KİTLE ÇALIŞMASINDA VE KİTLE ÖRGÜTLENMELERİNDE YARATICI SİYASİ ÇİZGİ-1
Devrim kitlelerin eseri olacaktır. Bu gerçeklik kuru bir slogan ya da alelade yapılmış bir tespit değildir. Diyalektik-tarihsel materyalist tutumun bilimsel sonuçlarından biridir. Toplum bilimi olan MLM toplumun gelişim seyrini, sıçramalı ilerlemesini kitlelerin hareketinin dinamikleriyle açıklar. Devrimi bu yüzden kitlelerin eseri olarak tanımlar. Ancak kitlelerin kendi çıkarları etrafında ideolojik ve siyasal olarak kenetlenmesi, bir programatiğe kavuşması hiçte kolay değildir. Doğru sınıf ayrımları, doğru ittifak anlayışı, doğru bir ideolojik mücadele, açık ve berrak bir düşman tanımı, yaratıcı bir politik hat, ustalaşmış taktikler, zamanın ruhunu kavrayan bir kitle çizgisi ve bu kitle çizgisini hayata geçirecek etkili araçlar meselesi oldukça önemlidir. Biz yazımızda kitle hareketleri, onun örgütlülükleri ve parti ilişkisini ele almaya çalışacağız.
Esasda kapitalizm tüm işçi örgütlerine ve bu örgütleri oluşturan unsurlara her an çeşitli düzey ve biçimlerde basınç bindirir. Bu basıncın yaratacağı yozlaştırıcı sonuçlardan korunmak ise, tamamen yüksek bir bilinç ve mücadele sorunudur. O nedenle, daha militan bir mücadele yürüten işçi kitle örgütleriyle, düzenle bütünleşmiş ve rutinleşmiş bir toplu sözleşmeciliğe dayanan işçi sendikaları arasında elbet çok derin farklıklar bulunur. Nitekim somut yaşam ve mücadele alanlarına bakıldığında, birbirine hiç de benzemeyen farklı tip ve nitelikte işçi kitle örgütleri gözlemlenebilir.
İşçi sınıfının devrimci mücadelesine güç katmak amacıyla örgütlenmiş ve tabanın bilinçlendirilmesine özen gösteren işçi kitle örgütlerinde, burjuva düzenin basıncına direnen devrimci bir yönetimi var edip sürdürmek pekâlâ mümkündür. Geleneksel işçi sendikalarında ise mevcut durum hiç de böyle değildir. Bu işçi örgütlerindeki üst yönetimlerin bürokratlaşması, burjuvaziyle bütünleşip burjuvalaşması, bazı istisnalar bir yana bırakılacak olursa, neredeyse genelleşmiş bir durum arz eder.Sorunu daha da kapsamlı biçimde ele alıp ifade edebiliriz. Sisteme ve bu bağlamda da reformizme teslim olmuş bir tepe örgütlenmesinin biçimlendirdiği örgütlerde bürokratikleşme eğilimi çok yoğundur. Bu gerçeklik pek çok işçi sendikasını (ve aynı zamanda işçi kitle örgütlerini) da çok yakından ve derinden ilgilendirir ve militan işçiler açısından güncel ve ciddi bir mücadele konusu teşkil eder.
Hiç kuşku yok ki, sınıfın devrimci güçlerinin başarısı kapitalist toplumun yarattığı tüm bu gerçeklikleri bilerek yol alabilmeye bağlıdır. Olumsuzluklar nedeniyle yanlış uçlara savrulmak, hiçbir zaman ve hiçbir koşulda haklı görülemez. Somut bir örnekle açmak gerekirse, her şeye rağmen sınıfın kitlesel mücadelesi bakımından hâlâ gerekli olan işçi sendikalarına toptan sırt dönmenin ne denli yanlış olduğu ortadadır.
Sendikaların varlığı, kapitalizme karşı militan bir mücadele anlayışına ve bilinçli taban örgütlenmesine dayanan devrimci işçi kitle örgütlerine duyulan ihtiyacı ortadan kaldıramaz. Öte yandan, bu tip kitle örgütleri de sendikalara alternatif olamazlar. Ne var ki, sınıfın örgütlülüğünü nicel ve nitel açıdan ilerletmek ve sendikaları hizaya getirmek bakımından bu tür örgütler son derece işlevli ve gereklidirler.
Devrimci öncünün önemi de zaten bu gibi noktalarda somutlanır. Doğru bir siyasal önderlik, sınıfın çeşitli kitle örgütleri arasında mücadeleyi ilerletecek tarzda denge kurmak amacıyla hareket eder ve pratik mücadeleye bu amaca uygun biçimde yol gösterir.
Farklı dönemler ve değişen yönler
İşçi kitle örgütlerinin niteliği, kapsamı, işlevi vb. hakkında nesnel koşullardan kopuk genellemeler yapılması doğru bir yaklaşım olmaz. Bu örgütler durağan ve değişmez varlıklar değildirler. Canlı organizmalar gibi çevre koşullarından etkilenir, etkiler ve kendi iç çelişkileriyle birlikte gelişmeye ve değişime açık yönler taşırlar. Kapitalist toplumun ekonomik yükseliş ya da kriz, siyasal durgunluk veya devrimci canlanış gibi farklı dönemleri işçi kitle örgütleri üzerinde farklı etkiler yaratır. Günümüzde olduğu üzere, kapitalizmin büyük kriz dönemleri bir yandan kapitalist toplumdaki zengin yoksul kutuplaşmasını yoğunlaştırırken, diğer yandan siyasal yaşamda derin istikrarsızlık koşulları yaratır. Bu tür toplumsal koşullar, aynı zamanda çeşitli işçi kitle örgütleri içinde düzen yanlısı eğilimlerle, mücadeleci ve devrimci eğilimler arasındaki ayrım çizgilerini de belirginleştirir.
Nesnel koşulların işçi kitle örgütleri üzerindeki etkisini sendikaların içinde bulunduğu durumdan da izlemek mümkündür. Bu geleneksel işçi kitle örgütlerinde yaşanan yozlaşma ve bürokratikleşme, uzun bir tarihsel döneme damgasını basan nesnel koşulların ürünüdür.
Devrimci olmayan dönemler boyunca özellikle Avrupa’da işçi kitleleri burjuvazinin vaat ettiği reformlara bel bağlamış ve bu gerçeklik de işçi sendikalarını militan bir mücadele eğiliminden uzaklaştırmıştır. Tabanın devrimci basıncından kurtulan sendika yönetimleri tamamen düzenle bütünleşmiş ve bürokratlaşmıştır.
İşçi sınıfının ekonomik mücadelede vazgeçilmez kitle örgütleri olan sendikalarda çeşitli koşulların ürünü olan bozulmalar bilimsel tarzda analize tâbi tutulmalıdır. Sorunlara bu anlayışla yaklaşıldığında, sendikalardan bütünüyle umudu kesmek yerine ne yapılması gerektiği de ana çizgileriyle kavranabilir. İşçi sendikalarını daha militan bir çizgiye çekebilmek, yalnızca bürokrasiye lanetler yağdırmakla başarılabilecek bir iş değildir. Hariçten gazel okumakla sendika bürokrasisinin “kahrolduğu” hiçbir zaman ve hiçbir yerde görülmüş değildir. Yapılması gereken, bürokratik tepe örgütlenmesinin etkisini kırabilecek militan bir taban örgütlenmesini fiilen yaşama geçirmek üzere sabırla çalışmaktır. Planlı bir mücadele anlayışı temelinde ter akıtmak yerine devrimci lafazanlıkla zaman öldürmek ise tam bir küçük-burjuva eğilimidir. Sendika bürokrasisiyle mücadele bahanesinin ardına sığınıp, neredeyse hiçbir ayrım gözetmeksizin sendikaları ve sendikal mücadeleyi küçümseyen yaklaşımların işçi sınıfına yararı değil zararı dokunmaktadır.
Sendikal mücadele gibi geniş işçi kitlelerini ilgilendiren bir alan söz konusu olduğunda, altını çizerek belirtmemiz gerekir ki, hiçbir şey bu kapsamdaki bir mücadeleye sorumsuzluk veya ikamecilik eğilimi kadar zarar veremez. Kitle mücadelesinde devrimci unsurlara düşen görev, verilmesi gereken mücadeleyi son derece sınırlı sayıdaki öncünün üstlenmesiyle yetinme yanılgısına sürüklenmemektir. Marifet, asıl mücadele etmesi gereken taban unsurlarını harekete geçirmeyi başarabilmektir. Bunun karşılığında, kitlenin geri eğilimlerine teslim olmamak da büyük önem taşır. Çok bilinen bir örnektir.
İşçilerin pek çoğu, diyelim sendikalaşma söz konusu olduğunda, aslında bunun gerekliliğini dile getiren duygularını ifade ederler. Ama öte yandan da, ya diğer işçi arkadaşlarının pasifliği ya da sendika yönetimlerine güvenilmezlik nedeniyle bu işin başarılamayacağından dem vururlar. Bu gibi noktalarda işçilere sabırla, bu yaklaşım tarzlarının yanlışlığı gösterilebilmelidir. Mücadeleyi hep başkasından beklemekle aslında kendi güçlerini harekete geçirmemekte ve böylece büsbütün ezilip aldatılmaktadırlar.
Kapitalist ekonominin gidişatındaki değişim sendikaların kapsadığı işçi sayısında ve işçi sendikalarının militanlaşma düzeyinde önemli iniş ve çıkışlara neden olur. Fakat buradan hareketle, ekonomik durumla toplumsal bilinç arasında, siyasal faaliyetin ve örgütlü insan çabasının rolünü yok sayan tarzda bir ilişki kurulamaz. Bu yanlış ve mekanik bir yaklaşımdır ve Marksizmin etkin devrimci yönüyle de bağdaşmaz. Marksizm, büyük toplumsal altüst oluşların, ekonomik durumun basit bir türevi olarak tamamen kendiliğinden biçimde zuhur etmediğini açıklar. Toplumsal olaylar ekonomik faktörlerden etkilendiği gibi, şu ya da bu doğrultuda bir amaç taşıyan toplumsal ve siyasal örgütlenmeler tarafından da çeşitli yön ve derecelerde etkilenir, mayalanır ve tetiklenirler. Ayrıca kapitalizmin olağan ekonomik döngülerinin unsuru olan periyodik kriz dönemleriyle, sıra dışı derin sistem krizi dönemlerinin sınıf mücadelesinin seyri üzerinde yaratacağı etki de aynı olamaz.
Devrimci kabarmalarla seyreden siyasal kriz koşullarını mekanik biçimde kapitalizmin periyodik krizlerine bağlamak yanlış, sığ ve mekanik bir yaklaşımdır. Geçmişten günümüze uzanan süreçte yaşanan çeşitli örnekler incelenip genel bir sonuç çıkartılmaya çalışıldığında görülecektir ki, esasen ekonomik durumdaki büyük değişimler –durgunluktan yükselişe ya da yükselişten durgunluğa– siyasal ortamda derin altüstlüklere neden olmaktadır. Devrimci öncüler açısından gerekli olan, kapitalist işleyişin uzun dalgalarının mahiyetini kavrayabilmek ve somutta nasıl bir tarihsel dönemin içinden geçildiğini çözümleyebilmektir. Kapitalizmin günümüzde olduğu gibi derin bir istikrarsızlık ve belirsizlik yaratan bir sistem krizine sürüklendiği dönemleri ayırt etmek özellikle önemlidir. Çünkü böylesi dönemler sermayenin gerici saldırılarına olduğu kadar devrimci durumlara da gebe olan özel tarihsel kesitlerdir. Bu bakımdan bu tür dönemler işçi sınıfının devrimci öncü güçleri açısından bir o kadar daha enerjik ve uyanık olmayı zorunlu kılmaktadır. Kapitalist tehditler ve devrimci fırsatlarla yüklü bu tür tarihsel kesitlerde, işçi sınıfı içinde devrimci tarzda yürütülecek çalışmaların ve sınıfın kitle örgütlerinin önemi de bir o kadar artmaktadır.
Nesnel ortamda kapitalizme karşı hoşnutsuzluğun yaygınlaşması doğrultusunda bir değişimin yaşanması, eski dönemlere oranla çok daha fazla sayıda işçiyi mücadeleye çeker ve bilinçli, militan işçi sayısında inanılmaz yükselişlere neden olur. Gerileme dönemlerinde çok uzun süreler boyunca sarf edilen çabalara rağmen ilerletilemeyen kitleler, devrimci dönemlerde çok kısa süreler içinde muazzam hızla öğrenip sıçramalar kaydedebilirler. Böylesi dönemlerde hayatın nabzı, işçilerden kolayına umut kesen sabırsız küçük-burjuvaların dediklerinin tam tersine atmaya koyulur. Daha önce “bunlardan adam olmaz” denilen işçiler gerek ekonomik gerek siyasal mücadele alanında örgütlenmek için öne atılmaya, kendi örgütlerine sahip çıkmaya başlarlar. Yalnızca öncülerin değil, işçi kitlesinin de mücadele saflarında ilerlediğini gösterecek şekilde taban örgütlülüğü ve inisiyatifi gelişir. İşçilerin sendika bürokrasisine karşı mücadelesi de daha ciddi, daha yaygın, militan ve kararlı bir nitelik kazanır.
Sonuç olarak kapitalizmin tarihi incelendiğinde, sınıf mücadelesinin hiçbir alanında tek düze bir yükseliş ya da düşüş olmadığı, mücadelenin inişli çıkışlı bir eğri çizdiği rahatlıkla gözlemlenebilecektir. Durgun dönemlerde yalnızca devrimci siyasal mücadele değil, sendikal mücadele de alabildiğine gerilemektedir. Sendika üst yönetimlerini sorgulayıp sıkıştıracak taban basıncı ve devrimci basınç neredeyse sıfırlanmaktadır. Bu nedenle bu koşullarda sendikaların başına kelimenin tam anlamıyla burjuvalaşmış bir bürokrasi çöreklenmektedir. Fakat nesnel koşullarda mücadeleyi yukarı doğru kıpırdatacak bir değişime, öznel koşullarda da olumlu gelişmelerin eklenmesi durumunda, sınıfın öncüsünün ve kitlesinin mücadele düzeyi hızla değişmektedir. Bu durum bir bakıma, nesnel koşullarla öznel koşulların işçi sınıfı mücadelesini ileriye sıçratacak tarihsel buluşması olarak da değerlendirilebilir. Çeşitli örnekler gözden geçirildiğinde, proleter devrimlerin başarı şansının bu tür tarihsel buluşmalara bağlı olduğu rahatça kavranacaktır.
Devam edecek…..
PGI/MLM´den bir faaliyetçi