
Tüm dünyada ve ülkemizde siyasi mücadelelerde ciddi bir artış görülüyor. Sınıfsal, ulusal, cinsel, dinsel, çevresel vb. çelişki ve mücadeleleri keskinleştiren şey kapitalist-emperyalist sistemin ekonomik ve siyasi kriz gerçeğidir. Ülkemiz de dahil tüm ülkelerdeki çelişki ve çatışmaları belirleyen genel çerçeve bu dünya tablosudur. Bu genel tablonun özel alanları tam da devrimci mücadelenin odak noktalarına işaret ediyor. Bu özel alanlardan biri ülkemizin de içerisinde bulunduğu “Ortadoğu” coğrafyasıdır. Günlerdir Suriye gündemiyle şekillenen bölge ve hatta dünya gündemi bunun kanıtıdır.
SURİYE, ROJAVA, ÖZERKLİK, PETROL…
ABD emperyalizminin TC’nin işgal saldırısına izin vermesi, petrol sahaları hariç ABD askerlerinin KuzeyDoğu Suriye’den çekilmesi, Suriye Demokratik Güçleri’nin TC sınır hattından geriye çekilmeyi içeren “Soçi Mutabakatı”nı onaylaması ve TC’nin işgal ettiği alanlar dışında sınır hattına Suriye ve Rusya askerlerinin konumlanması gibi gelişmeler savaş ve çatışma koşullarında yoğun bir siyasi trafik içerisinde şekillendi. ABD Başkanı Trump’ın IŞİD lideri Bağdadi’yi öldürdüklerine dönük açıklaması Suriye savaşında önemli bir noktaya gelindiğinin işareti olarak değerlendirilebilir. ABD’nin Suriye’deki petrol sahalarında asker tutacak olması ve yine YPG’nin ABD ile askeri olarak çalışmaya devam edecek olması yeni bir tartışmanın kapısını araladı ve Kürtleri çevreleyen denklem alabildiğine karmaşıklaştı.
Kürtler bir yandan Rusya ve Suriye ile “özerklik ve ulusal haklar” temelinde bir süreç yürütmekle karşı karşıya kalırken diğer yandan ABD ile çalışmaya devam edecek. TC’nin sürekli askeri ve siyasi baskısıyla karşı karşıya kalırken Suriye’nin de ulusal hakları ve özerkliği tanımak istemeyen dayatmalarıyla mücadele etmek zorunda kalacak. YPG’nin Suriye devlet ordusunun 5. kolordusu olma tartışmaları sürerken Kürtlerin askeri gücü gelecekte ciddi tartışmaların da odağında bulunacak gibidir. Kısacası Suriye savaşının belli bir noktaya ulaştığı, Suriye’nin Rusya’nın hamiliğinde sınırları dahilinde tekrar devlet otoritesini tesis edeceği düşünülse de siyasi çatışma ve mücadelelerin aralıksız devam edeceği söylenebilir. Ki Kürt ulusuna yönelik işgal, ilhak, ulusal hakların gaspı gibi saldırılar devam ettiği müddetçe mücadele de bir şekilde sürecektir.
İŞGAL, KAYYUM, CHP, HDP…
TC faşizmi Rojava’ya yönelik işgal saldırısını sadece sınırların ötesindeki bir harekat olarak planlamamış içeride de saldırılarını artırmıştır. Sınırlar içerisinde de bir saldırı harekâtı başlatıldı demek abartılı olmayacaktır. Faşist düzen güçleri dışında liberal, Cumhuriyetçi, ulusalcı, muhafazakâr, sosyal şoven vs. hemen her kesimi işgal politikasının arkasına dizmeyi, kalanları ise açık baskıyla susturmayı hedefleyen devlet, işgal harekâtı başladıktan sonra HDP’li 10 belediyeyi daha kayyum atamalarıyla ‘işgal’ etmiş, belediye başkanlarını ve birçok siyasetçiyi tutuklamıştır. Son dönemde Kürtlere yönelik her saldırı harekâtını manidar bir tarihe denk getirerek Türk şovenizmini kışkırtan iktidar, 29 Ekim “Cumhuriyet”in kuruluş tarihinde de Cizre Belediyesi’ne kayyum atayarak Kemalizmin tarihsel misyonunu devam ettirmiştir. HDP, kayyum atamasını “Halkların ortak mücadelesi ile kurulan Cumhuriyet’in 96’ıncı yılında…” diyerek kınasa da gerçekte “Cumhuriyet” dün de bugün de aynıydı; Türk hâkim sınıflarının işçi sınıfına, emekçilere ve tüm ezilenlere karşı kurulan faşist-Kemalist diktatörlüğüydü.
HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan’ın CHP’ye yönelik olarak “Biz, Türkiye’nin demokratikleşmesi için büyük bir ittifak kurmuştuk. İstanbul olmak üzere birçok yerde aday göstermedik. Bugün yaşananlara ses çıkarmayanlar, bizden cevabı mutlaka alacaklardır” sitemini dillendiriyordu. Ancak SDG’nin “ABD ‘güvenli bölge’ ile ilgili sözlerini tutmadı” eleştirisinin pratikte bir karşılığı olmadığı gibi Buldan’ın siteminin de bugün bir karşılığı yoktur. Birinde ABD emperyalizmine diğerinde TC’nin kurucu partisi faşist CHP’ye sağlanan her fayda karşılığında bir değer bulmadığı gibi Kürtlerin ve Kürt hareketinin sırtından hançerlenmesine hizmet etmiştir. Kılıçdaroğlu işgal tezkeresiyle ilgili olarak “içimiz yana yana evet diyeceğiz” derken Mardin Büyükşehir Belediyesi’ne kayyum atanmasının ardından Ahmet Türk’ü ziyaret ederek “dayanışma ve dostluk” gösteren CHP’li Muharrem İnce “o tezkereye gönül rızası ile ‘evet’ derdim” açıklamasında bulundu. Aslında Kılıçdaroğlu içinin yanmasının sebebini “oradaki askerimizin burnunun kanamaması için” diye belirtmişti.
ULUSAL SORUN, “BARIŞ”, EMPERYALİZM, ÖZGÜRLÜK…
Ancak ne yazık ki Kürt ulusal mücadelesinin ve özelde HDP’nin, karşılaştığı tasfiye saldırısı, kitle desteğinin alt sınırlara düşmesi ve tüm bu gelişmelerin yarattığı tıkanıklıkta düşman saflarda “dost”, “demokrasi”, “barış” arayışı onu sürekli olarak geri noktalara sürükledi. Bugün tekrar tekrar HDP’nin parlamentodan ve faşizmin tek taraflı yönettiği legal siyaset oyunundan çekilmesinin tartışılması bir gerçeğin de yansımasıdır. Onlarca farklı faşist saldırı ve uygulama ile fiilen siyaset yapma hakkı tanınmayan HDP, denebilir ki kapatılmaktan beter hale getirildi. Zaten HDP’yi bu duruma getiren de tüm bu gelişmelere karşın legal siyaset oyununda, parlamenter tiyatroda ısrarcı olması, sistemin faşist siyasetini ve kurumlarını meşrulaştıran bir duruma gelmesidir. Hem Suriye hem de Türkiye Kürdistanı’ndaki gelişmeler Kürt Ulusal Hareketi’ne devamlı olarak devrimci çizgiyi dayatmaktadır. Ancak KUH; “uzlaşma”, “barış” ve UKKTH dışında tanımlanan “demokratik özerklik” biçimindeki reformist politikasıyla her geçen gün daha fazla emperyalistlerin, faşist gerici güçlerin saldırı ve dayatmalarıyla karşı karşıya kalmaktadır.
İSYAN DALGASI, DÜNYA HALKI, PROLETER DEVRİMLER…
Kürt Ulusal Hareketi’ni dün bu reformist çizgiye sürükleyen, bugün yine onu faşist güçler karşısında sürekli tavizler vermek zorunda bırakan nesnel, evrensel “realite” emperyalizm gerçekliğidir. Sosyalist ülkelerde geriye dönüşler ve dünya devrim mücadelelerinde yaşanan gerileme, genel olarak ezilen ulus hareketlerinde özel olarak ise Kürt Ulusal Hareketi’nde emperyalizmle uzlaşmaya dayalı ulusal-reformist çizginin genel gelişim zeminidir. Ancak emperyalizmin veya farklı emperyalist blokların Kürt ulusal sorununda bir ‘demokratik bir çözüm’den yana olmadıkları Suriye savaşıyla bir kez daha gözler önüne gelmektedir. Ancak çağımız sadece “emperyalizm” çağı değildir aynı zamanda “proleter devrimler” çağıdır. Bu çağda ezilen ulus hareketlerinin karşı karşıya kaldığı “reformist” veya “devrimci” çizgi sorununun bağlandığı yerler de burasıdır. Yani ya emperyalizme ya da proleter devrimlere yüzünü dönme nesnel gerçeğidir. Eğer söz konusu ezilen ulusların kendi kaderini tayini ve diğer uluslarla tam hak eşitliği ise emperyalizmin bir seçenek olmadığı, tek seçeneğin proleter devrimlere yüzünü dönmek olduğu, başka bir deyimle sosyal ve ulusal kurtuluş mücadelelerinin ayrılmaz birlikteliği olduğu gün gibi açıktır.
Dünyanın onlarca bölgesinde kapitalist-emperyalist sisteme ve yerli gerici iktidarlara karşı yükselen isyan dalgası; Rojava’nın işgaline karşı Kürtlerin haklı ulusal mücadelesine destek ve sempatisini açık bir biçimde gösteren dünya halkları, yüzümüzü dönmemiz gereken devrimci, komünist, enternasyonalist alternatifi göstermektedir. Sınıfsal, ulusal ve tüm toplumsal çelişkilerin çözüm adresi, umudumuzu bağlayacağımız temel halka burasıdır. Dünyada, bölgemizde ve ülkemizde toplumsal çelişkiler her geçen gün artmaya ve siyasi mücadeleleri büyütmeye devam edecektir. Bu nesnel zemin riskleri barındırdığı gibi büyük devrimci fırsatların da zeminidir. Doğal olarak her şey dost ve düşmanları doğru tanımlamakta ve buna uygun olarak da devrimci çizgiyi tesis etmekte düğümlenmektedir.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 31 Ekim 2019 tarihli 47. sayısından alınmıştır.