Hatırlayın, 1991 tarihli “Terörle Mücadele Kanunu”nda 2006’da yapılan değişikliklerle, “terör örgütünün… yöntemlerini meşru gösterecek ya da övecek şekilde propaganda yapmak”, “örgüte ait amblem,resim ya da işaret taşımak, slogan atmak, ses cihazıyla yayın yapmak vb.” “suç” kapsamına alınarak “terör”kavramının kapsamı genişletildi, muğlaklaştırıldı. Ve toplumsal muhalefet, o gün bu düzenlemeyi geri püskürtemedi…Üzerinde uluslar arasından geçtim, ulusal mutabakata varılmamış, herkesin kendine (ve konjonktüre:AKP ile PKK arasında “barış süreci” yürütülürken AKP çevrelerinin “PKK ve lideri Öcalan’ın “terörist”sayılmayacağına ilişkin kendilerini nasıl parçaladıklarını hatırlayın lütfen! Ya da bugün “FETÖ” mahkûmuonlarca eski hâkim ve savcıyı…) göre tanımladığı, bir “boş gösteren” olarak nitelenebilecek “terör” kavramıbu denli muğlak, bu denli konjonktürel iken, kapsamının daha da genişletilmesi, esnetilmesi, kestirme birdeyişle “devletlûlar”a muhalif her söz ve eylemin “terör suçu” sayılabileceği bir ortama böylelikle geçişyapmıştık.Bugün cezaevlerinde genel kamuoyunda “terörist” yaftası yedikleri için içeride kırılsalar pek azinsanın kılının kıpırdayacağı binlerce tutsak bulunuyor: siyasi parti yöneticisi olmaktan, yazı yazmaktan,mitinglere, basın açıklamalarına katılmaktan, toplantılarda konuşma yapmaktan, yerel yönetimlerle ilgilifaaliyetlerden, sosyal medya paylaşımından, cumhurbaşkanına hakaretten, gazetecilik yapmaktan, slogan atmaktan, cezaevlerindeki tutsaklara para göndermekten, “gizli tanık” ifadelerinden, daha ne bileyim, halayçekmekten… binlerce kişi “terör suçlusu” damgasını yedi… Ve bu insanlar, yıllardır cezaevlerindeler. İşinçarpıcı yanı, şiddet içeren (bombalama, silahlı saldırı, soygun vb.) “terör” suçlarının adedi düşerken,cezaevlerindeki “terörle ilişkilendirilen” tutuklu ve hükümlülerin sayısının arttıkça artması. Tekrar ediyorum, “terör/terörist” yaftası bugün muhalifler üzerinde yürütülen cadı avında kullanışlıbir “boş gösteren” olmayı sürdürüyor. Ve 2016 Fethullah Gülen darbe “girişimi”nin ardından, hele kiBaşkanlık sistemine geçişle birlikte yargı kurumunun neredeyse tümüyle AKP’nin denetimi altınagirmesiyle muhalifler hakkında hazırlanan emniyet fezlekeleri “kes-yapıştır” yöntemiyle önce savcılıkiddianamesine, ardından da “mahkeme hükmü”ne dönüştürülürken, hepimiz, ama hepimiz potansiyel“teröristler” konumundayız. Ve “suç”umuzun kapsamı “devlet sırlarını ifşa”, “yabancı devletlere bilgiverme”, “darbe teşebbüsü” gibi akla seza yeni eklemelerle sürekli genişletiliyor.Ülkenin totaliter gidişatında iktidarın adli suçluların irice bir bölümünü serbest bırakma girişimi,bugün tıklım tıklım durumdaki cezaevlerinde yeni siyasi tutsaklara yer açma gayretinden öte bir anlamtaşımamaktadır. Malûm; Türkiye’deki 355 cezaevinin toplam kapasitesi 220 bin kişi[4] ama, şu an cezaevi mevcutsayısı 280 binin üzerinde. Bu doluluk oranı, Türkiye için bir ilk. (Ev hapsi ya da “denetimli serbestlik”tenyararlanan yaklaşık 700 bin kişi[5] de cabası: Bir başka deyişle 1 milyon kişi, yani kabaca 15 yaş üzeri her 62yurttaştan biri, “tutuklu” ya da “mahkûm” konumunda!)Bu 280 küsur bin kişi 220 bin kişilik yere nasıl mı sığıyor? “Tek kişilik ranza yerine konulan iki katlı ranzalarda ve hatta yerlere serilen yataklarda yatıyorlar. Nöbetleşe uyunan yerler bile var,” diyor HüseyinAykol. “Yetersiz beslenme, ısıtılmayan ve havalandırılmayan koğuşlar, gün ışığından faydalanamama,yeterli hekim ve sağlık personelinin bulunmaması, muayene ve sevk sürelerindeki uzunluk, hijyenürünlerinin parayla satılması, temiz ve sıcak suya erişememe, düzenli ve etkin bir sağlık hizmetindenfaydalanamama, kötü muamele…”[6] diye uzayıp gidiyor 11 siyasi partinin ortaklaşa imzasıyla yayınlanan bildiri. “Cezaevlerinde dört metrekareye bir insan düşmesi gerekirken bir buçuk metrekareye bir insandüşüyor” diyor, HDP milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu. “Keskin Cezaevi’nde 8 kişilik koğuşlarda 28kişinin kaldığını; bir koğuşta da 21 kadın ve 9 çocuğun kaldığını gördüm. Ceza ve Tevkifevleri GenelMüdürü’ne ‘Sekiz kişilik koğuşta 26 kişi kalıyor’ dedim. Genel Müdür, ‘Ne yapalım? Benim yapacağım birşey yok. Haklısınız, kalabalık ama mahkemeden gönderiyorlar biz de içeri alıyoruz’ dedi. Cezaevlerindekalan çocukların oyuncağı yok. Kreş sadece sözde var. Cezaevlerinde çok büyük dramlar yaşanıyor.”[7]Bu koşullar altında cezaevine sağlam girenin sağlıklı çıkması mümkün mü? Değil elbet. Nitekimcezaevi nüfusu kırılıyor. İHD’nin raporuna göre Türkiye cezaevlerinde 590’ı ağır olmak üzere 1564 hastatutsak var. Sağlıklarından sorumlu devletin kayıtsız bakışları altında birer birer ölüyorlar.[8]“Kanser hastası olan bir mahpusun abisiyle görüşüyorum,” diye anlatıyor hukukçu Esra Erin.“Kardeşine, kanser teşhisi konulduktan aylar sonra tam ışın tedavisine başlanmışken tedaviye başlanan hastane pandemi hastanesi ilan ediliyor ve aylar sonra başlanan tedavi kesilerek kardeşi cezaevine geri götürülüyor…2