MÜNİH: Bu haftaki TKP/ML davasının 3. duruşma gününde Dr. Sinan Aydın siyasi savunmasını yaptı.
Aydın savunmasında dünya genelindeki emperyalist sistemin doğası gereği olan katliamlarına ve çıkarcılığına ilişkin vurgular yaptı.
Daha çok Alman emperyalizmine, onun Türkiye ile olan ilişkisine ve bu ilişkinin süren davaya nasıl yansıdığını ifade etti.
Bu konuya yönelik Dr. Sinan Aydın, savcılığın iddanamesini ve mütaalasını hazırlarken sınıfsal karşıtlık üzerinden hareket ettiğini, mahkeme tarafından görevlendirilen bilirkişi Prof. Neumann‘ ın TKP/ML nin bir terör örgütü olmadığını, asıl teröristin ve diktatörün Erdoğan olduğunu söylemesine rağmen, savcılığın bu söylemleri hiç duymamış gibi davranmasına dikkat çekti.
Sinan Aydın siyasi savunmasının sonunda, bir gün çok güzel bir dünya kurulacağını söyleyerek, devrime ve komünizme olan inancını belirtti.
Dr. Banu Büyükavcı zamanın kısıtlı olmasından kaynaklı başladığı savunmasına mahkemenin verdiği kısa aradan sonra, 13.07. Pazartesi günü devam edecek.
Dr. Sinan Aydın, savunmasında Alman emperyalizminin tarihine Osmanlı ile başlayan ve TC ile devam eden çıkar ilişkilerine ve stratejik ortaklıklarına, Ermeni soykırımında Almanya`nın rolüne, Kürt Ulusal hareketine karşı ortak tutumlarına ve günümüzde devam eden çıkar ilşikilerine dikkat çekerek şunları dile getirdi;
“Savcılık makamının bireysel düşüncesini bilemem ama hizmetinde olduğu sınıfın refleksiyle, Alman emperyalizminin çıkarları uğruna Türkiye gibi faşizmin sürekli uygulandığı bir ülkeden, 220 duruşma boyunca ısrarla demokratik bir cumhuriyet yaratmaya çalıştı. Çünkü TKP/ML’yi terör örgütü ilan etmenin yolu, Türk Devleti’nin “korunması gereken demokratik bir ülke” olmasından geçiyor.”
Şu an bu salonda yargılananlardan hiç birinin çocukların ve sivillerin öldürülmesinden yana bir düşünceye sempati duyduğunu düşünmüyorum. Kaldı ki ne TKP/ML’ye ait olduğu öne sürülen ve bu salonda savcılık makamı tarafından okunan, ne parti tüzüğünde, ne de diğer belgelerde çocukları, sivilleri ve muhalifleri öldürmeye dair tek bir kelime ben duyamadım. Benim burada duyduğum TKP/ML’nin Türkiye’de hüküm süren devlet faşizminden kaynaklı silahlı mücadeleyi bir zorunluluk olarak tercih etmek zorunda kalmasıdır. Yani, okunan belgelerde TKP/ML, Türkiye gibi ülkelerde silahlı mücadele bir tercih değil, zorunluluktur diyor.
“Siz de biz de biliyoruz. Türkiye’de yaşananlar esasta ne Alman Devleti’ni ne de Alman Adalet Sistemi’ni yani Alman burjuvazisini hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Önemli olan ikili antlaşmaların devam edip etmediğidir. Türkiye’de insanlar sokak ortasında öldürülmüş, Kürtlere karşı katliama varan saldırılar olmuş, Aleviler diri diri yakılmış vb. bu yaşananlar genelde dünya egemenlerini, özelde ise Alman burjuvazisinin hiç mi hiç umurunda değil.
Bir ülke düşünün; ana muhalefet partisi CHP’nin başkanı adalet için, Ankara’dan İstanbul’a kadar yürüyecek. Parlamentonun üçüncü büyük partisi HDP’nin milletvekilleri adalet için, ülkenin dört bir yanından, Ankara’ya yürümeye çalışacak. Türkiye’deki hemen hemen tüm avukat barolarının başkanları adil yargılanma hakkı için çeşitli illerden Ankara’ya, oradan da İstanbul’a yürümeye çalışacak. Çalışacak diyorum çünkü her defasında polis saldırısına, gözaltılara ve engellemelere maruz kaldılar. Ve son olarak, iki avukat adil yargılanmak için bedenlerini ölüm orucuna yatıracak, ve böyle bir ülkeyi birileri bu salonda “korumaya değer demokrasi” olarak adlandıracak. İnsan ancak böyle bir mantığa güler. Eğer savcılık makamının iddia ettiği gibi Almanya, adaleti arayan bir devlet olsaydı, şimdiye kadar Türkiye ile olan ilişkilerini en azından askıya alması gerekmez miydi? Oysa tam tersine Almanya ile Türkiye arasında imzalanan antlaşmalara her geçen gün bir yenisi eklenmektedir.”
“Bu bağlamda, yarı sömürge yarı feodal Türkiye ile emperyalist Almanya arasındaki ilişkiyi anlamak için öncelikle bizim emperyalizmin ne demek olduğunu, karakterini ve yöntemlerini anlamamız gerekmektedir. Aksi takdirde bu ilişkiyi çözümleme şansımız olamaz. Bir adım daha ileri gidersek, 129/b maddesinin neden Almanya’da yasallaştırıldığını anlayamayız.
129/b maddesinin içeriğine bu salonda çok defalar dikkat çekildiği için tekrar girme ihtiyacı hissetmiyorum. Ama şunu eklemek isterim. Almanya, bu maddeyi kullanarak, çıkar ilişkisinde bulunduğu ülkelerin talepleri doğrultusunda, kendi sınırları içinde bulunan başka ülkelerin muhaliflerini kovuşturmaya tabi tutarak, onların başlarının üzerinde Demokles’in kılıcını sallayabilmektedir.”
“Her ne kadar savcılık makamı burada TKP/ML’yi sivilleri öldüren bir terör örgütü, Alman adaletini de bunu yargılayan bir kurum gibi göstermeye çalışsa da biraz tarih bilgisi olanlar gerçek katliamcıların sömürgeciler ve onların uşak devletleri olduğunu gayet iyi bilirler.
Bugün kendilerini demokrasinin merkezi olarak gören emperyalist ülkelerin tümünün tarihlerinde yaptıkları katliamların, soykırımların kanlı izleri mevcuttur. Bu katliamların tamamının nedeni ise sadece ve sadece gözü doymaz burjuvazinin daha fazla kâr hırsıdır.
Dünyada, üzerinde emekçilerin kanı olmayan tek bir servet yoktur. Bu bağlamda 19.yy’da ve 20.yy’da Avrupa devletlerinin yalnızca Afrika kıtasında yaptığı katliamlara kısaca göz atmak sanıyorum öğretici olacaktır. Asya, Avustralya ve Amerika kıtalarında yaşananları en az Afrika kıtasında yaşananlar kadar önemsiyorum.”
ALMANYA’NIN katliam yaptığı ülkeler:
Almanya yalnızca Namibya’da 92.000 insan öldürdü. Bu aynı zamanda 20.yy’ın ilk soykırımı olarak kabul edilir. 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında milyonlarca Yahudi’nin yanı sıra komünistleri, çingeneleri, Rusları ve Polonyalıları toplama kamplarında öldüren Almanya, Afrika’da Burundi, Çad, Gabon, Gana, Kamerun, Kongo Cumhuriyeti, Namibya, Orta Afrika Cumhuriyeti, Papua Yeni Gine, Ruanda, Tanzanya, Togo gibi ülkeleri sömürürken de birçok katliam yaptı.
Peki, kimdir kötü ve vahşi olan. Kimdir barışçıl olan. Emperyalist işgalciler mi, yoksa onlara karşı ölümüne direnenler mi?
Komünistler ve devrimciler asla ve asla ne katliamcıdırlar ne de halklar arasına nifak tohumları ekerler. Onlar kurtuluşun halkların birliğinden geçtiğini bilirler ve bu bilinçle hareket ederler. Yani savcılık makamının iddiasının aksine, TKP/ML, delil listesine konan tüzüğünden de anlaşıldığı üzere, halklar arasında güçlü birliği savunur. Ama ezilen ulusların olduğu yerde ulusların kendi kaderini tayin hakkını, yani her ulusun ayrılma hakkını koşulsuz ve şartsız savunmaktadır.
Biz olsak da olmasak da yarın çok daha güzel bir dünya kurulacak. Barıştan kardeşlikten yana. Bunun bir bedeli var ve devrimciler, komünistler bu bedeli canlarıyla kanlarıyla dünyanın dört köşesinde ödüyorlar.
Nazım Hikmet Ran’ın bir şiirinde dediği gibi;
Sen yanmasan
Ben yanmasam
Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa.”
Sinan Aydın siyasi savunmasının tümü;
01/07/2020
AHM-Münih