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarını oybirliğiyle kaldırma aşamasına kadar varan Külliye-Yenikapı Uyuşması bir CHP milletvekilinin tutuklanmasıyla farklı bir aşamaya girdi. Kılıçdaroğlu “adalet” sloganıyla İstanbul’a yürüyor, Erdoğan ise bu yürüyüşe verilen kitlesel desteğin yeni bir Gezi patlamasına dönüşmesinden korktuğu için tehditlerini yoğunlaştırıyor…
Kılıçdaroğlu bu yürüyüşün “partiler dışı” olduğunu biteviye tekrarlaya dursun, parti flaması ya da pankartı taşınmasa da, olayın odağında CHP var… Diğer “hayırcı” partiler ya da örgütlerle ön görüşme yapılmadan ve ortak bir düzenlemeye gidilmeden başlatılan yürüyüş kaçınılmaz olarak CHP damgası taşıyor… O kadar ki yürüyüş güzergahı üzerinde CHP Meclis Grubu. CHP MYK toplantıları yapılıyor.
28 Haziran’daki seyyar MYK toplantısından sonra CHP sözcüsü Bülent Tezcan, Kılıçdaroğlu’nu taçlandırıyor: “Türkiye’nin artık bir adalet sözcüsü vardır. Bu sözcü Kemal Kılıçdaroğlu’dur.»
Yürüyüşü CHP’nin işbirliğinin de kurbanı olan HDP eş başkanı Demirtaş’ın hapis yattığı Edirne’ye kadar uzatmaktan bahis yok…
9 Temmuz günü Maltepe’de sona erecek yürüyüşte uygulanacak disipline ilişkin 12 maddelik genelge CHP İstanbul İl Başkanlığı’nın damgasını taşıyor.
Bu disiplin kuralları içerisinde bizzat kortejin başını çeken genel başkan Kılıçdaroğlu’nun aksi istikamette seyredenleri faşist partinin bozkurt işaretiyle selamlamaması da var mı?
Olsa bile bizzat Kılıçdaroğlu bu selamı kullanmakta sakınca görmediğini yeterince kanıtlamış bulunuyor.
Doğrudan cumhurbaşkanı seçimlerinin ilkinde islamcı faşist Erdoğan’ın karşısına faşist MHP ile ittifak yaparak, parti yetkili organlarının kararına dahi gerek görmeden, müseccel islamcı Ekmeleddin İhsanoğlu’nu çıkartmış olan Kılıçdaroğlu daha ne türlü sürprizler yapar bilmiyoruz. Ancak yürüyüş kolu ilerledikçe bozkurt selamının “mukabele”si de geliyor…
Şimdilerde Ekmeleddin’in de milletvekili olduğu MHP’nin bozkurtlarıyla Erdoğan’ın tosuncukları birlikte Kılıçdaroğlu’nu protesto ediyor, hem de ”bozkurt” ve “rabia” sembolleriyle…
“Rabia”nın ne menem bir şey olduğunu, kurucularının geçmişte Alman Nazi’leriyle nasıl işbirliği yaptıklarını Belgin Cengiz Artıgerçek’te çok iyi belgeledi: https://www.artigercek.com/tek-bir-rabia-ah-rabia
Bu sataşmalara ve olası saldırılara tepki göstermek, yürüyüş kolunun menziline salimen ulaşması için dayanışma ve katılımda bulunmak kuşkusuz tüm demokratik güçlerin görevi. Bu anlayış içindedir ki, Türkiye’nin üçüncü büyük partisi HDP’nin yöneticileri de, Kılıçdaroğlu’nun dokunulmazlık kaldırma operasyonundaki utanç verici tavrına rağmen bu yürüyüşü desteklediklerini açıkladılar.
Umarız Kürt siyasilerinin bu uygar ve özverili tavrı “ana muhalefet partisi” konumundaki CHP’nin yöneticilerine de bir ders olur. Ve de Kılıçdaroğlu “adalet” sloganı temelinde böylesi bir kitleselleşmeden sonra yaklaşan başkanlık ve yasama seçimlerinde müttefiklerini doğru dürüst seçer, “bozkurt”çularla ve de “rabia”cılarla “Külliye-Yenikapı ruhu” deneyinde olduğu gibi, yeniden teslimiyetçi “ruh çağırma” seanslarına katılmaz.
Evet, günümüzün ivedi sorunu, son anayasa referandumunda büyük metropolleri de fetheden “hayır” cephesinin en geç 2019 yılındaki seçimlerle bu bozkurt-rabia çetesini alaşağı edip Türkiye’yi gerçekten demokratik, özgürlükçü ve barışsever bir geleceğe yönlendirmesidir.
Kılıçdaroğlu’nun yaşı ülkemizin Müslüman Kardeşler-Türkçüler ittifakı tarafından nasıl adım adım Türk-İslam sentezi temelinde bir islamcı faşizme sürüklendiğini bilmesine ve anımsamasına müsaittir.
Kılıçdaroğlu 1948 doğumludur. Deniz Gezmiş ondan bir yıl önce, Mahir Çayan iki yıl önce, İbrahim Kaypakkaya ise bir yıl sonra doğmuş ve yaşadıkları mücadeleli döneme damgalarını vurmuşlardır.
1967’de Elazığ Ticaret Lisesi’ni birincilikle bitirdikten sonra Kılıçdaroğlu’nun Ankara’da 1971 darbesine kadarki dört yıllık yüksek öğrenim süresinde o dönemin gençlik hareketlerine fiilen katılmış, ya da katılmamış olsa bile, en azından tanıklık etmiş bir kişi olduğunu varsayıyoruz.
Örneğin Kanlı Pazar’ın ilk provası olan 3 Mart 1968’de Taksim Meydanı’ndaki Şahlanış Mitingi…İslamcı kuruluşların organize ettikleri bu toplantıya katılanların görüntüleri, uludukları kan kokan sloganlar, Türkiye’de de Endonezya örneği bir kan banyosu hazırlandığının ilk gösterileriydi…
Bilmiyorum, sol sempatizanların duygularına hitap etmek için 68 kuşağına mensubiyetiyle zaman zaman övünen Kılıçdaroğlu o dönemin sol mücadele dergilerinden Ant’ı ya da Türk Solu’nu izler miydi?
İzliyordu ise, bu Endonezya provası Şahlanış Mitingi’nden iki hafta sonra. 19 Mart 1968 tarihli Ant Dergisi’nde yayınlanan “Türkiye’de irtica hareketini kimler, nasıl idare ediyor?” başlıklı belgeyi bilmiyor olması mümkün değil…
Üstelik son derece özenle hazırlanmış bir tablo ile…
Arşivlerimizin derinlerinden çıkartarak anımsatıyoruz:
“Türkiye’de irtica Ortadoğu’daki Müslüman Kardeşler Teşkilatı ile bağlantılı olarak faaliyet göstermektedir. Müslüman Kardeşler’in görünürdeki amacı, bütün dünyadaki müslüman halkları şeriat üzerine kurulmuş tek bir devlet halinde toplamaktır. Uluslararası bir nitelik taşıyan Müslüman Kardeşlerhareketinin ardında ise Anglo-Amerikan emperyalizmi bulunmaktadır. Özellikle Ortadoğu’daki Arap devletlerinde milliyetçi ve sosyalist akımların kuvvetlenmesi, iktidarları ele geçirmesi üzerine petrol çıkarlarını tehlikede gören Anglo-Amerikan emperyalizmi, islamı politize etmek gereğini duymuş ve Müslüman Kardeşler hareketini CIA vasıtasıyla desteklemeğe başlamıştır.
“Ortadoğu’daki Müslüman Kardeşler hareketini, Suudi Arabistan Kralı Faysal himaye etmektedir. Suudi Arabistan ve Ürdün krallıklarıyla petrol şeyhliklerinde esasen iktidarı elinde bulunduran gerici kuvvet, bir yandan Suriye, Irak ve Birleşik Arap Cumhuriyeti gibi anti-emperyalist ve devrimci ülkelerde hükümet darbeleri yaptırarak iktidarları ele geçirmek için çalışırken, bir yandan da Pakistan, İran ve Türkiye gibi ülkelerde şeriata dayanan rejimler kurulmasını sağlamak için yoğun faaliyet göstermektedir.
“Müslüman Kardeşler Ortadoğu’da gerici hareketi tek elden yürütmek üzere, merkezi Mekke’de olan bir İslam Dünyası Birliği kurmuşlardır. Arapça adı Rabıtat-ül Alem-il İslami olan bu birlikte bütün Ortadoğu ülkelerinin ve diğer Asya-Afrika müslüman ülkelerinin temsilcileri bulunmaktadır.
“Bu birliğin kurucuları arasında Türkiye adına da eski DP ve AP milletvekillerinden Ahmet Gürkan ile Sebilülreşat Dergisi sahibi Salih Özcan yer almaktadır. Ahmet Gürkan daha önceki dönemde Türk Parlamento Heyeti’nin başkanı olarak da Suudi Arabistan’a gitmiştir.
“İslam Dünyası Birliği, yani Müslüman Kardeşler, Türkiye’deki irticai faaliyeti İlim Yayma Cemiyetiaracılığıyla yürütmektedir. 17 şubesi ve 35 milyon liralık yıllık bütçesi vardır. Müslüman Kardeşler, İlim Yayma Cemiyet’nin himayesinde şeriatçı düzenin kadrosunu hazırlarken, bir yandan da devlet sektöründe çeşitli kilit noktaları ele geçirmekte, bu arada sağcı dernekleri de kontroluna alarak gerici hareketin vurucu kuvvetini meydana getirmektedir.
“Ilim Yayma Cemiyeti’ne bağlı olarak çalısan kurumların başında İslam Enstitüleri, İmam Hatip Okulları, Kur’an kursları, komünizmle mücadele dernekleri, MTTB, Yeşilay, Hademe-i hayrat cemiyetleri gelmektedir.
“Türkiye’de mevcut beş İslam Enstitüsü, 62 İmam Hatıp Okulu ve onbinlerce kuran kursu irtica ordusunu teşkil etmektedir.
“İrtica propagandası ise özellikle üç gazete tarafından yürütülmektedir. Bunlar Babıali’de Sabah, Bugün ve İttihad gazeteleridir.
“Babıali’de Sabah aynızamanda Türkiye-Suudi Arabistan Dostluk Cemiyeti’nin de karargahıdır.
“Müslüman Kardeşler Türkiye’de duruma tam anlamıyla hakim olabilmek için ekonomi alanında hakimiyet kurulması gerektiğini öngörerek büyük savaşı bu alanda vermektedir. Özel teşebbüs alanındaki mücadele ‘yahudi ve mason aleyhtarlığı’ şeklinde yürütülmektedir.
“Bu mücadelenin beyni ise Odalar Birliği Genel Sekreteri olan Prof. Necmettin Erbakan’dır. Prof. Erbakan aynızamanda İlim Yayma Cemiyeti Müşavere Heyeti’ndedir.
“Müslüman Kardeşler özel sektör alanında son olarak Akbank’ın büyük ortaklarından Sakıp Sabancı’ya çengel atmışlardır.
“İlim Yayma Cemiyeti ile Türkiye Odalar Birliği arasında koordinasyon kurarak özel sektörde hakimiyeti ele geçirmiş bulunan Necmedddin Erbakan, Müslüman Kardeşler tarafından, ANT’ın önceki sayılarında da açıklandığı gibi, Demirel’in yerine geçecek adam olarak görülmektedir.
“Müslüman Kardeşler’in planına göre. Türkiyenin yönetimi ele geçirildiği takdirde cumhurbaşkanlığına Ferruh Bozbeyli, başbakanlığa ise büyük ihtimalle Necmettin Erbakan getirilecektir.”
Ant’taki bu açıklamaların üzerinden bir yıl dahi geçmeden islamcı faşistler, ABD emperyalizminin savunuculuğunu üstlenerek, 16 Şubat 1969 Kanlı Pazar’ında Amerikan 6. Filosu’nun İstanbul’a gelişini protesto eden işçilere ve gençlere Taksim Meydanı’nda sopalar ve bıçaklarla saldırarak iki kişiyi katledecekler, onlarce kişiyi yaralayacaklardır.
Ama tüm bunlar Erbakan’ın 70’li yıllarda Ecevit’in de katkılarıyla, özellikle 141 ve 142. maddelerin affı konusundaki ihanetine rağmen, Türkiye Cumhuriyeti’nde başbakan yardımcısı olmasına, 90’lı yıllarda da gerçekten başbakanlık koltuğuna oturmasına engel olmayacaktır.
Ant’taki açıklamalarımızın üzerinden nerdeyse yarım yüzyıl geçti. O günlerin 20’sindeki delikanlısı Kemal Kılıçdaroğlu bugün ana muhalefetin başını çekmektedir.
Erbakan’ın yetiştirmesi bugünkü cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan işte bu karanlık sürecin ürünüdür… Şu sırada Türk-İslam sentezinin ikinci ayağı MHP lideri Devlet Bahçeli’yle birlikte Türkiye’yi iç siyasette islamcı faşist bir diktaya, dış siyasette ise Baskın Oran’ın deyimiyle “değerli ve şahane yalnızlığa” sürüklemektedir.
“68’li” Kılıçdaroğlu ya artık kendine gelip HDP başta olmak üzere tüm “hayır” güçleriyle birlikte bu iktidarı alaşağı etmeye soyunmalı ya da CHP’deki sol ve demokratik unsurlar kendisini bir an önce buna zorlamalıdır.
Zaman çabuk geçiyor… 2019 seçimlerine nerdeyse çeyrek kaldı…
Haydi görelim…