“Adalet yürüyüşü” altıncı gününü doldururken, kısa bir değerlendirme yazısı yazarak kişisel kanaatimi ve önerilerimi sizlerle paylaşmak istedim.
Önce şunu kabul edelim: Burjuva-gerici partinin, hatta faşist karakterleri partilerin istem, talep ve başlattıkları eylemler, bazen devrimci ve ilericilerin toplumsal istekleri ve talepleri ile çakışabilir. Bu ezilen halkların ve işçi sınıfının menfaatine olan bir şeyse ilericilerin, devrimcilerin bundan vazgeçmesi, meydanı gericiler bırakması mı gerekir, yoksa toplumsal mücadelenin önüne geçerek, bu toplumsal tepkinin yönünü devrim lehine mi çevirmeli? Bence asıl özümsenmesi, kavranması gereken bu sorundur. O halde devrimin yapı taşlarını örmenin tek başımıza mümkün olmayacağı gerçeğini kavramamız gerekiyor. Hangi dönem kiminle, kime karşı geçici, göreceli birlikte duruş gösterebiliriz? Kimlerle kalıcı ittifak ve EYLEM birlikleri oluşturabiliriz ve bu güçleri devrimin müttefiki görebiliriz, tespiti çok önemli olduğu kadar güncel politik gelişmelere de tavır takınmanın yollarını da bize açacaktır.
Bu gerçek görülmeden bizim dışımızda gelişen haklı istem ve tepkileri doğru analiz edemeyiz. Her hâlükârda ikinci yol doğru olandır. Çünkü toplumun sisteme hoşnutsuzluğunun başlangıç noktası: ekonomik, demokratik, kültürel kısıtlama ve yasaklara tepkiyle kendini göstermektedir. Halkların, bu kendiliğinden yükselen tepkileri, ortaya çıkan çelişkileri hâkim sınıflar kendi lehlerine, rakibinin aleyhine kullanmayı amaçlar ve devletin hanesine yazdırmak isterler. İlerici ve devrimci güçler ise gelişen halk hareketlerini doğru tahlil ederek kendi lehlerine çevirmek düşmanı yenmek için bir kaldıraç olarak kullanırlar. Gerçekleri adalet nedir, devletin anladığı adalet ve hakla, bizim anladığımız adalet ve hakkın neden çok farklı olduğunu, ikisi arasındaki, farklılıkları anlatmak, kavramak ve kavratmaktan geçtiğini bilince çıkarmamız, toplumsal muhalefeti kendi lehimize çevirmemiz için gereklidir. Adım veya sıçrama tahtası yaparak kitlelere bilinç taşır, örgütlenmesinde vesile olur. Bilimsel sosyalizmi savunanlar -taktik-politikayla, siyasi, ideolojik mücadeleyi ayrıştırmayı iyi bilmeli, ona uygun politikalar üretmelidirler. Güncel taktikleri kavramayanlar iktidar mücadelesinde başarıyı, zaferi asla yakalayamazlar.
O sebeple, “adalet” isteği, kısmi hak ve özgürlükleri devletin çizdiği yasal çerçeve içerisinde görülselde dile getirilen istek ve talepler ağırlaştırılmış faşizm koşullarında haklı ve ilerici bir içerik taşımaktadır. Ortaya çıkan bu toplumsal tepki ve direnişin dışında kendimizi tutamayız. Başlatılmış olan bu toplumsal direnişin dışında kalan bir yapı geleceğini doğru yönlendiremez. Kitlesel bir hareket olma özelliğini yitirir. Bilmeliyiz ki, toplumsal hareketleri “tukaka” diyerek, küçümseyerek gericiler, faşistlere, yasalcılığın reformist temsilcilerine bırakmayız. Bu bir nevi işin kolayına kaçmak kitle çalışmasını, örgütlenmesini, doğruları anlatarak ilişki kurma gerçeğini görmezden gelmek istemektir. Devrim kitlelerin eseri olacaksa eğer, o zaman gerici kurum ve kuruluşlarda dâhil kitleler bulunuyorsa oralarda mevzilerini açılmalı, çalışmalar yapılmalıdır. Bu çalışma tarzı bizi sistemle, gerici ve reformist güçlerle aynı şeyleri savunuyoruz anlamına gelmez. Aksine bu alanları, mevzileri onlara bırakmadığımız anlamına gelir ki, uzun zaman içerisinde devrim yapma hedefi olanların kalıcı bir mevziiyi inşa etmenin temel taşları olarak görülmelidir.
Bizlerin bu tür toplumsal hareketlerde atıl kalmamızın en acı yönü bu gerçeğimizdir. Önderliğine bakmadan, toplumsal muhalefetin haklı – demokratik istemlerine bakmak ve onu sahiplenecek iradeyi yaratmaya çalışma esas alınmalıdır. Bu uzun ve zorlu bir uğraştır, günlük politikadan, sosyal, siyasal, ekonomik, demokratik ve özgürlükler gibi çok geniş, kapsamlı çalışmayı içermektedir. İşte devrimin mevzileri buralardan yaratılacak, çıkacaktır. Hiçbir şey kendiliğinden ortaya çıkmaz. Bu mevzileri, kanalları, var olma sebebimiz görmeli, damarlarımız besleyen kan, nefes borularımız açan, soluk alıp vermemizi sağlayan yerlerdir buralar. Buralarda AKP, MHP, CHP ve diğer sınıf temsilcileri var diyerek, bu toplumsal alanlara gitmeyiz diyemez, bu parti ve kurumlara meydanları bırakmayız. Aksine bu alanlarda fiili bulunmalı, kendi ajitasyon propagandamızı yapmalı, kalıcı ilişkiler yaratarak yarının temellerini inşa etmeliyiz. Toplumsal çelişkilerin her biri doğru okunmalı, yorumlanmalı, içerisine girip çalışılmalıdır.
Buraya kadar genel ve özgül durum üzerine yazdım, peki KILIÇDAROĞLU’NUN BAŞLATTIĞI “adalet yürüyüşü” ilerici bir içerik taşıyor mu? Tabi ki hayır! Demokratik hak ve özgürlüklerden hareket etmek ayrı, onu basamak olarak kullanan partinin özü ve bu öze uygun “adalet isteği” tamamen farklı bir içerik taşımaktadır. Bizim görevimiz de bu gerçeği ortaya çıkarmak, hâkim sınıfların sahte adalet taleplerinin yüzünü halklarımıza anlatmaktır. Kuşkusuz ki, CHP ve bazı kesimler bizleri bu toplumsal muhalefetin içerisine sokmak istemeyecek, hatta tecrit edilmesi gereken güç olarak niteleme yapacaktır. Biz tüm bu engelleri aşarak toplumsal muhalefetin haklı istem ve taleplerini sahiplenmek, meydanı gericiler bırakmamak için tüm imkânları seferber etmeliyiz, diyorum.