Ülkemizde yerel seçimlere üç aya yakın bir zaman var. Dereyi görmeden paçaları sıvama , her kafadan ses çıkarma, yanlış tarz ve yöntemle eleştirilerde bulunma, küfür ve hakaretin bin bir türlü devrimcilik, demokratlık ve yurtseverlik adına yapılıyor olması düşündürücü!
Türkiye ve Türkiye Kürdistan devrimci hareketi, ideolojik, siyasi ve teorik alanda hâlâ düzeyli bir tartışma ortamı yaratabilmiş değildir. Bu eksikliğe, ölçüsüz sekterliğe baş vurduğumuz oranda hepimiz dahiliz. Ancak içinden geçtiğimiz çok boyutlu, karmaşık ve yoğun süreçte, “eleştiri” adına niteliksiz söylemler, kişiliğe saldırı, linç etme kültürü almış başını gidiyor. Bu tarz tartışmanın kimseye bir yararı yoktur, olamazda. Aksine bu tarz devrimci halk güçlerini ayrıştırmakta, ötekileştirerek kemikleşmesine yol açmakta, karşılıklı düşmanlaştırmayı beraberinde getirmektedir. Yaşanılan bu olumsuz durum düşmanın, faşizmin işine yaramaktadır. “Böl, parçala, yönet ve devrim güçlerini itibarsızlaştır” anlayışı gelişmelere yön verebilmektedir. Eleştiri adına; Küfür, hakaret, kişiliğe saldırı içerikli makaleler yazıldığına şahit oluyoruz. Bu makalelerin çoğunluğu Kaypakkaya düşmanlığı, Mao düşmanlığı temelinde yapılıyor. Eleştiri adına kin, düşmanlık ve halk güçleri arasında ortamı germe esas alınmaktadır. Yetmişli, Seksenli yıllarda kalan düşmanlık üzerinden siyaset yapmak, kin kusmak devrimci bir tutum ve davranış değildir.
Kaldı ki, bu yazarların çoğu, düşmanca eleştiri yaparak, geçmişte leke kalan kendi kirli çamaşırlarını saklamaya çalışıyorlar. Kanımca asıl sorun burada . Bu gibi konularda en son söz söyleme ve eleştiri yapma hakkı olanlar, ne yazık ki; ilk sözü “ düşmanca” yazılar yazarak söylemiş ve ateşi körüklemiştir. Kürt Ulusal Kurtuluş mücadelesini “savunma ve sahiplenme ” adına, yanlış eleştiri yöntemi zarar vermektedir. Fırsat bu fırsat diyerek saldırganlık derecesinde Mao ve İbrahim Kaypakkaya yı hedef tahtası yapmak seviyesizliğin daniskasıdır. Kürt ulusal hareketine sırtınızı dayayabilirsiniz. Ancak bu size yol yöntem bilmez, düşman tarzla devrimci güçlere saldırma hakkını vermez. Kimsede buna müsaade etmez. Bu gibi kişilerin yanlış, sekter, tarz ve eleştiri yöntemleri geçmişte büyük acılara, kayıplara ve ölümlere yol açmış, telafisi mümkün olmayan olumsuz bir miras bırakmıştır. Hala bu olumsuz geçmişi düşmanca kullananlar çokça mevcut.
SMF den arkadaşlar da yanlışa karşı, yanlış bir yöntem (özellikle sosyal medyada ve bazı sitelerde ) ve tarzla eleştiri adına sekter, küfürbaz tutum içine girdiler. Her iki karşıt görüşün de eleştiri yöntemi yanlış, dışlayıcı, “benim dediğim dedik” mantığını dayatan, “benim dediğimi kabul etmezseniz karşı taraftasınız” anlayışını beraberinde getirmektedir.
Bu noktada;
Burada kimin haklı, kimin haksız olduğu pekte önemli değil. Yanlışa karşı yanlışla hareket edilmektedir. Her iki kesimde yanlış bir politik çizgi izlemektedir. Burada ille de biri haklı, diğeri yanlış diye bir hüküm söz konusu olamaz. Çünkü, öncelikle; devrimci, demokrat ve yurtsever güçler takındıkları tavrın doğruluğu veya yanlışlığını kendi içlerinde sakince analiz etmeli, “biz ne yapıyoruz, kime hizmet ediyoruz” sorusunu kendilerine sormalı, sabırlı ve aklı selim davranmalı, halka hizmet eden tavır takınmalıdır. Öncelikle bizim dostlarımız kimler, düşmanlarımız kimler, kiminle birlikte hareket etmeli, kime karşı bir araya gelmeliyiz sorununu lafta değil, gerçekten çözmelidir. Aksi halde geçmişte yaşanan kötü sonuçların tekrar tekerrür etmemesi, devrim güçlerine zarar vermemesi elde değildir.
“Düşman bir unsur olmamak ve haince saldırılarda bulunmamak şartıyla, kim olursa olsun, herkesin düşüncesini açıklamasına izin verilir, yanılsa dahi zararı yoktur. Çeşitli kademelerdeki yöneticiler de başkalarını dinlemeye sorumludur.”(Mao seçme sözler syf.208)
Açık olan bir gerçek şu ki, Türkiye Devrimci Hareketi, ( kendisine komünist diyen parti ve örgütlerde dahil) henüz kendi içerisinde demokratik tartışma ortamını yaratamamış, birbirlerinin görüşlerini yanlış bulsalar dahi açıklamalarına tahammül gösterme düzeyini yakalayabilmiş değil. Birçok devrimci yurtsever örgüt içinde ortaya çıkan bu sol sekter tutum ve davranışlar giderek örgütlerin tabanlarında yansıma bulmuş, kendisi gibi düşünmeyenler için “şiddet yoluyla susturma” seçilmiştir. Elli yıllık yaşanan olumlu – olumsuz deneyimlerden hâlâ doğru dersler çıkaramamış olmamız acı ama incitici olarak bugün de karşımıza çıkıyor. Halk güçlerinin ve devrimci örgütlerin üç aşağı beş yukarı hepsinde benzer müzmin hastalıklar hâlâ devam etmektedir. Hala, tartışma ve çeşitli fikirlerin kendisini ifade edebilme kültürü, yeni demokrasi ve sosyalist kültürü öğrenme, özümseme içselleştirerek toplumsal bir devrimi yaratmada temel sorun olarak çok ciddi temel sorun olarak karşımıza çıkıyor. Tarihin, bilimin ve insanlığın toplumsal değişiminin önünde her zaman, ötekileştiren, konuşmadan, tartışmadan , doğruluğunu – yanlışlığını analiz etmeden linç kültürünü meşrulaştıran anlayışlar hakim durumda olup kendi küçük dünyalarında egemenlik kurmaya çalışmaktadırlar. Yanlış olan tamda bu.
Son zamanlarda yerel seçimler üzerine yapılan açıklamalar ve köşe yazıları vb. bu yanlış tartışma yol ve yöntemine basit bir örnektir. Kimse,” ben bunu böyle yazarsam sonucu nereye varır, kime ne yararı olur, bizi ne kadar ilerletir, ilerlememize ne katkılar sunar sorusunu sormadan” tam gaz gidiyor. Karşındakini nasıl mat ederim, etkisiz kılarım mantığı her alanda hakim. Bugün böylesi bir ön yargılı “tartışma “ötekileştirme ve de düşmanlaştırmayı içinde taşımaktadır. Bu anlamıyla, yanlış bir yol ve metot devreye girmektedir. Ve böylece her şey birbirine karıştırılarak çelişkilerin çözüm noktasında yanlış çözümler önerilmekte, yanlışa teşvikçi olunmaktadır. Daha ötesi küçük hesaplarla mülk paylaşımına gidilmeye, parsa kapmaya çalışılıyor.
Tüm bu yaşanan olumsuzluklar sonucu şu gerçek ortaya çıkıyor:
Faşizme, emperyalizme, komprador kapitalizme, yarı feodal sistemin kültürel yaşam tarzına karşı mücadele etme yerine, kendisi gibi düşünmeyen devrimci ve komünistleri kaba bir önyargıyla yargılayarak düşman görme kültürü meşrulaştırılmak istenmektedir. Benim gibi düşünmüyorsan karşı taraftasın (“karşı devrimcisin”) mantığı devrimci, yurtsever, komünist bir anlayışla bağdaşmaz. Bu gibi düşünceler yıkıcı olup, dostla düşmanı birbirine karıştıran yanlış bir anlayıştır. Sapmadır, bir bardak su da fırtınalar koparan devrime hizmet etmeyen bir anlayıştır.
Türkiye’de yerel seçimler tabi ki önemsemek gerekiyor, fakat yerel seçimleri her şey görmek, reformist legal kulvarı asıl alan bir anlayışı kabul etmek günümüzde mümkün değildir. Hele ki, bizim gibi emperyalizme göbekten bağımlı yarı sömürge, geri kalmış bir ülkede, legal mücadele koşulları oldukça sınırlı, yasal imkanlar yok denecek kadar azdır. Bu legal çalışmaları küçümsemek veya ret ediliyor anlamına gelmez. Faşizmin en açık, ırkçı- şoven iktidarıyla bugün karşı karşıyayız. Her türlü demokratik hak ve özgürlükler ayaklar altına alınmış, açık faşist diktatörlüğün hüküm sürdüğü bir ülkede yaşıyoruz. Türkiye Kürdistan’ında yurtsever belediyelere kayyum atanması, seçilmişlerin önemli bir bölümünün tutuklu bulunması, yasal çalışma yürüten HDP vb. partilere gün aşırı operasyonlar çekilmesi on binlerin sorgusuz sualsiz tutuklanması gösteriyor ki, geleceğimizi daha ağır faşizm koşulları bekliyor. Daha bugünden Rojava topraklarına göz dikilmiş, savaş ve işgal tehditleri savruluyor. Bu gerçeği germezden gelmek, es geçmek gelecekte her yönlü faşist saldırılar karşısında yenilgiler almayı da beraberinde getirecektir.
Hakim sınıflar yerel seçimlerin propaganda merkezine Kürtleri koymuş, bütün söylemlerini bu ırkçı, şovenist, katliam üzerinden yapıyor. Faşist Türk devleti yarın Rojava yı işgal etme cüreti gösterir mi diye sormak dahi bana abes geliyor. Çünkü Türk devleti her yönlü derin bunalım, kriz ve sorun yaşıyor, sorunların altında boğulmakla karşı karşıya, bu bunalımı Rojava ‘yı işgal ederek atlatabileceğini, toplumun gözlerine karanlık perde çekebileceğini sanıyor. Ama büyük bir yanılgı içinde olduğu da bir gerçek. Sorunun aslı burada yatıyor.
Seçimlere odaklanma, “seçimleri umut ve kuruluşumuzun yolu “göstermek ve ona hizmet eder propaganda ve ajitasyonla yetinmek sistemin ömrünü uzatmaya yarar. Ezilenlerin umudunu karartmak, kurtuluşa giden yoluna set çekmektir. Bu noktada,Türkiye Kürdistan’ında yerellerde demokrat, ilerici ve devrimci adaylar desteklenmeli, Türkiye özgülünde ise bütün faşist, ırkçı-şoven parti ve adaylar teşhir edilmeli, seçimlerin temeline faşist Türk devletinin her yönlü teşhiri konmalı, yeni demokratik halk devrimi propagandası yapılmalıdır. Bugüne damgasını vuran asıl sorun bu. Kaldı ki, Dersim üzerine gereksiz gürültüler koparılacağına genele yönelmek en doğru olandır. Birbirimizi tabi ki, eleştireceğiz, kendi doğrumuzu söyleyeceğiz, karşımızdakini iyi dinleyeceğiz, doğrusunu kabul edeceğiz, yanlışını da eleştirerek doğruyu kabul etmesine ikna edeceğiz, bu bizim devrimci görevimiz. Ama dostumuzu düşmanımızdan ayırmayı da çok iyi bileceğiz. Devrim uzun erimli bir sorundur. Yerel seçimler taktik göreceli kalıcı olayan bir sorundur. Devrimin dostları birçok konuda taktik ayrı politik yön izleyebilir. Bu en normal olan anlaşılır bir şeydir. Ayrı düşülen ve düşülecek olan daha önemli stratijik sorunlar var. Biz stratijik müttefiklerimizle uzun yol arkadaşlığı yapmayı unutarak, tamda düşmanın istediği pozisyonlara düşmekteyiz. Gelinen aşamada Türkiye ve Türkiye Kürdistan’ında yaşananlar unutulmuş, Dersim belediyesi bizimdir/ biz almalıyız yarışı bir bardak suda kıyamet kopararak devam ediyor. Sonuçta iki tarafta gereksiz tartışma, atışma, düşmanca söylemleri birbirine söylemekte, ideolojik, politik olmayan bel altı vuruşlar yapmaktalar. Düşmanı yaptığı yanlışla kendine güldüren iki yöneliş anlayış bu olsa gerek. Ki, bu gidişle Dersim’ e hakim olma sevdasından vaz geçmek, birbiriyle rekabeti asıl alan anlatılar kaybederek benziyor. Ne yazık ki, ortak bir uzlaşı yolu bulunmazsa şimdiden CHP ye Dersimi el birliğiyle teslim edecekler bu arkadaşlar. Bilinmeli ki, yasal- düzen içi her çalışma devletle el sıkışmayı beraberinde getirir. Bu noktada ; birinin müzakereye oturması, diğerinin makamına gelene bal ikram etmesi, diğerinin Erdoğan’ı ayakta alkışlaması mümkün olmaktadır. Yasal legal çalışmayı esasına koyan her kim olursa olsun bir elini devletin bürokrasisinden çekemez. Yeter artık birbirimizi yediğimiz, Karşımızda yüz yıllık bir faşist diktatörlük sürekliliğiyle karşımızda.
Ne CHP ile HDP`yi aynı göstermek doğrudur, nede Maçoğlunu Kemalist, ajan, devletin adamı, kayyumcu hain göstermek doğru bir tavırdır. Söylenmemesi gereken, sonrası pişman olunacak ağır sözler devrimcilere, yurtseverlere yakışmıyor.
Ayrıca Kürt ulusal hareketinin bu kadar olumsuz gelişmeye sessiz kalması, müdahalede bulunmaması düşündürücü. Kısacası; her iki kesimde parça üzerinden genele zarar vermektedir. Tam da bu noktada iki yanlış anlayıştan bir doğru çıkmaz.
18.01.2019 Hasan Aksu