TKP/ML ve KKE(m-l) tarafından Politeknik ayaklanmasının 49.yıl dönümünün üç günlük kutlamaları kapsamında 15 Kasım Salı akşamı, Türkiye-Yunanistan egemenlerinin şovenist politikalarına karşı halkların ortak mücadelesine ilişkin Atina’da ortak panel düzenlendi.

Yunanistan Ve Türkiye halklarının ortak mücadelesi kapsamında yapılan panelde KKE(m-l) adına yapılan konuşma. “17 kasım 1973’de Atina Politeknik üniversitesinde başlayan Anti-Emperyalist, Anti-Faşist Ayaklanmanın 49. yılı sona eriyor. Halkımızın Gerçek düşmanı Emperyalizm ve onun güdümündeki Faşist Cunta ve ABD – NATO Emperyalistlerine karşı direniş her zaman Haklı ve meşrudur. Avrupa’da, Ukrayna’da ABD ve NATO Emperyalistleri ve Rusya’nın da dahil olduğu Haksız bir savaşın patlak vermesinden sonra bu savaşın yarattığı Sonuçlarla Gerici Türk-Yunan Çatışması başka bir seviyeye ulaştı. Neredeyse hergün Türk ve Yunan hükümetleri arasında Saldırgan ve kışkırtıcı açıklamalar yapılmakta, tehditler, karşılıklı silahlanma yarışına dönüştü. Bunların yanısıra bir de Türkiye-Yunanistan arasında yaşanan Mülteci krizi var. Mülteci meselesinde bir birlerinden hiç bir farkı olmayan iki burjuva sınıfı, mültecileri karşılıklı tehdit siyasetine yön verecek duruma getirdi.
Türkiye ve Yunanistan’da Emperyalizme ve Faşizme karşı Mücadele edenlerin yapması gereken Haksız Savaşlara karşı Güçlü bir karşı koyuş örgütlemektir.
Yunanistan ve Türkiye işçi sınıfının, bu iki Burjuva sınıfının Çıkar savaşlarına karşı durmak, ve ortak bir cevap olmak için daha fazla ortak mücadelelerde buluşmak gerektiği” anlatıldı.
TKP/ML adına yapılan konuşmada : Türkiye Yunanistan İlişkileri, Dünyada ve Bölgede Durum
Emperyalist kapitalist sistemin hem dünya halkları ile olan çelişkileri, hem de kendi iç çelişkileri sürekli biçimde derinleşen bir yönde ilerlemektedir. Emperyalistlerin birbiri ile olan çelişkilerinin derinleşmesi ve Pazar çekişmesinin şiddetlenmesi; dünyanın birçok yerinde ihtilaflı alanların çatışma alanlarına dönüşmesine ve yeni ihtilaf alanlarının doğmasına sebep olmaktadır. Ortadoğu’dan Afrika’ya, Latin Amerika’dan Asya Pasifik’e oradan Avrupa’ya kadar geniş bir alanda bu durumun izleri görünmektedir. Son olarak ABD emperyalizmi liderliğindeki NATO’nun savaş kışkırtıcılığı ve yayılmacılığı ile birlikte Rus emperyalizminin Ukrayna işgali giderek keskinleşen çıkar çatışmasının bir dışa vurumu olmaktadır. Önemli ihtilaf alanlarından olan Asya Pasifik’te Çin’e yönelik Tayvan özgülünde yine ABD liderliğinde gerçekleştirilen savaş kışkırtıcılığına karşı Çin sosyal emperyalizmi de işgal tehditleri ile cevap vermektedir. 2008 krizinin dalgalar halinde devam ettiği bir süreçte, pandemi ile birlikte üretim arzında yaşanan şoklar ve tedarik zinciri krizlerinin baş göstermesi, ardından emperyalist çekişmenin derinleşmesi ve Rusya’nın Ukrayna işgali gibi olgular, krizler bulutunun git gide yoğunlaşmasına yol açmaktadır. Enerji ve tedarik zinciri krizlerinin gün geçtikçe etkilerinin daha fazla hissedilmesi ise tırmanan enflasyon, alım gücünün erimesi ve gıda dahil olmak üzere farklı alanlarda da krizleri beslemektedir. Emperyalistler, yakın sürece kadar özellikle yarı-feodal yarı-sömürgeler üzerinden mevzi savaşları yürüterek Pazar mücadelesini yine kanlı bir biçimde sürdürmekte idi. Tüm bunlara rağmen ilişkilerini, “stratejik ortaklık” adı altında bir ölçüde devam ettirmekte ve gerginlik düşük yoğunlukta seyretmekte idi. Ancak son yıllarda bu durum değişmiş, emperyalistler daha fazla karşı karşıya gelmeye başlamış, “stratejik ortaklık”, yerini “açık düşmanlık” hukukuna bırakmıştır.
Ekonomik ve politik krizlerin yoğunlaşıyor oluşu ise dünya halklarına daha fazla sömürü, daha ağır yaşam koşulları ve daha fazla katliam anlamına gelmektedir.

Kuzey’den İskandinav sınırından Güneydoğu’da Tayvan’a kadar geniş bir bölgede NATO tarafından çizilen yay boyunca, emperyalist rakipleri Çin ve Rusya’ya karşı yayılmacı ve savaş kışkırtıcı bir politika sergilenmektedir. Karşılığında ise aynı biçimde işgal ve emperyalist saldırganlık tehditleri Rusya ve Çin emperyalizmi tarafından sıklıkla dile getirilmektedir. ABD emperyalizmi, savaşı diğer emperyalist rakiplerinin kapısına getirmekte, Pazar alanlarında etkinliklerini kırmaya çalışmaktadır. Bu çekişme aynı zamanda bağımlı ve yarı-feodal yarı-sömürge ülkeleri de derinden etkilemekte, çelişkilerin keskinleşen bir ivme kazanıyor oluşu, bağımlı ülkelerde etkisini daha da sert bir biçimde göstermektedir. Krizlerin yoğun etkilerinin açığa çıktığı bu ülkeler, yalnızca ekonomik olarak değil politik açıdan da çıkmazdadır. Emperyalistlerin bu süreçte daha sıkı ekonomik politikalar ve daha dar para politikaları izliyor oluşu; bu ülkelerin daha fazla borçlanmasına, dünya genelinde üretim bazlı ekonomik büyümenin zayıflamasına, istihdamın daralmasına ve işsizliğin artmasına sebep olmaktadır. Bu durum ise dizginlenemeyen enflasyon ve halkın satın alma gücünün gün geçtikçe erimesine sebep olmaktadır.
Ayrıca bu krizler ortasında bağımlı ülkeler için diğer bir büyük sorun ise, diğer bağımlı ülkeler ile olan çelişkileridir. Bu süreçlerde bağımlı ülkeler, efendileri olan emperyalistlere en iyi kimin hizmet edeceğinin belirlenmesi adına kendi içlerinde de mücadeleye girişmektedir. Her ne kadar emperyalist çelişkilerin keskinleşmesi ile birlikte bağımlı ülkeler arasındaki çelişkiler daha düşük bir profilde seyretse de çelişkinin yarattığı ihtilaflar sürmektedir. Bu durumun en somut örneği Türkiye ve Yunanistan ilişkileridir. Özellikle 2015 yılı sonrası gerginleşmeye başlayan ilişkiler, son zamanlarda savaş çığırtkanlığı yapacak düzeye ulaşmıştır.
Bu durumun esaslı yönü, Türkiye’nin son yıllarda gelişen politik ve ekonomik çıkmazları sebebi ile hemen her alanda saldırgan bir politik tutum belirlemiş olmasıdır. İç politikada başta komünistler ve devrimci hareketler olmak üzere, kendilerine yönelen en küçük muhalif tutuma saldırgan tutum takınılmakta; fabrikalarda, üniversitelerde, hapishanelerde, sokaklarda, dağlarda, hak arama mücadelesinin olduğu tüm alanlarda ordusu ile birlikte bu mücadelelerin karşısına dikilmektedir. En küçük demokratik eylemlere dahi tahammül edilememekte, eylemler, en ağır biçimde bastırılmaya çalışılmaktadır. Türkiye faşizminin bu derece sınır tanımaz bir evrede oluşu aynı zamanda bir korkunun ifadesidir. Egemen gerici sınıfların çelişkileri hat safhadadır; bu durumda örgütlü halk hareketi karşısında ne derece aciz kalacaklarını bilmektedirler. Bu sebeple herhangi bir gelişmenin büyümesine olanak vermemek için saldırgan tutumlarını artırarak devam ettirmektedir. Ancak bu saldırgan tutum her ne kadar kısa vadede sistemin işine yarıyor gibi görünse de halk ile gerici egemenler arasındaki çelişkiyi de aynı oranda keskinleştirmekte; kendileri için daha yıkıcı mücadelelerin zeminini yaratmaktadırlar. Türkiye ve Yunanistan arasında köpürtülen düşmanlık söylemleri, iki ülke halkının gerici egemen sınıfları hedefleyerek ortak mücadele geliştirmelerinin de engellenmesini hedeflemektedir. İki gerici devlet de şovenist söylemleri kullanarak ortak çıkarları olan iki halkı düşmanlaştırmaya çalışmakta, böylece kendi iktidarlarının devamlılığını sağlamaya çalışmaktadır. İki gerici devlet arasında gerici rekabet ve ihtilafların olduğu doğrudur, ancak bu gerginliklerin sebebi, onların emperyalistlerin çıkarlarını kimin daha iyi koruyacağına ve kimin emperyalistlerden artan kırıntılardan daha fazla yararlanacağına dair bir çekişmedir. Bu sebeple de her iki ülkenin gerici sınıfları, kendi ülkelerinin kaynaklarını pervasız bir şekilde emperyalistlerin talanına sunmaktadır. Ekonomik ve politik olarak içerisinde bulundukları çöküntü halini, bu gibi gerginlikleri köpürterek gölgelemeye, kamuoyunu gerçek sorun ve çıkarlarından uzaklaştırmaya çalışmakta ve kendi gerici çıkarlarının hizmetinde tutmaya çalışmaktadırlar. Ancak iki gerici devlet arasındaki düşmanlık hukukunun niteliği, halklar açısından geçmişe göre daha fazla açığa çıkmaktadır. Onların çıkar çatışmasının niteliği berrak bir şekilde açığa çıkmaya başladıkça, halklar arasında karşılık bulmamakta ve öfke artık daha fazla gerici egemen sınıflara ve onların şoven politikalarına karşı yönelmektedir.
Egemenlerin bu politikaları izlemesi bir korkunun ürünüdür aynı zamanda. Bu korkunun sebebi, ağırlaşan koşullar ve derinleşen çelişkiler ile birlikte halkın kendi çıkarları ekseninde örgütlenme zemini de kuvvetlenmektedir. Bu sebeple halkları kendi gerçek gündemi ve çıkarlarından saptırarak kendi belirledikleri gündemler ile oyalamaya çalışmakta, kendi gerici politikalarına göre şekillendirmeye çalışmaktadır. İlerleyen sürecin tüm dünyada yoğun ekonomik ve politik krizlere gebe olduğu görünmektedir. Bu da dünya halklarının emperyalist kapitalist sistem ile çelişkilerinin artacağına işaret etmektedir. Bu ağır koşullar, aynı zamanda komünistlere ciddi olanaklar anlamına gelmekte, büyük görevler yüklemektedir. Türkiye ve Yunanistan gerici egemen sınıflarının savaş çığırtkanlığına ve şovenizmi yayma girişimlerine karşı da bizlerin, iki ülke halkının ortak çıkarları ekseninde sınıf mücadelesini örgütleme sorumluluğumuz vardır. Çünkü proletaryanın ve ezilen emekçi halkların, gerici egemen sınıflar ile hiçbir ortak çıkarı yoktur, onlar gerçek düşmanlardır. Bu ortak mücadeleyi örgütleyecek, önderlik edecek ve egemen güçleri tarihin çöplüğüne gönderecek yegane güç ise Komünist Partilerdir.
Bununla birlikte özellikle dünya genelinde yaşam koşullarının ağırlaşması ve çelişkilerin derinleşmesi ile birlikte gerici sınıfların politikaları, halklar arasında karşılık bulmamakta ve öfke artık daha fazla gerici egemen sınıflara ve onların şoven politikalarına karşı yönelmektedir. Bizlerin de gerici sınıfların korkularını büyütmek, onların egemenliğini yıkmak için, ortak mücadeleyi geliştirmemiz gerekmektedir.
Yaşasın Proletarya Enternasyonalizmi!
Yaşasın Halkların Emperyalizme, Kapitalizme ve tüm gericiliğe Karşı Mücadelesi!
Yaşasın Partilerimiz; KKE(m-l) ve TKP/ML “ denildi. Yapılan açıklamaların ardından, Katılım sağlayan kitle ile soru ve cevap kısmından sonra Etkinlik sonlandı.