Aslında Aralık ayı Türkiye ve Dünya tarihi açısından hatırlanması gereken direniş ve katliam ayı olması nedeniyle bu tarihsel kesit üzerine birşeyler yazmayı düşünürken gündemi işgal eden birçok sorun içinde daha çok tarihimiz ve siyasetimizin unutulmaya yüz tutmuş daha doğrusu hatırlanmasından uzak durulmaya çalışılan ve sürece cevap olma açısından ters yüz edilen KAYPAKKAYA anlayışının dahada ötesi Leninist bakış açısının aleni olarak silikleştirildiği siyaset anlayışına yönelik olarak yazmak ve tarih anlayışımızı hatırlayarak bilince çıkarmak gerektiğini düşünmekteyim.
Sağ tasfiyeci anlayışın çıkarmış olduğu “PARTİZAN” sayı 90 daki Marksizim ‘de ulusal sorun ve HDBH üzerine ulusal sorun hakkındaki tartışmalı halde sunulması daha doğrusu MLM nin ustalarından Stalin`in ulusal sorunun özü , köylülük sorunu tespiti, Kürdistanda tek parça devrim anlayışı,Kürdistanın statü olgusu, sömürgenin sömürgesi olmaz anlayışı ve devamı Kürdistan sömürgemi mantığı UKKTH ve HBDH meselesi ve konumlanma gibi progmatik görüşlerimizin teorik br yayın olan ve o görüşleri savunmak ve kitleye kavratmakla görevli olması gereken dergide, zıddı olan düşüncelerin tartısmaya açılmış olması ve revize edilmeye açık kapı bırakılarak ustaları ve Kaypakkkaya’yı bir kez daha anlama mantığıyla bu yazıyi ele almayı uygun buldum. “PARTİZAN” sayı 90 daki yazı başlı başına ele alınması gereken bir konu olduğu için benim bu yazımın tek başına bu yazıya cevap olarak algılanmaması gerektiğini belirteyim.
Türkiye Devrimci hareketinin görece zayıf olduğu bir kesiti yaşıyoruz. Sınıf bilinçli proletaryanın ve birlikte yaşadığı ulusun sorunları karşısında zayıf ve edilgen kalması daha doğrusu görev ve sorumluluklarını yerine getirememesinden kaynaklı yaşadığı tıkanıklık ve güven sorununa karşın, Ulusal hareketin daha canlı daha diri oluşu ve özelliklede Orta Doğu ve Rojova eksenli somut kazanımlarıyla bir resim çizmektedir. Bu resmin fonları olmayı, olmazsa, olmaz addedenler, kendi düşünsel dünyasında yaşatanlar, geçici heyecanların ötesine geçemeyeceklerii bilmeleri gerekiyor.
Dostlarımızın başarılarından ve deneyimlerinden öğrenmek koministlerin burun kıvıramıyacakları bir olgudur. Ancak hata ve yanlışlara yaklaşım ve eleştiri vaz geçilmez bir silahtır. Bu ilkeleden uzaklaşmak, devrimcileri ulusal burjuvazinin yedeği haline getirir. Kısacası kendi gerçekliğiyle yüzleşmek ve zayıf olsan bile çizgide ısrar doğruda dirayet, pratikte emek, kısa vadede olmasada uzun vadede devrimin ve proletaryanın yararına olacaktır. Son günlerde proletarya partisinin resmi yaklaşımlarının çeşitli yayınlarda altı boşaltılarak Marksist ustalar arasında yer alan Stalin i hele hele ulusal sorun noktasında tutucu ve kalıpçı olarak nitelemek devamla KAYPAKKAYA yı aşmak adına, programda ve dahası birçok kez red edilmiş olan bölgesel devrim anlayışı devamla Seksiyon mantığı ve ittifaklar sorunu vede Türkiye Kürdistanı meselesine ilişkin MLM bakış açısının ciddi oranda tahrip edilerek altının boşaltılmaya çalışılmasına tanık olmaktayız.
Yine güncel politikalara bakış açısında kuyrukçu, dahası makyevelist bir rota izleyenlerin gideceği nokta pek iç açıcı gözükmüyor. Rojava devrimini dilinden düşürmemekle, Rojova gerçekliği kavranılamaz. Proleter bakış buğulandığı andan itibaren buhardan insan önünü göremez.
Yada ‘’faşist saldırganlığa, ırkçılık ve şovenizme karşı birleşik bir mücadele hattnı HDK de büyütmenin zamanı” ‘’yada F tipi tecrit sorununu, sadece Öcalan la sınırlamak gibi dar bir politik eksende kalmak geleceğe dair kaygıları artırıyor. Bu nokalara dikkat çekerek, ufakta olsa tartışma bazında bir katkısı olur umudunu taşıyorum.
Bir ulusun tarihsel anatonomisini yapmamakla beraber bizimle alakadar olan bölümüne kısaca göz atmakta fayda var. Uluslar Kapitalizmin şafağında ortaya çıktılar. Kapitalizmle birlikte uluslaşma sürecide başladı.17.yüzyıl feodalizmden kapitalizme geçiş olarak kabul edilir. Bu yüzyılda kapitalizmin ilk devleti İngitere kabul edilir. Genel olarak uluslaşma süreci bu tarihsel döneme takabül ederki birinci dönem olarak Batı Avrupada feodalizmin tasfiyesi ve kapitalizmin zaferi dönemi. ikinci dönem Orta ve Doğu Avrupadaki dönemi bu dönem aynı zamanda sancılı bir dönemdir. Üçüncü dönemde Sovyet devrimi ve asya ülkelerindeki gelişmeler dönemi.
Uluslaşma sürecinin sancılı iki ayağı vardı. Birincisi devleti kurmak, ikincisi feodalizmi tasfiye etmek. Doğuda ve Batıda bu iki ayak çözülmüş ve kapitalizm hakim hale gelmişti. Ancak asyada birkaçı hariç (Kürdistan ve Filistin ) bütün ulusların devleti oluşmuştu ancak feodalizm tasfiye edilemeyince buralarda ulusal sorun sosyal ve siyasal olarak yeniden bir girdabın içinde kaldı. Batı Avrupa da serbest rakabetçi sürec tamamlanarak,tekelci aşamaya yani emperyalist aşamaya geçince, feodalizmi, özellikle de bazı ülkelerde sömürge ve yarı sömürge haline getirerek, bağımsızlıklarını yok ederek emperyalizm, Ulusal sorunda feodalizmi kendisine koltuk deyneği haline getirmiştir. Bu nedenledirki ; Emperyalizm çağında Ulusal sorun, sömürgelerin bağımsızlıkları feodalizmin tasfiyesi sorunu olarak emperyalizme karşı mücadele sorunu haline gelmiştir. Kısacası emperyalizmin sömürge ve yarı sömürgelerdeki varlığının temel sebebi PAZAR dır.Ve günümüzde sorunun temelinde hala Pazar vardır. Bugün Orta doğu ve Afrika kıtasında yaşananlar bunun en canlı örneğidir.
Türkiye coğrafyasında ulusal sorunun esası, Kürt ulusunun emperyalizmden ve onun işbirlikçisi faşist kemalist diktatörlükten kurtulma sorunudur. Bu sorun, Türkiyenin yarı sömürge statüsünden kurtulması diğer ulus ve azınlıkların kurtulmasına sıkı sıkıya bağlıdır.
Kürdistan 1639 Kasrı şirin antlaşmasıyla ( osmanlı iran sefevi devleti ) ikiye ayrılmış ve o tarihten itibaren esasta İran –Türkiye sınırı bugünkü halini almıştır. Daha sonra birinci dünya savaşı mondoros mütarekesi ve ardından 10 Ağustos 1920 Sevr antlaşmasıyla galip devletler yenik devletlere ki Osmanlı da bunun içindedir. Sevr antlaşmasını imzalattılar. Sevr antlaşmasına Osmanlıyı temsilen İstanbul hükümeti katlıyordu. Kemalistler henüz etkinliklerini kabul ettirememişlerdi. Sevr de madde 62 de’ eğer şartlar uygun olursa Fıratın doğusundan Ermenistan, Irak ve Suriye arasında bir Kürdistan kurulacaktır ‘ deniyordu ve bununla ilintili bir komisyon bu konu nezdinde araştırma görevi verilmiş oluyordu. Bu tartışmalar ve sürec, sürerken 23 temmuz 1923 te Lozan Antlaşması etrafında tekrar bir araya gelindi. Bu kez hükmünü kaybetmiş padişah yerine etkinliğini artırmış Kemalistler yani Ankara hükümeti katılıyordu. Kemalistler zaten öncesinde Ankara antlaşmasıyla İngiliz ve Fransızlarla anlaşıp Kürdistanın bir bölümünü eline alma noktasında anlaşarak Lozana gelmişlerdi. Zaten İngiliz ve Fransızlarında tek bir uşak devlet ile diğer ulus ve azınlıkları el altında tutmak işlerine geliyordu. Böylece Lozanda Kürdistan dört parçaya bölünerek tarihsel haksızlık tamamlanmış oluyordu.
Şimdi sorunumuza tekrar geri dönelim. Emperyalistler tarafından sınırları çizilen bir ülkede yine bir ulusa yapılmış tarihi haksızlığı protesto etmek ve hakim sınıfları veya emperyalizmi teşhir etmek elbetteki gerekir.
Lozan antlaşmasıyla kendi kaderini Tayin Hakkı çiğnenerek Kürt ulusuna yapılan tarihi bir haksızlıktır.
Lenin ‘haksızlığı durmadan protesto etmek ve bütün hakim sınfları bu konuda ayıplamak KP lerin görevidir.Ama böyle bir haksızlığın düzeltilmesini programa koymak akılsızlık olur’ der. Çünkü bugünün meselesi olma niteliğini kaybetmiştir. KAYPAKKAYA program taslağı tartışmasında
‘yukarda işaret ettiğimiz tarihi haksızlık artık günün meselesi olmayı çoktan yitirmiştir.’ Devamla ‘
Türkiyede komünist hareket ancak Türkiye sınırları içindeki milli meseleyi en iyi en doğru çözüme bağlamakla yükümlüdür…..Birde Kürdistanın birleştirilmesini programımıza koymak şu açıdan sakattır. Biz Kürt ulusunun KKTH ayrılıp ayrı devlet kurma hakkını savunuruz. Bu hakkı kullanıp kullanmayacağını veya ne yönde kullanacağını Kürt milletinin kendisine bırakırız’ (seçme yazılar türkçe sayfa 128 ) Biraz daha açarsak konuyu bugün Kürdistanın birleştirilmesi konusu yada
ortadoğu devrimi söylemleri yani mevcut bölünmüşlük hali proletarya partisinin devrim yapmasnın önünde bir engelmidir? Demokratik halk devrimi mücadelesinin önünde bir engelmi teşkil ediyor? yada bu süreci tamamlamak için bu birleşme aşamasından geçmesimi gerekiyor? vs vs.. Bugün misakı milli sınırları içinde devrimci mücadeleye veya DHD veya sosyalizme ulaşmada herhangi bir engel teşkil etmiyor. Her parçada emperyalizme ve gerici rejimlere vurulacak darbeyle bu parçaların kurtulması mümkündür. İşte Suriye Kürdistanı veya Rojova kantonları. Sonuç olarak Kürdistanın dört parçaya bölünmesi ve Türkiye coğrafyasında bir parçasının kalması ve Türkiye denen bu coğrafyada kalan parçanın mücadelemizle kurtulabileceği gerçeği hala görev olarak duruyor….Diğer bir yanı ise Kürdistanın ikiye bölünmesinden bu yana 378 yıl dörde bölünmesinden buyana 94 yıl geçmiştir. Her parçadaki Kürt ulusu aynı dilde anlaşsada Kürdistan topraklarında yaşasada esasen ortak bir iktisadi birliği yakalayamamışlardır. Ulus der
Stalin ‘tarihi olarak oluşmuş dil,toprak,iktisadi yaşantı birliğinde ifadesini bulan ruhi şekilenme birliği temelinde oluşmuş istikrarlı topluluktur ‘ Bu kavramlardan birinin olmayışı esasen kürdistanı tek parçada birleştirmeyi de engelleyen faktörlerden biridir. Bu yüzdendirki; sağ tasfiyecilerce çıkartılan “
Partizan” dergisi sayı 90 da Stalin`i kalıpçı olarak nitelendirmesinin özü buradan gelmektedir.
İktisadi yaşam birliğinin temeli aynı pazarda bir araya gelebilme ve aynı üretim ilişkisinde buluna bilmedir. Bugün her bir parça kendi bulunduğu ülke sınırları içinde egemen ulus pazarında üretiyor ve oradan tüketiyor. Her sınır içinde olan Kürt ulusu o pazara göre ürününü satıyor ve alış verişini yapıyor. Kısacası iktisadi yaşam birliği bu nedenle tayin edici rol oynuyor. Son olarak Kürdistanın dört parçaya bölünmüşlüğü tarihi bir haksızlıktır ve mevcut durumda sınıf mücadelesine engel teşkil etmiyor. Onun için birleştirme meselesi proletaryanın meselesi değil, pazara hakim olmak istiyen ulusal burjuvazinin istemidir.
Emperyalizm ülkeden atılarak feodalizm tasfiye edilerek ülkenin yarı sömürge olmaktan kurtulması ile ulusal sömürü ve baskı ortadan kaldırılır. Bu anlamıyla her ülkenin KP leri kendi ülke devrimiyle sorumludur.,,
Ayrı örgütlenme yada seksiyon meselesine gelince,’bugün Türkiyede sınıfsal kurtuluş Kürdistanda ulusal kurtuluş gündemdedir, dolaysıyla ayrı örgütlenme gerekir ‘ tespiti son dönemlerde çok daha fazla dillendiriliyor. Bunada maske yine şartlar eskisi gibi değil, Kaypakkaya döneminde bukadar çelişkili değildi vb. yaklaşım sunuluyor. Elbetteki şartlar ve koşullar farklılaşıyor çelişkilerde derinleşmeler oluyor. Ancak MLM bilimince bakıldığında esas öz değişmiyor bu görülmek istenilmiyor. MLM nin bakış açısının esas özü değişen güncele kurban edilmeye çalışılıyor.
Bugün Kürdistanda ulusal kurtuluş mücadelesiyle sınıfsal krtuluş mücadelesi bir birlerine kopmaz bağlarla bağlıdır ve bu iki ayrı süreç değil tek bir süreci kapsamaktadır. Kürdistandaki sınıfsal mücadelenin önündeki engellere dokunmadan emperyalizme dokunmadan onun yerli uşaklarına dokunmadan militarist güçlerine dokunmadan onları karşına almadan ulusal kurtuluş mücadelesini başarıya ulaştıramassın.
Türkiye Kürdistanında ulusal ve sınıfsal kurtuluş mücadelesi aynı hedefe vurmak zorundadır. Kürt komprodor ve toprak ağalarıyla Türk komprodor burjuvazisi tarihsel olarak iki ayrı karşı devrimci güç değil bir birleriyle bütünleşmiş tek bir güçtür. Bu anlamıyla vurulacak her darbe bu tek egemen mihraklara olacağından ulusun ve halkların düşmanının temizlenmesi, önündeki engellerin açılması ve demokrasi ve ulusların tam hak eşitliği içinde yaşamasınında can damarını oluşturur.
Diğer bir meselede Kürdistanın statüsü sorunu ; Net bir şekilde anlaşılsınki; Türkiye Kürdistanında kalan Kürt Ulusu Ezilen Bağımlı Ulus statüsündedir. Bazı baylarımız hemen zıplayacaktır. Askeri, Polisi vs. zaptu rap edilmiş, talan edilmiş, katledilmiş, sürgün edilmiş bir ulus, elinde devleti olmayan bir ulusu nasıl böyle tarif edersiniz diyebilir. Bu sayılanların hepsi doğru hatta az bile, ancak mlm`ler olayları ve gelişmeleri ideolojik, siyasi, ekonomik, tarihsel olgulardan kopuk ele almazlar. Sadece güne bakmazlar, geçmişe,bugüne ve geleceğe dönük bakar ve sürecin nereye evrileceğine yönelik sınıfın çıkarlarına uygun politika belirler.
Şimdi Türkiye Kürdistanına neden bir sömürge demiyoruz? Herşeyden önce Kürdistanda bir sömürge ülkeden çok daha fazla SERMAYE var. Sömürge ülkelerde sermaye ya hiç yoktur yada çok çok cılızdır. O`da siyasi bağımlılık için vardır. Peki bugün T.Kürdistanında sermaye cılızmıdır. Hayır değildir. Sermaye ve siyasal güç, bu iki güç T.Kürdistanında bulunmaktadır.Siyasal güç maddi gücün bir yansımasıdır. Her dönem Türkiye meclisinde hatırı sayılır sayı kadar mecliste yer edinmiştir. Bunlar hain olabilir bunlar işbirlikçi olabilir ki katılırım buna ancak bunların Kürt olmadığı çıkarılabilinirmi? Belli bir kesimi, verilen ulusal özgürlük mücadelesi sonucu mecliste yer alanları bu olayın dışında tutuyorum. Ancak sonuç olarak Bucak aşiretinden Zeydanlara kadar ekonomik gücün siyasete yansıması olarak bir birikimle çıkıyorlar. Hiç bir sömürge ülkesinde olmayacak kadar güçlü bir sermaye var kürt burjuvazisinin elinde .Ve bu sermayenin hakim ulus işçilerini sömürecek duruma geldiğini hesaplayın bakalım.Türkiyenin birçok metropolinde sermayenin sömürüsüne baktığımızda bu daha iyi anlaşılır kanımca.
Kısacası Kürdistanda var olan sermaye bir sömürge ülkesinden çok daha farklıdır. Sömürü ağı keza yine aynı.Yarı sömürge bir ekonomiye sahip Türkiye, nasıl olurda Kürdistanı ekonomik olarak ilhak edebilir. Emperyalizmin yarı sömürgesi yarı feodal üretimi ve zayıf ekonomisi nasıl olurda bir başka ulusun ekonomisini işgal eder? Çünkü bir ülkeyi sömürge edinebilmek için o ülkeye götürecek yüklü bir sermaye veyahu üretim aracları üreten bir ekonomiye sahip olması gerekir. Kapitalist bir ülke olamayan Türkiyenin, hangi araçlarla ve sermayeyle bu işgali tamamlayarak T.Kürdistanını sömürge haline getirdi ? Türkiyenin bir devleti vardır ama siyasi, ekonomik vs. bağımsız bir devlet değildir. Bu yüzden yarı sömürgeyi sömürgeden ayıran temel kıstas budur.Yani sözde siyasi bağımsızlık yarı sömürgelerde var ama sömürgelerde yoktur. Kısacası T.Kürdistanınında bir devleti yok. Türk devleti içinde, ulusal özeliklerinden budanmış bir temsil hakkı var. Bu anlamıyla T.Kürdistanı ezilen bağımlı ulus olarak bizim siyasi litaratürümüzde yerini almaktadır.
Diğer önemi konulardan biride stratejiye hizmet edecek güncel taktik politikaların doğru argümanlar ve mantık üzerinden yazılıp çizilmesi gereğidir. Her hareketin,yazılan ve kitlelere ulaşan yazılı basını da, örgütlenmenin ve şekillenmenin önemli bir ayağını oluşturur. Mevcut çizginin dışında, ona hizmet etmeyen yaklaşımlar saflarda ve kitleler de eklektik bir şekilleniş yaratır.
Buda her kafadan bir sesin çıkmasına ve bugün bu sorunları oldukça fazla yaşadığımıza kanıttır. Ezilen bir ulusun sorunlarına sahip çıkmakla, o ulusun yanında olmakla, ezilen ulusun burjuva ve proleter dünya görüşü arasındaki ayrım çizgisini silikleştirerek siyaset yapmak tabiri caiz ise kuyrukçulukla eşdeğerdir. Birleşik devrim,birleşik direniş,birleşik mücadele gibi kavramların altı hem teorik hemde pratik olarak iyi doldurulamazsa proleter yaklaşım çizgisi esas alınmazsa, birleşik mücadeleden geriye reformizmin döşenmiş yapı taşları kalır. Uğrunda mücadele ettiklerinin yerine karşıtlarının politikası kalır. Ve bu anlamıyla kavram ve anlayış kargaşalığından kurtulmak önemli bir sorun olarak bazılarının gündeminde durmaktadır….