Anti-emperyalist Mücadeleyi dünya çapında birleştirmek ve daha etkili karşı koyuşlar örgütlemek ve sürmekte olan anti-emperyalist mücadeleleri devrimci çizgi temelinde yükseltmeyi amaçlayan AIL – Anti Emperyalist Lig`in kuruluş çalışmalarının başlatıldığı duyuruldu.
https://ail-red.com sitesi üzerinden çok dilli olarak yapılan çağrılarda AIL`in amaçları, politikaları ve işleyişine ilişkin açıklamalar yer almaktadır.
Tüm devrimci kesimlerin dikkatini çekecek olan açıklamayı ve AIL web sitesini yayımlıyoruz. (AHM- Haber Merkezi )
Dünyanın Bütün Antiemperyalistleri, Birleşin!
EMPERYALİST SALDIRI SAVAŞLARINA, HAKSIZ SAVAŞLARA, HER TÜRLÜ GERİCİLİĞE VE FAŞİZME KARŞI BİRLEŞİK BİR MÜCADELE ÖRGÜTLEYELİM! EMPERYALİZMİ VE HER TÜRLÜ GERİCİLİĞİ TARİHİN ÇÖPLÜĞÜNE GÖNDERELİM! ANTİEMPERYALİST LİG
Enternasyonal Proletaryaya, Ezilen Dünya Halklarına, Antiemperyalist Güçlere, Devrimci ve Demokratlara Çağrımızdır!
Tarihte var olmuş tüm büyük egemen sömürücü sistemler gibi, emperyalist sistem de ekonomik, siyasi, sosyal ve askeri krizlerle boğuşmaktadır. Kesintisiz bir biçimde devam ettirdiği yağmacı savaşlarına, sınırsız baskı ve sömürüne rağmen varlığını sürdürmekte zorlanmaktadır
Dünyamız çalkantılar, derin bir huzursuzluk ve değişim dönemi içindedir. Sadece otuz yıl önce emperyalizm, özellikle de (ABD ) Yankee emperyalizmi, “tarihin sonu”nu ilan etti! “Pax Americana” ile “ebedi barış”ın gerçekleştiğini söyledi. Bundan sonra “dünya polisi” tarafından güvence altına alınan barış, demokrasi ve refah dolu bir geleceğe adım atıldığının devasa propaganda araçları ile dünya çapında propagandasını yaptı. O sözlerin edildiği zamandan günümüze geçen süreç gösterdi ki emperyalistlerin vaat ettiği “cennet” dünyanın ezilen halk kitlleleri açısından yeryüzünde cehennemin yeniden yaratılmasıydı. Emperyalistlerin “büyük cennette yaşam” vaatlerinde bulunmasından günümüze savaş ve yıkımın olmadığı tek bir gün dahi görülmedi. İnsanlık tarihinde hiçbir zaman bu kadar çok yiyecek ve bu kadar çok açlık olmamıştır. Her gün 25 binden fazla insan açlıktan hayatını kaybediyor. Resmi rakamlara göre 59 ülkede 280 milyon insan aşırı açlık çekerken, bir milyardan fazla insan da ciddi gıda kıtlığı çekmektedir.
Buna karşılık devasa bir zenginlik az sayıda insanın elinde toplanmaktadır. En büyük 26 milyarder, en yoksul 800 milyon insan kadar servet biriktiriyor. Dünya işçi ve emekçileri satın alma güçlerini ve emek haklarını hızlı bir şekilde kaybederken, tekellerin yararına artan sömürü ile daha fazla zenginlik yaratılıyor. En zengin beş kişi son 3 yılda servetlerini ikiye katlarken, 500 milyon insan yoksulluğa sürüklendi.
Emperyalistlerin yarı-feodal, yarı-sömürge ve geri bıraktırılmış tüm ülkelerdeki tahakkümü ve uygulanan tarım politikaları tüm dünyada köylülerin büyük ölçüde yerlerinden edilmesine yol açmaktadır. Tarım alanları, büyük tarım tekelleri ve büyük toprak sahipleri tarafından kesintisiz yağmalanmakta, tarım alanları, az sayıdaki uluslararası tarım tekelleri ve büyük toprak sahiplerinin elinde toplanmaktadır. Bu durum, toprak sorununun öneminin daha da fazla artmasına neden oldu. Dünyanın en büyük tarım sömürücüleri olan %1’lik kesim, dünya tarım alanlarının %70’inden fazlasını sömürmektedir. Dünya nüfusunun neredeyse yarısını oluşturan yoksul köylüler, küçük toprak sahipleri, topraksız köylüler tarım alanlarının yüzde 30’una sahipken dünya çapında tüketilen gıdanın en az %70’ini üretmektedir. Emperyalistlerin dayattıkları tarım politikaları ile daha da artan sömürü ve toprakların gaspedilmesi, özellikle yoksul ve topraksız köylülerin içinde bulunduğu şartları daha da kötüleştirmiştir. Yoksulluğu derinleşen ve açlıkla boğuşan ve topraklarından sürülen köylü kitleleri şehirlerde yoksulluk içindeki gecekondu ya da kulübelerde yaşama savaşı vermektedir. Emperyalistlerin özellikle yarı-feodal, yarı-sömürge ülkelerdeki tahakkümü ve uygulanan tarım politikaları tüm dünyada köylülerin büyük ölçüde yerlerinden edilmesine yol açmaktadır. Kırsal alanlarda artan göç dalgaları, emperyalist tahakkümden kaynaklı yarı-feodalizm ve yarı-sömürgeciliğin bir sonucudur.
1992’de Rio de Janeiro’da düzenlenen Dünya Zirvesi’nden bu yana emisyonlar, düşüşün aksine %60 oranında artmıştır. Özellikle ezilen ülkelerde, “doğal çevreyi” savunma kisvesi altında emperyalistlerin sömürülerini artırmaları için yeni alanlar oluşturulmuştur. Bu ülkelerin sanayileri ve doğal kaynakları daha fazla tahrip edilmiş, bu da kitlelerin, özellikle de köylülerin ve yerli halkların durumunu daha da kötüleştirmiştir.
Sadece 2001 yılında başlayan savaşlar – Irak, Libya, Afganistan vb. – doğrudan ve dolaylı olarak 4.7 milyon kişinin ölümüne yol açmıştır. Bugün dünya genelinde 110 milyondan fazla insan savaş, zulüm ve her türlü çatışma nedeniyle yerlerinden edilmiş durumdadır. Siyonizmin Filistin halkına karşı yürüttüğü saldırı savaşı bir istisna değildir, emperyalizmin ve dünya gericiliğinin gerçek yüzünden başka bir şey değildir. Sadece Gazze Şeridi’ne yönelik cani Siyonist işgalde, enkaz altında kayıp olan on binden fazla kişiye ek olarak, Ekim 2023’ten bu yana 35 binden fazla Filistinli öldürüldü. Filistin’de öldürülen gazetecilerin, doktorların ve insani yardım çalışanlarının sayısı, yirmi yıllık Vietnam Savaşı ya da sekiz yıllık Irak Savaşı sırasında öldürülenlerin sayısından daha fazladır.
Emperyalizm her alanda gericiliktir, hakların kaybıdır. Faşizme giden yolu açan kalıcı gericileşmedir. Soykırım, savaş suçları ve sözde insan haklarıyla ilgili uluslararası yasalar ve anlaşmalar, onları yaratanlar tarafından çöpe atılmakta, sadece çeşitli emperyalistlerin çıkarları söz konusu olduğunda başvurulmaktadır. Avrupa, Amerika Birleşik Devletleri ve diğer ülkelerde Filistin ile dayanışmanın bastırılması, emperyalist ülkelerde burjuva toplumların övündükleri ifade, toplanma ve örgütlenme özgürlüğü gibi temel demokratik hakların kolaylıkla ihlal edildiğini göstermiştir. Siyasi tutsaklar, asgari haklarının dahi güvence altına alınmadığı dünyanın dört bir yanındaki emperyalizmin ve uşaklarının hapishanelerinde tutulmaktadır. Buna ek olarak, zulüm gören, gözaltına alınan, öldürülen ve kaybolan yüz binlerce kişi daha bulunmaktadır.
Emperyalizm dünya halklarında derin bir öfke uyandırmakta, büyük kitlelerin mücadelesi için hem maddi hem de manevi koşulları hazırlamaktadır. Halk direnişleri, her şeyden önce, hayat pahalılığı, barınma, kamu sağlığı, parasız eğitim, emek ve örgütlenme haklarını savunmak, baskılara karşı ve siyasi hakları için ayaklanan işçilerin dünya çapında artan seferberliğinde ifadesini bulmaktadır.
Emperyalizm insanlık açısından korkunç ve yıkıcı savaşlar vermeden yıkılmayacaktır. Sadece gezegenin dört bir yanındaki milyarlarca kitlenin örgütlenmesi ve mücadelesi emperyalistleri ve onların uşaklarını yeryüzünden silebilecektir. Kitleler tarihin yapıcılarıdır ve onlar olmadan hiçbir şey başarılamaz. Halkın ileri kesimlerinin, komünistlerin, devrimcilerin, demokratların, bilinçli işçi ve köylülerin, ilerici aydınların ve öğrencilerin görevi halkın çoğunluğuyla birleşmek, tereddütleri aşmak ve ezici çoğunluğun mücadelesini harekete geçirmektir.
Enternasyonal proletaryayı, ezilen halkları ve dünyanın ezilen ulusların mücadelelerini birleştirmek, emperyalist savaş saldırganlığına, haksız savaşlara, gericiliğe ve faşizme karşı geniş ulusal ve uluslararası birliktelikler sağlamak acil bir görevdir. Halkların çoğunluğunu emperyalistlere ve onların kışkırtıcılarına karşı birleştirmek için koşullar elverişlidir.
“Emperyalistler Kağıttan Kaplanlardır”. Dünyanın Ezilen ve Sömürülen Halklarının Birleşik Gücü “Kağıttan Kaplanı” Paramparça Edecektir!
Kapitalizmin en yüksek aşaması emperyalizm tekelci, çürüyen, can çekişen ve kaçınılmaz olarak kendi sonunu hazırlayan çelişkilerle varolan bir sömürü ve yağma sistemidir. Tüm sistem tekelci sermayenin en fazla karı elde edebilmesi üzerine üzerine kuruludur. Derinleşerek yaygınlaşan sömürü, doğanın sınırsız tahribi ve canlıların doğal yaşam alanlarının yok edilmesi, her türden gericiliğin desteklenmesi, halklar arasında düşmanlıklar yaratılması ve bunun desteklenmesi, halkların kendi kendilerini yönetmelerinin ve ulusal bağımsızlıklarının engellenmesi, pazar alanlarının yeniden ve yeniden paylaşımı için bitmek tükenmek bilmeyen haksız savaşlar, savaş bütçelerine ayrılan kaynakların devasa artışı tek bir amaca hizmet eder; tekellerin dünya üzerindeki egemenliğinin her ne pahasına olursa olsun sürdürülebilirliğini sağlamak. Serbest rekabetçi kapitalizmden tekelci kapitalizme geçişten günümüze bu sistemin sürdürülebilirliği için milyonlarca insanın yaşamına malolan iki büyük dünya emperyalist paylaşım savaşına, emperyalistlerin doğrudan işgalleri ve yine emperyalistlerin yönlendirme ve kışkırtmalarıyla onlarca bölgesel savaşlara tanıklık edilmiştir. İçinde bulunduğumuz zaman diliminde bu savaşlar devam etmektedir ve edecektir. Haksız savaşlar ve işgaller bir taraftan emperyalistlerin mutlak hakimiyet politikasının bir sonucuyken aynı zamanda savaş sanayi açısından muazzam kar alanları yaratmak demektir. Emperyalizm milyarlarca insanın kölelik şartlarında yaşamasının, halkların baskı altında tutulmasının sorumlusudur. Mali sermayenin egemenliği için uygulanan her türden sömürü ve vahşetin yükünü ise dünyanın işçi ve emekçileri, ezilen halkları çekmektedir. Milyarlarca insan en ağır şartlar altında yaşam mücadelesi vermekte, emperyalistler ve uşaklarının baskılarıyla yüzyüze kalmaktadırlar.
İkinci dünya emperyalist paylaşım savaşından günümüze emperyalist sistemin hegemon gücü ABD emperyalizmidir ve dünya üzerinde yaşanan her türden sömürü, yağma, haksız savaşlar ve işgallerin baş aktörüdür. Kapitalizmin eşitsiz gelişim yasası gereği belirleyici hegemon güç olma durumu giderek daha fazla aşınıyor ve Çin, Rus, İngiliz, Alman, Fransız vb. emperyalistleri dünya ekonomik, siyasal ve askeri parametrelerinde geçmişe oranla daha etkili hale gelmiş olsalar da ABD emperyalizmi hala emperyalist sistemin merkezinde yer almakta ve gidişatı belirleyen ana aktör durumundadır. Diğer taraftan ise emperyalistler arası derinleşen çelişkilere paralel kendi aralarında ve kendilerine bağımlı güçleri de peşlerine takarak karşılıklı pozisyonlarını sağlamlaştırmaya çalışmaktalar. Bu yüzden aralarındaki çelişkilere rağmen sistemin devamlılığı ve kendi pozisyonlarını güvence altına almak için çeşitli ekonomik, askeri ve siyasal birliktelikler, ittifaklar oluşturmaktadırlar. Emperyalistler ve uşakları arasında derinleşen çelişkiler ve saflaşmaların yarattığı yıkıcı sonuçların etkileneni ise her zaman olduğu gibi dünyanın işçileri,yoksulları ve ezilen halkları olmaktadır.
1917 Büyük Ekim Devrimi ile başlayıp dünya nüfusunun üçte birini emperyalist sistemden koparan Yeni Demokratik ve sosyalist devrimler dalgası yaşanan sosyalizmden geriye dönüşlerle birlikte emperyalistler açısından dünyanın işçileri ve ezilen halklarına karşı dozu her geçen gün artan saldırganlığın pervasızlaşarak devamına zemin sunmuştur. Fakat emperyalistler ve uşakları açısından görece avantaj sağlayan koşullar sona ermektedir. “Demokratik rejim” olma argümanı ile sömürü sistemlerinin “faziletlerini” propaganda eden emperyalistler kapitalizmin derinleşen genel krizinin ağırlaştırdığı yönetme sorunları nedeniyle her geçen gün burjuva devletin baskı güçlerinin gerek yasalarla gerekse de fiili olarak etki ve yetkilerini artırmakta ve daha fazla devlet şiddetini halk üzerinde sergilemektedirler. Polis ve Jandarmanın yanı sıra bizzat ordu güçleri de halkın karşısına çıkarılırken ırkçı-faşist parti ve örgütlenmeler parlamento içi ve parlamento dışında etkin hale getirilerek karşı-devrimin yedek güçleri palazlandırılmaktadır. Emperyalist sistemin genel krizi ve çelişkilerin derinleşerek yaygınlaşması burjuva devletlerin şiddet aygıtlarını daha fazla öne çıkarır, görünür ve pratik olarak kullanır hale getirmesine neden olmaktadır. Bu durum sınıf mücadelesinin sertleşmesinin ve önümüzdeki dönemlerde daha da sertleşeceğinin ve yine buna karşı burjuva egemen devletlerin kendilerini “mezar kazıcıları”na karşı organize etmesinin göstergesidir.
Kapitalizmin krizi derinleştikçe ve halklara ödetilen bedel arttıkça burjuvazinin halk üzerindeki manipülasyonları etkisini giderek daha fazla yitirmekte, işçi sınıfı ve ezilen halklar emperyalist ülkelerde dahi işçi sınıfı ve ezilen halk verili koşullara karşı öfke ve karşı koyuşunu sokaklara yansıtmaktadır. Emperyalistler ve uşaklarının ellerinde bulundurdukları devasa olanaklar ve baskı gücüne rağmen özellikle de Asya, Afrika ve Latin Amerika’da işçiler, köylüler ve ezilen halklar büyük bedeller pahasına görkemli karşı koyuşlar, direnişler gerçekleştirmektedirler. Filistin ulusal kurtuluş ve sömürgecilik karşıtı güçlerin emperyalistlerin tüm olanaklarıyla destek verdiği İsrail Siyonist gericiliğine karşı gösterdikleri kahramanca direniş bunun somut göstergelerinden biridir. Yaşanan gelişmeler yeni bir devrimci dalganın güçlü bir biçimde mayalandığının işaretleridir. Henüz yeterince gelişmeyen ise bu ilerici dalgayı kucaklayıp yönlendirecek, önderlik edebilecek örgütlenmelerdir. Daha güçlü, daha sistemli ve mümkün olduğunca geniş güç birliktelikleri oluşturmak zorundayız. Kaybedecek ve kendimizi oyalayacak zamanımız bulunmamaktadır. Tarihsel kırılma anları tarihsel müdahaleleri gerektirir. Tarih boşlukları affetmez sözü bir gerçekliği ifade eder. Eğer bizler bu tarihsel kırılma anlarında öznelik rolümüzü gerçekleştirecek araç ve yöntemler bularak doğru müdahaleler gerçekleştiremezsek emperyalistler ve uşakları bundan en azami biçimde faydalanacaklardır.
Antiemperyalist mücadele sınıf mücadelesinin doğrudan bir parçasıdır. AEL’in kurulması sınıf mücadelesinin giderek daha fazla sertleştiği, emperyalist ve gerici saldırganlığın pervasızlaşarak hükmünü sürdürmeye çalıştığı koşullara devrimci müdahalenin somut biçimlerinden biri olarak gerçekleşmektedir. AEL’in politik çizgisi, tutarlı bir antiemperyalist yapıya duyulan ihtiyacı vurgular ve proletaryanın bilimsel dünya görüşünün şekillendirdiği bir antiemperyalist çizginin zorunluluğunu vurgular. Bu nedenle de, dünya çapında hüküm süren emperyalist sisteme karşı mücadelede etkin ve kararlı bir rol üstlenerek devrimci dönüşümün bir parçası olacaktır.
AEL’in antiemperyalist politik çizgisi, emperyalizme karşı tutarlı bir mücadele için mobilize edici bir niteliğe sahiptir. Proletarya dışında kalan sınıf ve kesimlerin Antiemperyalizm anlayışları ve antiemperyalist mücadeleye yükledikleri anlam nedeniyle emperyalizme karşı öfkeleri ve direnişleri sınırlılıklar ve tutarsızlıklar içerecektir. Bu sınırları genişletmek, tutarsızlıkları aşmak ise proletaryanın dünya görüşünün bu mücadelede etkinliğine paralel gerçekleşebilecektir.
AEL’in temsil ettiği çizgi, dünya genelindeki işçilerin, emekçilerin, yoksul ve topraksız köylülerin, ezilen halkların ve ulusların adil ve meşru taleplerini temsil etmektedir. AEL, var olan duruma genel bir muhalefet veya şikayet etme durumunda değildir; aksine, bu durumu değiştirmeye çalışır ve bu değişimi gerçekleştirme mücadelesinin etkin bir öznesi olarak kendisini konumlandırır.
Çağımızda antiemperyalist mücadele aynı zamanda demokratik mücadeleyle sıkı şekilde bağlanmıştır. Dünya ölçeğinde demokrasi ilkeleri ve değerleri burjuvazinin elinde çürümüş, demokrasi mücadelesi ve tutarlı demokratizm antiemperyalist karakterle birleşen bir bütünlüğe kavuşmuştur. Bu durum tutarlı antiemperyalist karekteriyle proleter demokrasinin değerleri, ilkeleri ve siyasi çizgisiyle ezilen halkların daha fazla bütünleşmesi anlamına gelmektedir. Bu bağlamda dünya ölçeğindeki demokratik mücadele aynı zamanda emperyalizmin sömürüsüne, oluşturduğu değerlere, siyasal hegemonyasına, ideolojik yaklaşımına karşıtlıkla nitelik kazanır.
AEL, açlığın, yaygın yoksulluğun, eşitsizliğin ve haksız savaşların ana sebebinin, emperyalist sistem olduğunu vurgular. Bu sistem, dünyayı büyük bir felakete sürüklemektedir. İnsanlık ya bu gözle görünür çürüme ve yok oluşa doğru gidişatın sessiz bir seyircisi olacak ya da güçlü bir karşı koyuş gerçekleştirecektir. AEL, bu bağlamda kendini sınıf mücadelesinin doğrudan bir parçası olarak tanımlar ve bu mücadeledeki temelden karşıt iki çizgiden birini temsil eder.
AEL, temel prensipleri olan haksız savaşlara karşı durma, sınıf ve ulusal kurtuluş mücadelelerini destekleme, politik tutsaklara savunma sağlama gibi ilkeleri savunur. AEL, işçilerin ekonomik ve politik mücadelelerini desteklerken, köylülerin sömürüye karşı haklarını savunur ve sosyal ve ulusal bağımsızlık mücadelelerini destekler. Diskriminasyona karşı durur ve ezilen ulusların kendi kaderini tayin hakkını savunur.
AEL, kadın, gençlik ve azınlıkların haklarına yönelik savunuculuğunu genişleterek eğitim, kültürel gelişme ve çevre koruma gibi konulara vurgu yapar. Çocuk emeği, yaşam alanlarının tahribatı ve konut hakları gibi konuları ele alarak bunları emperyalist sömürünün sonuçları olarak tanımlar.
Sağlık sistemlerinin yaygın özelleştirmesine karşı duran AEL, ilaç tekellerinin işlediği suçlara karşı çıkar ve evrensel sağlık hizmetine ulaşım için mücadele eder. AEL, baskıcı göç politikalarına karşı çıkarken zorunlu göçün temel nedenlerine yoğunlaşır ve bu nedenlerle mücadeleyi esas alır.
AEL, savaş endüstrisine hizmet eden ittifakları reddeder ve çevresel sorunların emperyalist sömürüyle nasıl bağlantılı olduğunu vurgular. Çevre hareketinde antiemperyalist hedefleri doğrudan temsil eder ve çevresel sorunların çözümünde halkın refahını ön planda tutar.
Tüm Antiemperyalist Güçlere Çağrımızdır:
Kapitalist sistem açısından her şey üzerinden kar sağlanacak, sermayenin genişletilmiş yeniden üretimi için kullanılacak meta işlevi görür. İnsanlar, topluluklar, diğer canlılar ve doğanın kendisi kapitalist sistem açısından kar elde edilecek metalar olmanın ötesinde bir anlam taşımazlar. Bu üretim ve paylaşım ilişkileri, insanlığın karşılaştığı tüm sorunların kaynağıdır. Bu sistem yalnızca ekonomik sömürü ile kendisini gerçekleştirmekle sınırlı kalmaz ya da bir başka ifadeyle bu üretim ve paylaşım ilişkileri kendisine uygun insan ve toplum biçimleri yaratır. Oluşturduğu ideolojik ve kültürel hegemonya ile kendisine biat eden, var olanı zorunluluk olarak kabul eden insan ve toplum biçimleri oluşturur. Sorunların kaynağı olmasına rağmen, sorunları kendi dışında gerçekleştiğini empoze eder. Sorunların çözümü olarak yine kendisine dönülmesini, kendisinden medet umulmasını sağlamayı hedefler. Dolayısıyla mücadele etmemiz gereken güce karşı çeşitli cephelerden karşı koyuşlar gerçekleştirmemiz, tüm bu karşı koyuş ve mücadele alanlarını mümkün olduğunca merkezileştirerek aralarındaki bağı koparmamamız ve sorunları yaratan ana kaynağa yöneltmemiz gerekir.
Vahşi bir sömürü ağına paralele derinleşerek yaygınlaşan yoksulluk, işsizlik, kölelik şartları altında çalışma koşulları, en temel insani haklara erişimin her geçen gün daha da zorlaşması, giderek daha fazla yaygınlaşan haksız savaşlar, on milyonlarca insanın yaşadıkları toprakları terk ederek mültecileşmesi, uluslararası tekeller ve büyük toprak sahiplerinin çıkarları doğrultusunda tarım alanlarının gaspedilerek milyonlarca köylü kitlesinin ve yerli halkların topraklarından sürülmesi, ırkçı, faşist ve dinci örgütlenmelerin yaygınlaştırılması, doğanın akıl almaz boyutlarda tahribatı içerisinde yaşadığımız emperyalist yağma ve talan düzeninin gözle görünür sonuçlarıdır.
Dünyanın tüm coğrafyalarında bu şartlarda yaşayan ve bu vahşi sistemin uygulamalarına doğrudan maruz kalan işçi sınıfı ve ezilen sömürülen, baskı altında tutulan geniş halk kitleleri açısından katlanılmaz boyutlara ulaşan bu duruma karşı dünyanın çeşitli ülkelerinde tepkiler ve karşı koyuşlar gerçekleşmektedir. Fakat henüz doğru bir bakış açısıyla ve doğru bir örgütlenmeyle güçlerini birleştirerek ortak düşmanlarına karşı mücadele eden bir mücadele ve örgütlenme hattına sahip değillerdir. Emperyalistler ve uşak egemen sınıflarının saldırılarını bertaraf edememekte, kazanımlar elde edilebilse dahi bu kazanımlar geçici olmakta, çok güçlü karşı koyuşları dahi emperyalistler ve uşakları tarafından ezilebilmektedir.
İşçi sınıfı ve ezilen, sömürülen geniş halk kitlelerinin içinde bulundukları bu vahşi ve çürümüş sisteme karşı sonuç alıcı mücadeleler yürütebilmesi ancak doğru bir bakış açısı ve doğru bir önderlik altında birleşmesiyle mümkündür. Bu tek tek ülkeler ve tüm dünya açısından gerekli ve zorunlu bir gerçekliktir. Doğru bir bakış açısına sahip olmayan, doğru bir önderlik altında birleşmeyen geniş halk kitleleri üzerindeki baskı, terör ne kadar yoğun olsa da sömürü ne kadar derin ve katlanılmaz boyutlara ulaşsa da bu vahşi düzen kendisini devam ettirecektir. Sınıflı toplumların binlerce yıllık tarihi bu gerçekliği sayısız kez kanıtlamıştır. Bizlerin elinde enternasyonal proletaryanın ve ezilen halkların mücadele ve kazanım deneyimleri mevcuttur. Nasıl kazanabildiğimizi de neden kaybettiğimizi de biliyoruz. Gelinen aşamada emperyalistler ve uşakları dünya üzerinde egemenlik kurmuş olsalar da dünyanın işçileri, ezilen halkları ve ulusları onları defalarca alt edebilmiş, kendi iktidarlarını kurabilmişlerdir. Bunu da ancak doğru bir önderlik altında emperyalizme ve her türden gericiliğe karşı güçleri birleştirerek gerçekleştirmişlerdir. Bugün de ihtiyacımız olan budur. AEL örgütlenmesi bu ihtiyacın karşılanmasına yönelik atılan bir adımdır.
Antiemperyalist Lig’in (AEL) temel ilke ve hedefleri, geniş bir perspektifte, küresel çapta etkili bir antiemperyalist mücadele için kapsamlı bir çerçeve oluşturur. AEL, geniş bir konu yelpazesini kapsayan ve çeşitli ezilen sınıf ve grupları ortak bir amaçta birleştiren kapsamlı ve ilkesel bir antiemperyalist mücadele anlayışı sunar.
İşçi sınıfı ve ezien, baskı altında tutulan halklar emperyalist zulmün ve sömürünün etkisi altında yaşamak için büyük bedeller ödemektedir. Sınıflar arası adaletsizlik, topraklarımızın yağmalanması, işçi sınıfının sömürülmesi, kadın haklarına yönelik ihlaller ve daha birçok sorunla karşı karşıyayız. Ancak ayrı ayrı mücadele etmek yerine, birleşerek gücümüzü artırabilir ve bu çürümüş sisteme karşı ortak bir direniş sergileyebiliriz.
Dünyanın işçi ve emekçileri, yoksul ve topraksız köylüleri, mega projeler adı altında toprakları ve yaşam alanları ellerinden alınmaya çalışılan yerli halklar emperyalistler ve uşakları tarafından gerçekleştirilen saldırganlığa karşı tepki koymakta, mücadele etmektedirler. Brezilya’dan Meksika’ya yerli halkın yoksul ve topraksız köylülerin topraklarını koruma mücadelesinde, Bangladeş’te kölelik koşullarında emperyalist tekeller için çalıştırılan işçilerin sokağa taşan öfkesinde, İsrail siyonizminin Filistin halkına karşı gerçekleştirdiği katliamlara karşı dünyanın birçok köşesinde sokakları dolduran milyonların güçlü karşı koyuşunda, savaş malzemeleri taşımayı reddeden ya da taşınmasını engellemeye çalışan Amerikan, İngiliz, İtalyan, Yunanistan, Hindistan işçi sınıfının eylemlerinde…kısacası dünyanın hemen her parçasında ve emperyalist sistemin sonuçlarına karşı mücadele eden, öfkesini sokaklara taşıyanların birleşik sesi ve bu sesin birleşik sahibi olmaya çağırıyoruz.
Sınıf mücadelesinin omuzlarımıza yüklediği tarihsel yükün farkındayız. Emperyalistleri ve tüm gericileri yenecek bilince ve inanca sahibiz. Hepsinden önemlisi, daha yaşanabilir bir dünya özlemi çeken ve bunu hak eden milyarlarca yoksul ve ezilen insanın gücüne inanıyoruz.
Geniş halk kitlelerini proletaryanın önderliğinde emperyalizme ve her türlü gericiliğe karşı birleştirecek, halk savaşlarına ve ulusal kurtuluş mücadelelerine güçlü destek verecek, dünyanın dört bir yanındaki halkların mücadelelerine hizmet edecek, antiemperyalist bir dünya cephesi oluşturmanın vazgeçilmez görevini üstlenecek antiemperyalist bir uluslararası örgütün (Antiemperyalist Lig) kurulması çağrısında bulunuyoruz.
Bu çağrıya uyarak, her türlü emperyalist saldırganlığa karşı yoksul ve ezilen halkların anti-emperyalist barikatını oluşturuyoruz.
Bu perspektifle, tüm antiemperyalist güçleri AEL’de örgütlenmeye ve mücadele etmeye davet ediyoruz.
Gelin, emperyalizmi ve uşaklarını yeryüzünden silmek için enternasyonal proletaryanın, ezilen halkların ve ezilen ulusların mücadelelerini birleştirelim!
Emperyalist saldırı savaşlarına, haksız savaşlara, faşizme ve her türlü gericiliğe karşı: Antiemperyalist Lig’i inşa edelim!
ANTİEMPERYALİST LİG İÇİNDE ÖRGÜTLENELİM, ANTİEMPERYALİST MÜCADELEYİ BİRLİKTE GELİŞTİRELİM!
ANTİEMPERYALİST LİG KURULUŞ KOMİTESİ:
PARTİZAN (TÜRKİYE)
HALKIN HAKLARINI SAVUNMAK İÇİN DEVRİMCİ CEPHE (BREZİLYA)
HALK MÜCADELELERİNİ SAVUNMA CEPHESİ (EKVADOR)
HALKIN AKIMI-KIZIL GÜNEŞ (MEKSİKA)
1 HAZİRAN 2024
Dünyanın Bütün Antiemperyalistleri, Birleşin!
EMPERYALİZME KARŞI MÜCADELENİN ULUSLARARASI BİRLEŞİK MERKEZİ ÖRGÜTÜ OLARAK ANTİEMPERYALİST LİG
GİRİŞ:
Kendisiyle birlikte tüm insanlığı büyük bir çürümeye yönelten, vahşi ve dizginsiz bir sömürü, baskı ve yağma üzerinden varlığını devam ettiren, açlığın, derin ve yaygın yoksulluğun, bitmek tükenmek bilmeyen haksız paylaşım savaşlarının temel nedeni içinde yaşadığımız ve dünyamıza hükmeden egemen emperyalist (tekelci kapitalist) sistemdir. Ya insanlık, bu vahşi sömürü sistemi nedeniyle ortaya çıkan tüm olumsuzluklarla birlikte yok oluşa doğru sürüklenecek ya da bu çürümüş sistemi hak ettiği yere tarihin çöplüğüne gönderecektir. Bunun başka bir yolu ve ara bir seçenek de yoktur. Antiemperyalist Lig, kendisini sınıf mücadelesinin doğrudan bir parçası olarak tanımlar ve sınıf mücadelesinde iki uzlaşmaz çizgiden birini temsil eder. Temsil ettiği çizgi dünyanın işçi ve emekçilerinin, yoksul ve topraksız köylülüğün, ezilen halk ve uluslarının haklı ve meşru taleplerinin temsiliyetini içerir. Var olana genel bir karşı koyuş, var olandan yakınma değil, değiştirme eyleminin önemli öznelerinden biri olarak kendisini konumlandırır.
Antiemperyalist hat ve siyasi çizginin, tutarlı bir karaktere ve devrim için seferber olan bir niteliğe sahip olması ancak proletaryanın bilimsel ideolojisine tabi olmasıyla gerçekleşecektir.
İşçi sınıfı dışında köylülük, şehir küçük burjuvazisi, ezilen uluslar ve diğer emekçi kesimlerin emperyalizme öfkesi ve tepkisi hiç kuşkusuz sınıfsal nedenlerden dolayı tutarlı bir nitelikte olmayacaktır. Bu sınıfların temsilcisi olan sosyal ve ulusal kurtuluş hareketleri de emperyalizmin tahribatına karşı duran çevre hareketleri, köylü örgütlenmeleri, kadın hareketleri, gençlik hareketleri proletaryanın siyasal çizgisindeki tutarlılığa asla sahip olamayacaklardır. Bu yüzden proletaryanın tarihsel bir görevi de çeşitli örgüt biçimleri, mücadele araçları ve elbette siyasal çizgisiyle tutarsız antiemperyalist güçlere önderlik etmek, kararsızlığı kararlılığa, tutarsızlığı tutarlılığa çevirmek olacaktır. Bu eksende, işçi sınıfının, emperyalizme karşı sınıfsal, sosyal, ekonomik nedenlerle öfke ve tepki duyan müttefiklerini, tutarlı ve kararlı hale getiren bir siyasi çizgi oluşturma görevi vardır.
ANTİEMPERYALİST LİG`İN NİTELİĞİ, PROGRAMI, ÖRGÜTSEL İLKELERİ VE İŞLEYİŞİ
1) İsim: ANTİEMPERYALİST LİG (AEL)
2) Antiemperyalist Lig`in niteliği;
- a) Antiemperyalist Lig, antiemperyalist, antikapitalist, antifaşist, antifeodal ve antibürokratik kapitalist bir oluşumdur. Emperyalizme, faşizme,feodalizme, ırkçılığa, ayrımcılığa ve her türlü gericiliğe karşı durur.
- b) Antiemperyalist Lig, emperyalist sistemi karşı karşıya olduğumuz tüm sorunların kaynağı olarak görür. Bu nedenle mücadelesi görünür olumsuz sonuçlara karşı mücadeleyle sınırlı kalmaz, aynı zamanda bu sonuçların nedenlerini de ortadan kaldırmayı hedefler.
- c) Antiemperyalist Lig, “kitlelerden kitlelere” politikasını esas alır ve bu politikanın bir gereği olarak kitlelere hesap verme yöntemi olarak eleştiri-özeleştiri mekanizmasını benimser.
3) Antiemperyalist Lig`in Örgütlenme İlkeleri
- a) Antiemperyalist Lig, demokratik merkeziyetçilik ilkesine dayanır ve bu ilke tüm faaliyetleri faaliyetleri için belirleyicidir.
- b) Antiemperyalist Lig, kendilerini antiemperyalist olarak tanımlayan ve AEL’nin program ve ilkelerini kabul eden tüm örgüt ve bireylerin katılımına açıktır. AEL, demokratik merkeziyetçilik ilkesini ve AEL’nin programını kabul eden tüm bireyleri ve örgütleri üye olarak kabul eder.
- c) Antiemperyalist Lig demokratik merkeziyetçilik ilkesine uygun olarak karar alma sürecine ve AEL’nin siyasi ve pratik yönergelerinin tanımlanmasına katılacaklardır.
- d) Antiemperyalist Lig üyeleri, demokratik merkeziyetçilik çerçevesinde alınan kararları ve pratik çalışmaları sahiplenir ve kararlaştırılan siyasi, pratik ve örgütsel çalışmaların başarısı için sorumluluk bilinciyle hareket eder.
4) Antiemperyalist Lig`in örgütsel yapısı
- a) Antiemperyalist Lig en yüksek organı AEL Kongresi’dir. AEL’nin programı, örgütsel mekanizması, işleyişi ve çalışma tarzı AEL Kongresi tarafından belirlenir.
- b) Antiemperyalist Lig Kongresi her iki yılda bir toplanacaktır.
- c) Antiemperyalist Lig, iki kongre arasındaki dönemde AEL Başkanı başkanlığında ve demokratik merkeziyetçilik ilkesine göre seçimlerle oluşturulacak AEL Merkezi Liderlik Komitesi tarafından yönetilecek ve yönlendirilecektir.
- d) Antiemperyalist Lig, örgütlü olduğu ülkelerin genişlemesine paralel olarak bölgesel düzeyde alt komiteler kurmayı amaçlamaktadır. Mevcut üyelik yapısında Latin Amerika ve Avrupa AEL Bölge Komiteleri bulunmaktadır. Bölgesel komitelerinin başkanları, AEL’nin merkezi yönetim organının bir parçasıdır.
- f) Antiemperyalist Lig`in programında yer alan konularda komisyonlar oluşturulur. Bu komisyonlar AEL’nin merkezi yönetim organı ile koordinasyon içinde çalışır.
ANTİEMPERYALİST LİG VE MÜCADELE ALANLARI (HEDEFLERİ)
1) Antiemperyalist Lig; antiemperyalist, antikapitalist, antifaşist, antifeodal ve antibürokrat kapitalist bir oluşumdur. Emperyalizm, faşizm, ırkçılık, ayrımcılık ve her türden gericiliğin karşısında yer alır.
2) Antiemperyalist Lig; emperyalizme karşı en geniş birlikteliği savunur ve bunun gerçekleşmesi için mücadele eder.
3) Antiemperyalist Lig; haksız ve gerici savaşlara karşıdır. Emperyalist güçlerin kendi aralarında ve uşakları aracılığıyla yürüttükleri işgal ve paylaşım savaşlarına karşı Proleter enternasyonalizmi ilkesine uygun tavır alınmasını savunur.
4) Antiemperyalist Lig; emperyalistler ve gerici egemen sınıfların birbirlerine ve halklara karşı oluşturdukları her türden askeri ve ekonomik ittifaklara (NATO, IMF, DB, AB, BM, BRİCS vs) karşıdır. Bu birliklere karşı mücadeleyi, antiemperyalist mücadelenin önemli hedeflerinden biri olarak görür.
5) Antiemperyalist Lig; emperyalizme ve uşaklarına karşı sosyal ve ulusal bağımsızlık mücadelelerini kabul eder ve destekler. Antiemperyalist Lig; emperyalistler ve uşaklarının ideolojik, politik, ekonomik, askeri ve kültürel baskı ve saldırılarına karşı dünya proletaryasının ve ezilen halkların mücadelesinin destekçisi ve bir parçasıdır. Antiemperyalist Lig; devrimci kurtuluş mücadelelerini, özellikle halk savaşlarını ve emperyalist işgallere karşı ulusal kurtuluş savaşlarını güçlü bir şekilde destekler.
6) Antiemperyalist Lig; sosyal,ulusal ve demokratik kurtuluş mücadelesi yürüten komünist, devrimci ve demokrat tutsakların ve savaş esirlerinin yanındadır ve tüm olanaklarıyla destekler.
7) Emperyalizm baştan sona bütünlüklü olarak gericiliktir. Bu gerici sistemin doğası ekonomik, politik ve sosyal krizleri üretir. Emperyalist sistemin krizler üreten yapısı kaçınılmaz olarak egemen yapının ve etki altına aldığı toplumun bir kesiminin militaristleşme ve faşistleşme eğilimini geliştirir.
Antiemperyalist Lig; halklar üzerinde baskı kurmak ve kontrol amaçlı işlevlendirilmiş olan egemen yapının şiddet aygıtlarına (asker, polis, istihbarat vb.) ve kitlelerin yaşamında hakim kılınmaya çalışılan her türden gericiliğe karşı mücadele eder.
8) Antiemperyalist Lig; işçi sınıfının güncel ve tarihsel misyonunu tanır. İşçi sınıfına yönelik sömürüyü artıran, örgütsüzlük dayatarak sermayenin karşısında dağınık ve güçsüz olmasını hedefleyen politikalara karşı durur. İşçi sınıfının ekonomik, demokratik hak ve taleplerinin dile getirildiği ve bu talepler için birlikte mücadelenin örgütlendiği sınıf sendikalarını destekler. Sınıf sendikacılığının ulusal ve uluslararası düzeyde birliğini, sınıf dayanışmasını gerçekleştirmek için çaba içerisinde olur. Teslimiyetçi ve sınıf uzlaşmacı sarı sendikalar içinde sınıf sendikacılığını hakim hale getirme mücadelesini benimser.
9) Antiemperyalist Lig; feodal, yarı-feodal ve kapitalist-emperyalist sömürü ve talana karşı yoksul ve topraksız köylülerin ve tarım emekçilerinin haklarını savunur. Antiemperyalist Lig; “Topraksızlar İçin Toprak” sloganını yanında bir bütün köylüler üzerindeki yarı-feodal ve emperyalist tahakkümü ortadan kaldıracak toprak devrimini benimser. Tüm büyük toprak sahiplerinin ve toprak ağalarının devrimci yollarla yok edilmesi için verilen mücadeleleri destekler.
10) Antiemperyalist Lig; emperyalistler ve uşak, işbirlikçi egemen sınıflar tarafından uygulanan ayrımcılık, ırkçılık ve ulusal baskıya karşı mücadele eder. Ulusal azınlıklar ve ezilen Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkını kayıtsız, şartsız savunur.
11) Antiemperyalist Lig; dinsel, mezhepsel inançlara yönelik, baskıya ve yok saymaya karşı durur ve bunu demokrasi mücadelesinin bir parçası olarak ele alır.
12) Antiemperyalist Lig; ataerkil baskı altında yaşayan, sınıfsal sömürünün yanı sıra kadın oldukları için de ayrıca ezilen ve baskı altında tutulan işçi ve emekçi, yoksul köylü kadınların özgürleşmesine yönelik tüm çabaları destekler. Kadının gerçek anlamda özgürleşmesinin tüm ezilenlerin özgürleşmesiyle gerçekleşebileceğine inanır, tüm çabası bunu gerçekleştirmeye hizmet eder.
13) Antiemperyalist Lig, kişilerin cinsel eğilimleri nedeniyle baskı altına alınmasına ve ezilmesine karşı çıkar ve bunu demokrasi mücadelesinin bir parçası olarak görür.
14) Antiemperyalist Lig, halk gençliğini antiemperyalist mücadelenin çok önemli bir parçası olarak görür ve onların antiemperyalist mücadelede aktif rol almaları için çaba gösterir.
15) Antiemperyalist Lig, genel olarak eğitim hakkını savunur. Özellikle, ezilen ve yoksul gençlerin eğitime erişiminin önündeki engellerin kaldırılması için mücadele eder. Antiemperyalist Lig, eğitimin bilimsel ilkeler çerçevesinde ve halkın hizmetinde verilmesi gerektiğini savunur. Eğitimin bir meta olarak görülmesine karşı çıkar.
16) Antiemperyalist Lig, tüm halkların ve ulusların demokratik ilerici kültürünün özgürce gelişmesi için mücadele eder ve özellikle ezilen ulusların ulusal kültürünü geliştirmeye yönelik tüm çabaları destekler.
17) Antiemperyalist Lig; çocuk işçiliğinin yasaklanması mücadelesini önemli görevlerinden biri olarak tanımlar.
18) Antiemperyalist Lig; İnsanların en temel haklarından olan sağlıklı, yaşanabilir konut hakkı için mücadele eder ve bu hakkın elde edilmesi için verilen mücadeleleri destekler.
19) Antiemperyalist Lig; ilaç tekellerinin işlediği tüm suçlara karşı mücadele ederken aynı zamanda, tüm ezilen sınıf ve tabakaların bu temel hakka koşulsuz ve parasız olarak ulaşabilmesi için mücadele eder.
20) Antiemperyalist Lig, göçmenleri göç ettikleri ülkelerde ayrımcılığa, şovenizme ve ırkçılığa, zulme, baskıya karşı korumak için mücadele eder.
Antiemperyalist Lig; emperyalist yıkımdan kaynaklanan göçleri bir hak olarak kabul eder ve aynı zamanda emperyalizmin neden olduğu göçün sebep ve sonuçlarıyla mücadele eder.
21) Antiemperyalist Lig; çevre hareketinde antiemperyalist hedefleri doğrudan temsil eder.
Antiemperyalist Lig; insanla birlikte tüm canlıların yaşam alanlarının ve doğanın daha fazla kar uğruna tahrip edilmesine karşı mücadele eder. Çevre sorununda halkın refahı, yaşam alanlarının savunulmasını ilk sıraya koyar. Doğal çevrenin tahribatının yanı sıra, köylülerin ve yerli halkların geleneksel yaşam alanlarını yok eden emperyalist mega projelere ve yerli halklara yönelik her türden baskıya karşı mücadele eder.
*
Dünyanın Bütün Antiemperyalistleri, Birleşin!!
ANTİEMPERYALİST LİG İDEOLOJİK VE POLİTİK İÇERİK
Kapitalizmin en yüksek aşaması emperyalizm tekelci, çürüyen, can çekişen ve kaçınılmaz olarak kendi sonunu hazırlayan çelişkilerle var olan bir sömürü ve yağma sistemidir. Tüm sistem tekelci sermayenin en fazla karı elde edebilmesi üzerine kuruludur. Derinleşerek yaygınlaşan sömürü, doğanın sınırsız tahribi ve canlıların doğal yaşam alanlarının yok edilmesi, her türden gericiliğin desteklenmesi, halklar arasında düşmanlıklar yaratılması ve bunun desteklenmesi, halkların kendi kendilerini yönetmelerinin ve ulusal bağımsızlıklarının engellenmesi, pazar alanlarının yeniden ve yeniden paylaşımı için bitmek tükenmek bilmeyen haksız savaşlar, savaş bütçelerine ayrılan kaynakların devasa artışı tek bir amaca hizmet eder; tekellerin dünya üzerindeki egemenliğinin her ne pahasına olursa olsun sürdürülebilirliğini sağlamak. Serbest rekabetçi kapitalizmden tekelci kapitalizme geçişten günümüze bu sistemin sürdürülebilirliği için milyonlarca insanın yaşamına mal olan iki büyük dünya emperyalist paylaşım savaşına, emperyalistlerin doğrudan işgalleri ve yine emperyalistlerin yönlendirme ve kışkırtmalarıyla onlarca bölgesel savaşlara tanıklık edilmiştir.
Bölünmüş dünyanın ilk emperyalist savaşı, çoğu Avrupa’da olmak üzere 40 milyon insanın hayatına mal oldu. İkinci emperyalist paylaşım savaşı ise yaklaşık 100 milyon insanın hayatına mal oldu; bunların 30 milyondan fazlası Faşizme Karşı Büyük Anavatan Savunması ile faşizmi yenilgiye uğratan Sovyetler Birliği’nden geldi. ABD 20. yüzyılın ikinci yarısında ve 21. yüzyılda Kore, Laos, Kamboçya, Vietnam, Dominik Cumhuriyeti, Nikaragua, El Salvador, Küba, Haiti, Panama, Somali, Bosna, Kosova, Libya, Suriye, Filipinler, Orta Afrika, Irak ve Afganistan gibi ülkeleri işgal etti ve bu ülkelerde saldırı savaşları yürüttü. ABD’nin 2001’den bu yana sadece Ortadoğu’daki saldırganlığıyla bağlantılı olarak ölenlerin sayısının 1 milyon, dolaylı ölümlerin sayısının ise 3,5 milyon olduğu tahmin edilmektedir. ABD uşağı İsrail, Filistin’i işgal etmiş ve 10.000’den fazla Filistinliyi öldürmüş, Mart 2023 itibariyle yaklaşık 5.000 Filistinli hapsedilmiş ve binlerce Filistinli yerinden edilmiştir. Avrupalı emperyalist ülkeler tek taraflı olarak ya da geçici emperyalist ittifaklar çerçevesinde İrlanda, Mısır, Sudan, Sierra Leone, Yemen, Mali, Orta Afrika Cumhuriyeti, Fildişi Sahili, Çad, Fas ve diğer ülkeleri işgal etmişlerdir. Fransa sadece 2014-2018 yılları arasında Burkina Faso, Mali, Moritanya, Nijer ve Çad’ı 4.000 Fransız askeriyle işgal ederek binlerce insanın ölümüne ve milyonlarca insanın yerinden edilmesine ve mülteci durumuna düşmesine neden olmuştur. Rus emperyalizmi -revizyonist sosyal-emperyalistlerin çöküşünün ardından (Afganistan, Çekoslovakya ve diğer ülkelerin emperyalist işgaliyle de hızlanan bir çöküş)- Moldova, Gürcistan ve Ukrayna’yı işgal etti. Emperyalist askeri saldırıların listesi, en açgözlü emperyalist sömürünün çıkarları doğrultusunda neden olunan tüm yıkım, ölüm, tecavüz ve yerinden edilmeleri saymak için yetersizdir. Çin, Mali’de emperyalist emellere dayalı çizgisi ve Filipinler’le yerleşim olmayan adalar sorununda aldığı saldırgan konumlanış devam ediyor. Tüm bu işgal ve saldırılar ezilen halkların ve ulusların şiddetli ve kahramanca direnişiyle karşılandı.
İçinde bulunduğumuz zaman diliminde bu savaşlar devam etmektedir. Haksız savaşlar ve işgaller bir taraftan emperyalistlerin mutlak hakimiyet politikasının bir sonucuyken aynı zamanda savaş sanayi açısından muazzam kar alanları yaratmak demektir. Dünyanın en büyük 100 savaş endüstrisi şirketinin 2011 yılında dünya çapında yaptığı toplam silah ve askeri hizmet satışı 465.770 milyon dolardır ve bu şirketlerin 47’si toplamın %60’ını elinde bulunduran ABD şirketleridir. Emperyalizm milyarlarca insanın kölelik altında yaşamasından ve halkların baskı altında tutulmasından sorumludur. Açlıktan etkilenen insan sayısı 2021 yılında 828 milyona yükselirken, yalnızca en büyük 10 milyarderin servetiyle dahi yoksulluk sona erdirebilir.
Emperyalizm milyarlarca insanın kölelik şartlarında yaşamasının, halkların baskı altında tutulmasının sorumlusudur. Mali sermayenin egemenliği için uygulanan her türden sömürü ve vahşetin yükünü ise dünyanın işçi ve emekçileri, ezilen halkları çekmektedir. Milyarlarca insan en ağır şartlar altında yaşam mücadelesi vermekte, emperyalistler ve uşaklarının baskılarıyla yüz yüze kalmaktadırlar.
İkinci dünya emperyalist paylaşım savaşından günümüze emperyalist sistemin hegemon gücü ABD emperyalizmidir ve dünya üzerinde yaşanan her türden sömürü, yağma, haksız savaşlar ve işgallerin baş aktörüdür. Kapitalizmin eşitsiz gelişim yasası gereği belirleyici hegemon güç olma durumu giderek daha fazla aşınıyor ve Çin, Rus, İngiliz, Alman, Fransız vb. emperyalistleri dünya ekonomik, siyasal ve askeri parametrelerinde geçmişe oranla daha etkili hale gelmiş olsalar da ABD emperyalizmi hala emperyalist sistemin merkezinde yer almakta ve gidişatı belirleyen ana aktör durumundadır. Diğer taraftan ise emperyalistler arası derinleşen çelişkilere paralel kendi aralarında ve kendilerine bağımlı güçleri de peşlerine takarak karşılıklı pozisyonlarını sağlamlaştırmaya çalışmaktalar. Bu yüzden aralarındaki çelişkilere rağmen sistemin devamlılığı ve kendi pozisyonlarını güvence altına almak için çeşitli ekonomik, askeri ve siyasal birliktelikler, ittifaklar oluşturmaktadırlar. Emperyalistler ve uşakları arasında derinleşen çelişkiler ve saflaşmaların yarattığı yıkıcı sonuçların etkileneni ise her zaman olduğu gibi dünyanın işçileri, yoksulları ve ezilen halkları olmaktadır.
1917 Büyük Ekim Devrimi ile başlayıp dünya nüfusunun üçte birini emperyalist sistemden koparan Yeni Demokratik ve sosyalist devrimler dalgası bir dönem dünyayı sarsmıştır. Önce Sovyetlerde 1956’da sonra Çin’de 1976’da Sosyalizmden geriye dönüşleri emperyalist dünya sistemi dünyanın işçileri ve ezilen halklarına karşı dozu her geçen gün artan pervasız saldırganlığın zemini olarak kullanmıştır. Fakat emperyalistler ve uşakları açısından görece avantaj sağlayan koşullar ortadan kalkmaya başlamıştır. “Demokratik rejim” olma argümanı ile sömürü sistemlerinin “faziletlerini” propaganda eden emperyalist merkezler kapitalizmin derinleşen genel krizinin ağırlaştırdığı yönetme sorunları nedeniyle her geçen gün burjuva devletin baskı güçlerinin gerek yasalarla gerekse de fiili olarak etki ve yetkilerini artırmakta ve daha fazla devlet şiddetini halk üzerinde sergilemektedirler. Polis ve jandarmanın yanı sıra bizzat ordu güçleri de halkın karşısına çıkarılırken ırkçı-faşist parti ve örgütlenmeler parlamento içi ve parlamento dışında etkin hale getirilerek karşı-devrimin yedek güçleri palazlandırılmaktadır. Emperyalist sistemin genel krizi ve çelişkilerin derinleşerek yaygınlaşması burjuva devletlerin şiddet aygıtlarını daha fazla öne çıkarır, görünür ve pratik olarak kullanılır hale getirmesine neden olmaktadır. Bu durum sınıf mücadelesinin sertleşmesinin ve önümüzdeki dönemlerde daha da sertleşeceğinin ve yine buna karşı burjuva egemen devletlerin kendilerini “mezar kazıcıları”na karşı organize etmesinin göstergesidir.
Kapitalizmin krizi derinleştikçe ve halklara ödetilen bedel arttıkça burjuvazinin halk üzerindeki manipülasyonları etkisini giderek daha fazla yitirmekte, işçi sınıfı ve ezilen halklar emperyalist ülkelerde dahi işçi sınıfı ve ezilen halklar verili koşullara karşı öfke ve karşı koyuşunu sokaklara yansıtmaktadır. Emperyalistler ve uşaklarının ellerinde bulundurdukları devasa olanaklar ve baskı gücüne rağmen özellikle de Asya, Afrika ve Latin Amerika’da işçiler, köylüler ve ezilen halklar büyük bedeller pahasına görkemli karşı koyuşlar, direnişler gerçekleştirmektedir. Yaşanan gelişmeler yeni bir devrimci dalganın güçlü bir biçimde mayalandığının işaretleridir.
ANTİEMPERYALİST MÜCADELENİN İDEOLOJİK İÇERİĞİ
Çağımız emperyalizm ve proleter devrimler çağıdır ve geçici duraklamalara, geri çekilmelere rağmen devrim ana eğilimdir. Bu karşıtlık ve mücadele çağımızın en devrimci sınıfı olan proletarya ile dünya üzerindeki tüm gericiliğin kaynağı ve taşıyıcısı olan burjuvazi arasındaki acımasız mücadelede kendisini somutlar. Çağımızın karşıt iki ana sınıfı olan proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişki aynı zamanda burjuvazinin çeşitli tonlardaki sistemlerinin tarihin çöplüğüne atılmasının sonuçlarını belirleme özelliğini de kendi içinde taşır.
Tutarlı bir antiemperyalizm anlayış ve mücadele çizgisine sahip olmak açısından proletaryanın ideolojisi bir zorunluluktur. Bu yüzden antiemperyalizm ve antiemperyalist mücadele, çağımızın en devrimci sınıfının ideolojik normları üzerinden tanımlanmalıdır.
Çağımızda antiemperyalist mücadele aynı zamanda demokratik mücadeleyle sıkı şekilde bağlanmıştır. Dünya ölçeğinde demokrasi ilkeleri ve değerleri burjuvazinin belirlediği çerçeveyle tam bir yozlaşma yaşamaktadır. Bugün işçi sınıfı, ezilen halklar ve uluslar için demokratik kurtuluş, tutarlı demokratizm antiemperyalist karakterle birleşen bir bütünlüğe kavuşmuştur. Bu durum tutarlı antiemperyalist çizginin sürdürülmesine muktedir olan proleter demokrasinin değerleri, ilkeleri ve siyasi çizgisiyle ezilen halkların daha fazla birleşmesine imkanlar yaratmaktadır. Bu bağlamda dünya ölçeğindeki demokratik mücadele aynı zamanda emperyalizmin sömürüsüne, oluşturduğu değerlere, siyasal hegemonyasına, ideolojik yaklaşımına karşıtlıkla nitelik kazanır. Bu karşıtlık ise tutarlı bir gerekliliğe bağlanmıştır. Proletaryanın siyasi çizgisi, köhnemiş ve çürümüş burjuvazinin karşısına aynı zamanda halklara gerçek demokratik mücadele ve özgürlük olarak konumlanır. Bir hareketin demokratik niteliğini anlamak için kuşkusuz bir ölçüde emperyalist sisteme karşı konumlanışında aranmalıdır. Bu nitelik ondaki demokratik nüveleri açığa çıkarabileceği gibi tersi de yani proleter demokrasisine yakınlık düzeyi o hareketin antiemperyalist özelliklerini ve yapısını belirginleştirir. Emperyalizm ve proleter devrimler çağının bir karakteri de bu ilişkide temel bulur, anlam kazanır. Önümüze çıkan ulusal ve sosyal kurtuluş hareketleri, liberal anlayışları bu yaklaşımla tanımlamalı ve ele almalıyız. Tutarlılık ölçütüne bu eksende yaklaşmalı ve konumlanmalıyız.
Bu yaklaşımla ulusal ve toplumsal hareketler ile demokratik ve ilerici görüş ve mücadeleleri buluşturmalı, tanımlamalı ve ele almalıyız. Bu nedenle proletaryanın, ezilenlerin ve sömürülenlerin tüm mücadelelerini harekete geçirebilecek ve kanalize edebilecek bir programla antiemperyalist cepheye önderlik etmesi, demokratik mücadeleyi proleter demokrasiye yaklaştırarak birleşik bir çizgi kazandırmak için mücadele etmesi önemlidir.
ANTİEMPERYALİST MÜCADELENİN SINIFSAL BİLEŞENİ VE TEMEL DAYANAK NOKTALARI
Emperyalist, kapitalist ülkelerde antiemperyalist mücadele sosyalist devrim mücadelesinin bir parçasıyken yarı-sömürge, yarı-feodal ülkelerde Demokratik Halk Devrimi’nin bir parçasıdır. Bu yüzden de emperyalizm ve proleter devrimler çağında en genel hatlarıyla iki kısma ayırdığımız ülkeler açısından antiemperyalist mücadelenin biçimsel içeriği farklılıklar taşısa da öz olarak aynı hedefe yönelir; emperyalistleri ve uşaklarını alaşağı ederek proletarya ve ezilen halkın kurtuluşunu sağlamak.
Antiemperyalist mücadelenin ana dinamiğini proletarya oluşturur. Proletarya kendisiyle birlikte tüm halkı da özgürleştirmeye muktedir tek sınıftır. Dolayısıyla egemen sistemden kaynaklı ve egemen sistemin ürettiği tüm halk karşıtı ekonomik, siyasal, askeri, kültürel, ideolojik gericilik ancak proletarya ve proletaryanın ideolojik hakimiyeti ile mümkün olacaktır. Tüm ezilen sınıf ve tabakaların, ezilen halkların gerçek kurtuluşu bu yolla mümkün olacaktır.
Emperyalizmden söz ettiğimizde kapitalizmden bahsederiz. Emperyalizme karşı olmaktan anlaşılması gereken şey de özünde kapitalizme karşı olmaktır. Emperyalizm aşaması kapitalizmin bir dünya sistemi haline gelmesidir. Kapitalizmin önceki dönemlerinden farklı olarak, sanayi ve banka sermayesinin kaynaşması anlamına gelen tekelci mali sermaye bu dönemde öne çıkmakta ve büyük bir hareket ve esnekliğe sahip bu biçimiyle dünyanın en ücra köşelerine kadar ulaşmaktadır. Kapitalizmin bir önceki evresinde diğer bölgeler esas olarak hammadde ve pazar alanı iken bu devam etmekle birlikte esas olarak öne çıkan sermaye ihracı ile daha geniş bir alana yayılan ve daha derin bir sömürü ağı oluşturulmuştur. Kapitalizm tam derinliği ve sonuçlarıyla doğru kavranamadığında emperyalizmin niteliği ve sonuçları da doğru kavranamamaktadır. Kapitalizmin kendi içinde geçirdiği aşamalar ne olursa olsun kendisini oluşturan tüm yasalarıyla karşımızda duran kapitalizmdir. Sermaye ihracı, rantiyeci ve asalak karakteriyle tüm dünyada toplumsal üretimin içine daha yaygın şekilde sızarak büyük bir çürüme yaratmaktadır. Dünyanın diğer bölgelerinin kapitalist üretim ilişkileri ağı içine daha güçlü şekilde çöreklenmekte, daha fazla bağımlı hale getirmektedir. Bağımsız orta ve küçük üretimi daha fazla baskı altına almaktadır.
Kapitalizmin ya da onun üst aşaması olan emperyalizmin ortaya çıkardığı sonuçlara doğrudan bu sonuçları yaratan nedene karşı olmadan ve ona karşı bütünlüklü mücadele etmeden yalnızca şu veya bu parçada görünen biçim ya da sonucuna karşı olmak kendi içinde bir anlam taşısa da bütünsel anlamda gerçek antiemperyalizm olarak tanımlanamaz. Hatta bilinçli ya da bilinçsiz bir biçimde antiemperyalizm olgusunu ana nedenden kopararak sonuçlarla kendisini sınırlayan bir bakış açısı ve hareket tarzı kapitalizmi yeniden üretme ve onunla mücadeleyi sınırlamaya neden olur. Savaş karşıtlığından çevre hareketlerine, faşizme karşı olmaktan yerli halkların uluslararası tekeller ve yerel uşaklarının çıkarlarınca ellerinden alınmasına karşı çıktığınızda iyi bir şey yapmış olursunuz ama bu durumda yalnızca hedeflediğiniz tekil sorunun karşıtı olmuş olursunuz. Ötesi değil.
Emperyalizme, işbirlikçilerine ve uşaklarına karşı sosyal ve ulusal kurtuluş mücadelelerini devrimci tarzda yürütmeyen, tüm toplumsal sorun ve çelişkileri sınıf mücadelesi çerçevesinde ele alıp sorunun kaynağına (emperyalist sisteme) ve politik iktidara yöneltmeyen ve esas dayanışmasını bu nitelikteki mücadeleler ile yapmayan bir hareket gerçek ve tutarlı bir antiemperyalist olamaz. Çünkü her çeşit sömürü ve zulmün, yoksulluk ve sefaletin, haksızlık ve adaletsizliğin kaynağı emperyalist-kapitalist sistemdir. Bu gerici sistemin sahipleri de tekelci burjuvazi ve onun uşak ve işbirlikçileridir. Dolayısıyla, bu gerici sınıfların ekonomik-toplumsal-siyasal-ideolojik-kültürel-askeri egemenliğine son vermeden, bu gericiliğin hakimiyet ve hükmetme araçları olan devletlerini parçalayarak yerine proletarya önderliğinde halkın iktidarını yaratmadan bağımsızlık, özgürlük ve barış mümkün olamaz.
YARI-SÖMÜRGE ÜLKELERİN HALKLARININ ANTİ-EMPERYALİST MÜCADELESİ
Kapitalizmin emperyalizme evrilmesi süreci aynı zamanda proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişkinin bir başka çelişkide kendisini somutlaşmasını, bir başka çelişkinin öne çıkmasını getirmiştir. Bu ise emperyalizm ile ezilen uluslar ve ezilen halklar arasındaki çelişkidir. Emperyalist sistemin nasıl bir vahşet ve yağma sistemi olduğu en gözle görülür haliyle sömürge ve yarı-sömürgelerde doğrudan ya da uşakları aracılığıyla oluşturdukları egemen yapılarda görülür. Emperyalistler açısından dünya nüfusunun ezici çoğunluğunu oluşturan sömürge ve yarı-sömürge ülkelerin sömürüsü hayati öneme sahiptir. Emperyalistlerin kendi ülkelerinde işçi sınıfı ve emekçiler üzerindeki baskıyı yönetebilmeyi gerçekleştirmeleri de ancak sömürge ve yarı-sömürge ülke haklarının acımasız sömürüsü pahasına gerçekleşmektedir. Bu gerçeklik nedeniyledir ki emperyalizm ve ezilen halklar ile ezilen uluslar arasındaki çelişkinin ezilen halklar ve uluslar lehine çözümü için gerçekleştirilen ve gerçekleştirilecek mücadeleler emperyalist sistemin yıkılması için oldukça önemlidir. Özellikle 1917 Ekim Devrimi ile birlikte ezilen ulusların mücadeleleri proleter dünya devriminin bir parçası ve müttefiki haline gelmişlerdir:
“2. Ezilen halkların kurtuluş hareketi ve proletarya devrimi.
Ulusal sorunu çözmek için Leninizm şu tezlerden hareket eder:
- Dünya iki kampa ayrılmıştır: mali sermayeyi ellerinde tutan ve dünya nüfusunun büyük çoğunluğunu sömüren bir avuç uygar ulusların kampı ve sömürgelerin ve bağımlı ülkelerin, çoğunluk olan, ezilen ve sömürülen halkların kampı.
- Mali sermaye tarafından ezilen ve sömürülen sömürgeler ve bağımlı ülkeler, emperyalizm için çok büyük bir yedek ve önemli güç kaynağı oluşturur.
- Sömürgelerin ve bağımlı ülkelerin ezilen halklarının emperyalizme karşı giriştikleri devrimci savaşım, onlar için baskıdan ve sömürülmekten kurtulmanın biricik yoludur.
- Belli başlı sömürgeler ve bağımlı ülkeler, şimdiden ulusal kurtuluş yolunu tutmuşlardır; bu da kaçınılmaz olarak, dünya kapitalizminin bunalımına varacaktır.
- Gelişmiş ülkelerdeki proletarya hareketiyle sömürgelerdeki kurtuluş hareketlerinin çıkarları, devrimci hareketin bu iki biçiminde ortak düşmana karşı, emperyalizme karşı tek bir cephede birleşmesini gerektirmektedir.
- Ortak devrimci bir cephe kurulup sağlamlaştırılmadan, gelişmiş ülkelerde işçi sınıfının zaferi ve ezilen halkların emperyalizmin boyunduruğundan kurtuluşu olanaksızdır.
- Ezilen halkların, “metropol” emperyalizmine karşı kurtuluş hareketi, ezen ulusların proletaryası tarafından doğrudan doğruya ve azimli bir kararlılıkla desteklenmedikçe, ortak devrimci cephenin kurulması olanaksızdır; çünkü “başka bir halkı ezen bir halk özgür olamaz.” (Marks)
- Bu destek, ulusların ayrılma, bağımsız devlet olarak var olma hakkı sloganının gerçekleşmesini istemekten, bu sloganı savunmak ve uygulamaktan ibarettir.
- Bu slogan uygulanmadan, ulusların bir dünya ekonomisi içinde birleşmelerini ve iş birliğini örgütlendirmek olanaksızdır. Bu iş birliği ise, sosyalizmin zaferinin maddi temelidir.
- Bu birlik, ancak gönül rızasıyla kurulabilir ve halkların karşılıklı güvenlerine ve kardeşçe ilişkilerine dayanabilir.” (Stalin-Leninizmin İlkeleri, syf. 75-77)
Yine benzer bir bakış açısıyla emperyalizme karşı mücadelede sömürge ve yarı sömürge halkların ulusal bağımsızlık mücadeleleri ile proletaryanın politik iktidar mücadelesi ve ortak düşmana karşı birlikteliğinin önemli ve zorunlu oluşunu Mao yoldaşın sözlerinde de açıkça görürüz:
“Buradan da iki türden dünya devrimi olduğu ve birincisinin burjuva ya da kapitalist sınıflamaya girdiği görülür. Bu türden dünya devrim çağı çoktan tarihe karışmıştır: daha 1914’te birinci emperyalist dünya savaşı patlak verdiği ve özellikle 1917’de Ekim Devrimi meydana geldiği zaman son bulmuştur. İkinci tür, yani proleter sosyalist devrim dönemi bundan sonra başlamıştır. Bu devrimin temel gücü kapitalist ülkelerin proletaryası, müttefikleri de sömürge ve yarı-sömürgelerin ezilen halklarıdır. Ezilen bir millette hangi sınıflar, hangi partiler ya da kişiler devrime katılırsa katılsın ve bunlar sorunun bilincinde olsun ya da olmasınlar, sorunu kavrasınlar ya da kavramasınlar, emperyalizme karşı çıktıkları sürece, onların devrimi proleter dünya devriminin bir parçası haline gelir ve kendileri de devrimin müttefiki olurlar.” (Mao Cilt 2/ syf. 351)
Herhangi bir emperyalist devletten ya da genel olarak emperyalist sistemden bahsederken aslında tekellerin egemenliğinden söz ediyoruz. Emperyalist-kapitalist devletlerden tutalım da sömürge, yarı-sömürge, yarı-feodal devletlere kadar tüm ülkelerde tekellerin egemenliği ya doğrudan ya da dolaylı olarak gerçekleşir. Emperyalist-kapitalist devletlerde tekellerin egemenliği doğrudan, sömürge ve yarı-sömürgelerde komprador-bürokrat burjuvazi ve toprak ağaları vasıtasıyla gerçekleşir.
Sömürge, yarı-sömürge ve yarı-feodal ülkelerde emperyalistler siyasal, ekonomik, kültürel vb. anlamda en gerici sınıflara dayanır ve bu gerici sınıflar vasıtasıyla kendi egemenliklerini sağlar ve devam ettirirler. Bu ülkelerde kapitalist gelişimin emperyalizmin egemenliği nedeniyle kendi normal gelişimini tamamlayamaması ve feodalizmin çeşitli biçim ve oranlarda mevcudiyetini koruyor olması antiemperyalist mücadeleyle doğrudan iç içe olan ulusal bağımsızlık mücadelelerini ve üretici güçlerin gelişimi önündeki engellerin temizlenmesini içeren Demokratik Halk Devrimi mücadelesini zorunluluk haline getirmektedir. Bu ülkelerde köylülük ve özellikle yoksul ve topraksız köylülük antiemperyalist mücadelenin temel gücünü oluşturmaktadır. Antiemperyalist mücadele ile antifeodal mücadele birbirinden bağımsız ele alınamayacak biçimde birbirine geçmiş bir özellik taşımaktadır.
Yarı-sömürge, yarı-feodal ülkelerde gerek ulusal gerekse de uluslararası düzeyde uygulanan tüm tarım politikalarında tekellerin çıkarlarını ve tekellerin çıkarlarına göre yapılan düzenlemeleri görürüz. Tarımın emperyalist tekeller tarafından belirlenen plan ve hesaplara göre düzenlenmesi, özellikle yarı-sömürge ülkelerde tarım alanlarının tekellerin ihtiyaçlarına göre biçimlendirilmesi bu somutluğun kendisidir. Tekellerin ihtiyaçlarına göre geleneksel ürün çeşitlerinin yerine başka ürünlerin üretilmesinin gerek çıplak zor gerekse de yasalar yoluyla zorlanması ve milyonlarca köylünün üretimden koparak kasaba ve şehirlere akması bu gerçekliğin sonucudur. Toprak mülkiyetindeki tekelci yoğunlaşmayı, toprak sahiplerinin yüzde 10’unun dünyadaki ekilebilir toprakların yüzde 60’ına, Latin Amerika ve Güney Asya’da ise neredeyse yüzde 80’ine sahip olmaları ve kontrol etmelerinde görürüz. Çokuluslu şirketlerin büyük ölçekte topraklara el koyması ve kamulaştırması, doğal kaynakları kontrol etmeleri için büyük toprak sahipleri ve asalak finans kapitalin bankaları aracılığıyla emperyalist yağmanın yanı sıra köylülüğe dayanılmaz borç sistemleri dayatılmaktadır. Tüm bunlar köylülüğün toprak mücadelesini şiddetlendirmekte ve halk kitleleri ile yarı-feodalizm arasındaki çelişkiyi derinleştirmektedir. Gerçekliği bütünlüklü yansıtmayan verilerle bile dünya nüfusunun %40’ından fazlasını oluşturduğu söylenen yoksul ve topraksız köylüler, bu ülkelerdeki demokratik halk devrimine bağlı antiemperyalist mücadelenin önemli gücünü oluşturmaktadır. Dolayısıyla yoksul ve topraksız köylülük bu ülkelerde Demokratik Halk Devrimi ile iç içe geçen antiemperyalist mücadelenin önemli gücünü oluşturmaktadır.
Sömürge ve yarı-sömürgelerde antiemperyalizmi herhangi bir emperyalist ülkeyi hedef alarak sınırlamak antiişgalci veya şu ya da bu emperyalist güç karşısında olmak anlamına gelir ama bütünlüklü ve tutarlı olarak antiemperyalist olmakla eşdeğer değildir. Antiemperyalizmi çokça yapıldığı gibi ABD emperyalizmi karşıtlığına ya da başka herhangi bir emperyalist güç karşıtlığına indirgediğimizde antiemperyalist bir yan taşısa da bütünsel bir antiemperyalizm karşıtlığına sahip olmak anlamına gelmez.