MÜNİH: Bugün, TKP/ML Münih davasında Komünist tutsaklardan Sami Solmaz geçen hafta başladığı savunmasını bitirdi. Yargıçlar senatosu TKP/ML davasında kararını 28 Temmuz Salı günü saat 10.00 da açıklayacak.
100 sayfayı aşkın bir savunma hazırlamış olan Sami SOLMAZ yaptığı siyasi savunmasında şunlara yer verdi.
‘’Komünistler, görüşlerini ve amaçlarını gizlemeye tenezzül etmezler. Hedeflerine ancak tüm toplum düzeninin zorla yıkılmasıyla yoluyla ulaşılabileceğini açıkça ilan ederler. Varsın egemen sınıflar bir komünist devrim karşısında titresin. Proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecekleri bir şeyleri yok. Kazanacakları bir dünya var.’’ (Komünist Manifesto)
NEREDE SÖMÜRÜ VE BASKI VARSA ORADA DİRENİŞ OLMUŞTUR, OLACAKTIR. BU İNSANLIĞI İLERİYE TAŞIYAN SINIFLAR MÜCADELESİNİN BİR YASASIDIR. BASKIYA, SÖMÜRÜYE, ZULME KARŞI DİRENMEK, MÜCADELE ETMEK BİR HAKTIR, GÖREVDİR, İLERİCİ İNSANLIĞIN, PROLETERYANIN BİLİNCİNİ TAŞIMANIN TARİHSEL SORUMLULUĞUDUR. BUNDAN DOLAYIDIR Kİ, FAŞİZME, EMPERYALİZME, FEODALİZME VE HER TÜRDEN GERİCİLİĞE KARŞI DİRENMEK, MÜCADELE ETMEK MEŞRUDUR, YARGILANAMAZ. BİZ BU TARİHSEL MEŞRUİYET ÜZERİNDEN YÜKSELİYOR VE BU HAKKIMIZI KULLANIYORUZ.
Sayın Başkan, Sayın Mahkeme Heyeti ve Sayın İddia Makamı,
Tutuklanmamızın üzerinden 5, davanın başlamasından bu yana ise 4 yılı aşkın bir zaman geçti. Toplamda beş yılı aşkın bir zamandır Alman devleti Alman yargısı eliyle bizleri adeta rehin tutmuş durumda. Üç yıla yakın bir zaman hapiste tutuldum ve her hafta 1400 km gidip geliyorum. Hayatımın tümü mahkemeye ayarlı biçimde geçiyor. Gelinen aşamada ise Savcılık makamı dört yıl ceza istiyor. Geçen bu kadar zaman yetmemiş! Gerekçe ‘’terörizm’’! Woody Allen’a atfedilen bir söz vardır ‘’Tanrıyı güldürmek istiyorsan ona kendi planlarından bahset’’ diye. Bu sözü mevcut duruma uygularsak şöyle modifiye edebiliriz:’’ Tanrı’yı güldürmek istiyorsan Alman Adalet ve Tüketiciyi Koruma Bakanlığı ve Alman yargısının terörizm yargılamalarından bahset’’. Alman Sol Parti Milletvekili Sahra Wagenknecht ’in bir sözüyle başlamak yerinde olur sanıyorum. Alman parlamentosunda terör ve dünya barışı sorunu üzerine konuşulurken Wagenknecht şöyle demişti: ‘’Terör örgütleri kurarak, silahlandırarak, petrol, doğalgaz ve enerji bölgelerini destabilize ederek kendi kurmuş oldukları terör örgütlerine karşı sözde savaşan, milyonlarca sivil insanın ölümüne ve mülteci konumuna düşmesine sebep olan NATO ve batılı ülkelerin, öncelikle kendi ruh sağlıklarını gözden geçirmeleri gerekir’’.
Savcılık makamı beni-bizi ‘’terörist’’ olarak tanımlamak için ciddi bir gayret göstermekte. Alman devleti/hükümetinin kararı ile açılmış bir davanın hazırlayıcıları bunu yapmak zorundadır. Alman devleti dünyanın sayılı emperyalist kapitalistlerindendir ve mali sermayenin, tekelci burjuvazinin devletidir. Bu sınıfların hizmetinde ve onların çıkarları doğrultusunda kendisini konumlandıran bir devletin/hükümetin komünistlere düşman olmasında şaşılacak bir şey yoktur ve eşyanın doğasına uygundur. Kendi sınıfının bilinciyle ve sınıfının kiniyle hareket etmektedir. Dostluğunu da düşmanlığını da belirleyen budur. İnsanlık tarihi boyunca egemen güçler karşıtlarını benzer tanımlamalarla adlandırmış, benzer demagojilerle, yalanlarla, hilelerle egemenliklerine karşı koyanları itibarsızlaştırmaya, değersizleştirmeye çalışmışlardır. Bu aynı zamanda kendi suçlarını gizleme gayretidir. Yaptıkları budur ve yapacakları da budur.
Son yılların demagojik kavramı ise ‘’terör’’ ve ‘’terörist’’tir. TKP/ML’yi ‘’terör örgütü’’ dolayısıyla bizleri de ‘’terörist’’ olarak tanımlama çabası nafiledir, sonuçsuz kalmaya mahkumdur. TKP/ML enternasyonal proletaryanın ülkemiz topraklarındaki temsilcisidir. Onurlu, direngen, halka hesap veren, faşist diktatörlüğe karşı mücadelesinde yüzlerce kadın, erkek militanını, kadrosunu şehit vermiş, binlerce TKP/ML militan ve kadrosu işkencelerle, infazlarla, gözaltında kayıplarla yüzyüze kalmıştır. Tüm bunlara rağmen sizlerin yapıştırmaya çalıştığı nitelikten her zaman uzak kalmayı becermiştir.
Peki ben kendimi(zi) nasıl tanımlıyorum? Her şeyden önce kendimizi komünist ve devrimciler olarak tanımlıyorum. Biz enternasyonal proletaryanın, tarihin tekerleğini ileriye çevirmek için can bedeli bir mücadele sürdüren, insanlık tarihinin tüm çelişkileri üzerinden kendisini biçimlendirmiş, ezilen, sömürülen, katledilen ama iradesini ve geleceğe olan inancını kaybetmeyen ilerici insanlık ailesinin günümüzdeki temsilcileriyiz. Bu yüzden belli bir ülkenin insanları olmamıza rağmen aynı zamanda enternasyonalistiz.
Biz gücünü tarihin derinliklerinden alan, insanlık tarihinin sınıflar arası mücadele tarihi olduğuna inanan, adımlarını tarihin akışına uyduran, eskiye, çürümüşe, köhnemişe vuran, yeniyi kuranlarız.
Biz emperyalizme, faşizme, feodalizme ve her türden gericiliğe başkaldıran, zincirlerinden başka kaybedecek şeyi olmayan tarihin gördüğü en devrimci sınıf proletaryanın tüm insanlık için özgür, bağımsız, sömürüsüz, savaşsız, barış içinde bir dünya yaratma idealinin temsilcileriyiz.
Biz ülkemizin Kürtleriyiz, Türkleriyiz, Lazlarıyız, Arapları ve Çerkezleriyiz. Biz ülkemizin Hristiyan halkları Ermenileriz, Rumlarız, Asuri-Keldanileriz. Türkiye ve Türkiye Kürdistanı’nın çeşitli ulus ve milliyetlerden ezilen halklarıyız. Biz aynı zamanda Asya’nın, Avrupa’nın, Latin ve Güney Amerika’nın, Ortadoğu’nun yok sayılmaya, aşağılanmaya, ötekileştirmeye sömürü ve zulme karşı direnenleriyiz.
Biz dünyanın her parçasında yapılan her zulüm ve baskıyı kendi benliğimizde, ruhumuzda hisseder, kendimize yapılmış olarak görürüz. Çünkü, biz kocaman insanlık ailesinin parçalarıyız.
Dünya gericiliğinin hapishane ve işkencehanelerinde biz vardık. Nazi Almanyasında kurşuna dizilen üniversiteli Scholl kardeşler bizlerdik. Onlarla aynı yaşlarda sosyalizmin anavatanında Nazi işgalcilerinin tüm işkencelerine direnen, asılırken son sözleri ‘’-Biz iki yüz milyonuz. İki yüz milyon asılır mı? Gidebilirim ben. Ama bizimkiler gelecekler. Teslim olun vakit varken. Kardeşler hoşçakalın. Kardeşler, kavga sonuna kadar. Duyuyorum nal seslerini geliyor bizimkiler!’’ olan genç kadın partizan Zoya’yla asılan da bizlerdik.
1871 Paris Komünarlarıyla beraber kurşuna dizildik, Rosa Lüxemburg ve Karl Liebknecht’le birlikte cesetlerimiz sokaklara atıldı. ‘’Belki biz olmayacağız ama bu çelik aldığı suyu unutmayacak’’ sözleriyle geleceğe olan inancı haykıran komünizmin Türkiye topraklarında temsilcisi komünist önder İbrahim Kaypakkaya ile Diyarbakır işkencehanelerinde katledildik.
Son sözleri ‘’Yaşasın Türk ve Kürt halkının bağımsızlık mücadelesi’’ olan Deniz Gezmişle darağacında asıldık. ‘’Biz buraya dönmeye değil ölmeye geldik’’ diyen Mahir Çayan’la kurşuna dizildik. Diyarbakır işkencehanelerinde zulme karşı bedenlerini ateş topuna çeviren, karanlığı aydınlatan dört kürt devrimci de bizlerdik.
Diyarbakır, Metris, Bayrampaşa, Ümraniye, Ulucanlar, Buca, Çanakkale…hapishanelerinde ölüm orucu ve açlık grevlerinde kurşunlanan, yakılan, işkenceyle katledilenler bizlerdik. Peru’nun Lima ve Callao hapishanelerinde vahşice katledilen 224 Perulu tutsak da bizdik. Tıpkı, İngiliz sömürgeciliğine karşı direnirken Long Kesh hapishanesinde açlık grevinden ölen Boby Sands’ın da bizler olduğu gibi.
Dün Anadolu’nun soykırım ve katliamlara uğratılan Hristiyan halkları Ermenilerdik, Pontos Rumlarıydık, Asuri ve Keldanilerdik. Ağrı’da, Koçgiri de, Zilan’da, Dersim’de katliamlara uğrayan Kürtlerdik. Bugün, Suriye’nin, Irak’ın, Libya’nın katledilen, evleri, şehirleri, ülkeleri başlarına yıkılan, milyonlarcası mülteci olan, binlercesi göç yollarında yaşamlarını yitiren halkları da biziz.
Hrant Dink olarak sokakta kurşunlanarak katledilen ermeni yine biziz. Cizre bodrumlarında katledilip yakılan, cesetleri parçalara ayrılan, panzer arkasından sürüklenen Hacı Lokman Birlik de biziz, öldürüldükten sonra cesedi çırılçıplak teşhir edilen kürt kadını Ekin Van’da.
14 yaşında polis kurşunuyla katledilen Berkin Elvan, 12 yaşındayken 13 kurşunla bedeni delik deşik edilen Uğur Kaymaz, cesedi çürümesin diye buzlukta bekletilen 10 yaşındaki Cemile Çağırca, bir hafta cesedi sokaklarda bekletilen Taybet Ana’da biziz.
Emperyalistler ve onların uşakları tarafından beslenen ve ortalığa salınan şeriatçı faşist çeteler tarafından Paris’te, Brüksel’de, Berlin’de, Londra’da, İstanbul’da, katledilen Almanlar, Fransızlar, Belçikalılar, İngilizler de bizlerdik. Şengal’de katledilen, köle olarak alınıp satılan Ezidi kadınların da bizler olduğu gibi.
Konser yasakları ve üzerlerindeki devlet terörü kalksın diye bedenlerini ölüm orucuna yatıran ve ölümsüzleşen Grup Yorum üyeleri Helin ve İbrahim, adil yargılanma talebiyle ölüm orucu yaparken işkence gören ve adalet için ölen Mustafa Koçak’ta biziz.
Nazi kamplarında milyonlarcası katledilen Yahudiler, romanlar, sosyalistler, komünistler ve Hitler faşizmine karşı direnen, savaşan Alman devrimci ve komünistleri de bizlerdik.
Hamburg, Münih, Ruhr Havzasında, Madrid’ de barikatlarda döğüştük, yendik, yenildik ama 17 Ekim 1917 Devrimi’nde Kışlık sarayda kazanan, Stalingrad’da Hitler ordularını yenen de bizlerdik. Berlin’e kızıl bayrağı diken de. Çin’de, Küba’da, Vietnam’da, Kamboçya’da, Laos’ta, Bulgaristan’da, Arnavutluk’ta olduğu gibi.
İşçiler, köylüler, emekçiler, kadınlar, çeşitli milliyetlerden halklar için yeni bir dünyayı kuran bizlerdik. Tüm insanlığın barış ve kardeşlik içinde yaşaması için kendi yaşamlarından vazgeçenler de.
Tıpkı komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın ‘’Belki biz olmayacağız ama bu çelik aldığı suyu unutmayacak’’ ya da Alman halkının yiğit kadın Marksist ve komünisti Rosa Luxemburg’ un ‘’Vardık, varız, var olacağız’’ sözlerinde olduğu gibi.
Ne şan ne şöhret ne de bireysel menfaat peşinde olduk. Ne birilerini sömürdük ne birilerine zulmettik. Baktık, gördük, öğrendik ve yürüdük. Bilime inandık, hurafeleri reddettik. Tarihi okuduk, felsefeyi okuduk, ekonomiyi okuduk, günümüzü gözlemledik, yorumladık, daha iyi bilenleri dinledik, onlardan da öğrendik. Ne aklımızı kiraya verdik ne de birilerinin aklını satın aldık. Biz insandık, sadece insan olarak kaldık.
Ezilen, sömürülen baskı altında tutulan, ötekileştirilen işçilerin, emekçilerin, erkek egemenliğinden özgürleşme mücadelesi veren kadınların, LBGTİ bireylerin, çocukların, kimlikleri reddedilen çeşitli milliyetlerden ulus ve azınlıkların, yağmalanan doğanın sesi olmaya çalıştık. Olduğumuz budur, istediğimiz budur ve yaptığımız budur.” dedi.
Sami Solmaz`ın savunmasını bitirmesi ardından, Münih TKP/ML davasının kararının açıklanacağı 28 Temmuz günü Münih OLG Mahkemesi önünde tüm devrimci- demokrat kurumların ortaklaşa katılacağı kitlesel bir Mitingin düzenlenmesi planlanıyor.
AHM- Münih
20/07/2020