Almanya`da Politik Süreç ve Devrimci Göreve Dair
Almanya devleti AB’li ülkeler içerisinde ekonomik olarak en güçlü emperyalist devlettir. 16 Eyaletten oluşan Almanya, son istatiklere göre 84,7 milyon nüfusa sahiptir. Almanya‘da yaşamakta olan Türkiyeli göçmenlerin sayısı 3- 3,5 milyon dolayındadır (bu sayının 1,3 milyon kadarlık bir bölümünün Kürt nüfus olduğu belirtilmektedir) 3 Ekim 1990’da DDR (Demokratik Almanya Cumhuriyeti-Doğu Almanya) ile Batı Almanya’nın birleşmesi sonrası Alman devletinin başkenti Berlin olmuştur.
Yüzölçümü bakımından 357.578 kilometrekare ile Avrupa’nın yedinci, dünyanın altmış üçüncü büyük ülkesi konumundadır.
Merkezi Hükümet binasının Berlin’de bulunduğu Alman Parlamentosunda; 473 erkek, 263 kadın olmak üzere toplam Milletvekili sayısı 736, yasama dönemi ise toplam 4 yıldır. Son seçimlerde değişik partilerin listesinden 18 Türkiye kökenli milletvekili Almanya parlamentosunda bulunmaktadır.
Parlamentoda sandalye dağılımı; SPD (207), CDU/CSU (197), Die Grünen (118), FDP (92), AfD (78), Die Linke (28), BSW (10), Bağımsız (6) milletvekili olarak şekillenmiştir.
Avrupa Birliğinde en büyük, dünyada ise ABD, Çin ve Japonya’nın ardından dördüncü büyük ekonomiye sahip toplam ekonomi hacmi 4,3 trilyon dolar olan Almanya özellikle mühendislik, otomotiv, kimya ve ilaç sektörlerindeki ihracat hacmiyle öne çıkmaktadır. Yıllık bütçesi 500 Milyar Euro olan Almanya geçtiğimiz yıl 17 Milyar bütçe açığı vermiştir. 2023 enflasyonu %4,5 olarak tespit edilmiştir. Özelikle pandemi süreci ve sonrasında artan fiyatlar, tüketim maddelerine yapılan zamlar ve yükselen hayat pahalılığı karşısında işçi ve emekçilerin satın alma gücü düşmüştür. Yoksulluk sınırı 1.250 € olan Almanya’da, son aylarda ivmelenen hizmet sektöründeki grevlerin yanı sıra tüm Avrupa’yı saran çiftçi eylemleri Almanya’da da karşılık bulmuştur.
Çiftçilerin Almanya’da eyleme geçmesinde önemli faktörlerinden biri olan, mevcut bütçe krizine yönelik koalisyon hükümetini oluşturan SPD’li (Sosyal Demokrat Parti) Başbakan Olaf Scholz, Hür Demokrat Partili (FDP) Maliye Bakanı Christian Lindner ve Yeşiller’den Ekonomi Bakanı Robert Habeck, uzlaşmaya varıldığını açıkladılar. 2024 bütçesi üzerinde varılan anlaşmaya göre hükümet, 17 milyar Euro dolayındaki bütçe açığını kapatmak için borçlanmak yerine tasarrufa gidecek. Bu tasarruf tedbirlerinin hedefinde, çiftçilere yönelik hak gaspları yer almaktadır. Tarım sektöründeki sübvansiyonları ve destekleri kaldırma planları, krizin faturasının çiftçilere yüklenmesi anlamına gelmektedir. Hükümet tepkiler üzerine tarım sektöründeki kesinti planlarının bir kısmını geri çekme kararı aldığını duyursa da bu adımı yeterli bulmayan çiftçiler bir çok kent de protesto gösterilerinde bulunmuştur.
Ayrıca farklı alanlarda da yeni yıla grevler ve iş durdurma eylemleri damgasını vurmuştur, Makinistler sendikasının demiryollarındaki altı günlük grevi tam bitmek üzereyken, Ver-di sendikası havalimanlarında çalışanları greve çağırdı. Yaklaşık 25 bin güvenlik görevlisi 1 Şubat’ta iş bıraktı. Hemen ertesi gün otobüs, metro ve tramvay işletmecisi 130 belediye şirketi 81 kent ve 42 ilçede greve gitti.
İnşaat, kimya, metal gibi sektörlerde greve daha fazla katılım yaşansa bile günlük yaşamı çok etkilemediği için kamuoyunda pek ilgi yaratmadığı gözlenmiş olsa da, üretim alanlarında da iş bırakma eylemlerinin yaşanması Alman gerici egemen sınıflarını sarsmaktadır.
Almanya’da Irkçı Sağ Partiler Yükselişte
Alman emperyalizminin ve tekelci burjuvazisinin, emperyalistlerin birbiri ile olan çelişkilerinin derinleşmesine ve kızışan pazar çekişmesine paralel olarak dünya pazarlarında geçmişe oranla daha fazla söz sahibi olma gayreti giderek artmaktadır. Emperyalist Rusya’nın Ukrayna işgali sürecinde pozisyonu itibari ile kısmi tereddütler yaşasa da, ABD emperyalizminin öncülüğünde NATO’nun savaş kışkırtıcılığı ve yayılmacı politikalarına uygun biçimde konumlanarak, Ukrayna`ya silah ve mühimmat da dahil olmak üzere her türlü desteği sunmaktadır. Savaş ve yıkım sebebi ile Ukrayna`dan gelen 1 milyon göçmeni uygun koşullarda konumlandırıp, barınma imkanı ve maddi destek sağlamaktadır. Buna sebep olarak, Alman emperyalistleri geleceğe dönük yatırımlar yapmakta, savaş sonrası yıkıntılar içinde olan Ukrayna’yı yeniden inşa etme planları için büyük şirketler şimdiden hazırlanmaktadır. Yani Alman emperyalizmi “insani kaygılar ile” bu tutumu aldığı imajını çizse de, emperyalist planları ve çıkarları gereği bu politikayı uygulamaktadır. Genç nüfus olan Ukraynalı göçmenleri de ucuz ve yedek iş gücü olarak değerlendirmektedir. Dünyanın başka coğrafyalarından Almanya’ya sığınmak zorunda kalan ( Afganistan ve Suriyeli göçmenlerin yanı sıra İran, Irak, Türkiye’den Kürtler de dahil olmak üzere) sığınmacılara yönelik imkan ve olanaklar sınırlandırılırken, Ukraynalı sığınmacılara yönelik cömert destek ve teşvik de göze çarpmaktadır.
Alman emperyalizmi aynı zamanda gelişkin bir silah sanayisine sahiptir, bu alanda büyük ölçekli üretim yapan ve silah satan bir ülke konumundadır. 2. Emperyalist Paylaşım Savaşında Kızıl Ordu tarafından bozguna uğrayan Alman emperyalizmi, özellikle Rus Sosyal emperyalizminin dağılması sonrası, Doğu Almanya’yı bünyesine katma gayesi ile de AB içinde konumunu güçlendirmiştir. Almanya’nın her iki (1. ve 2.) Emperyalist paylaşım savaşlarında rolü dikkate alındığında, Alman tekelci burjuvazisinin gelecekte dünya pazarlarında daha güçlü söz sahibi olmaya yönelik girişimleri doğrultusunda, ordusunu da güçlendirmeye yönelik adımlar attığı, silahlanma bütçesine ayırdığı payı artırdığı görülmektedir.
Silaha ve savaşa bütçe ayırırken, işçi ve emekçilerin yaşam standartları düşmekte, tüketim ve gıda maddelerine yapılan zamlarla emekçilerin yaşam koşulları kötüleşmektedir. İşte bu noktada Nazi artığı faşist parti ve oluşumlar, Almanya`da alım gücünün düşmesi, işsizliğin artması gibi sistem kaynaklı olgulardan, göçmen ve mülteci kesimleri sorumlu tutarak, şoven ve ırkçı politikalar eşliğinde göçmen düşmanlığına hız vermektedir. Bu oluşumlardan AfD ( Almanya için Alternatif Partisi ) son süreçte yükselen bir grafikle büyüme trendindedir. AfD’nin, son aylarda yabancıları sınır dışı etmeye yönelik gizli toplantılar yaptığının açığa çıkmasıyla birlikte Almanya’da yüzbinlerce insan sokağa ve alanlara çıkmış, ırkçılık karşıtı protestolar gerçekleştirmiş olsa da bu hareketlerin esasen sınıf dokusu zayıf ve liberal reformist güçler tarafından organize edildiği, hatta hükümet partileri SPD ve Grüne tarafından da desteklendiği görülmektedir.
Egemen sınıflar dünyanın her yerinde olduğu gibi, Almanya’da da hem ırkçı sağ partileri çeşitli koşullar için hazırlamakta, hem de sol liberal ve sınıf uzlaşmacısı güçleri yedeğinde tutmak için aşırı sağı bir tehlike olarak kendi güdümlerinde tutma politikalarını sürdürmektedir. Dolayısıyla bugün Almanya’daki ırkçı sağ ve uzlaşmacı liberal sol gruplar, egemenlerin denetimindeki terazi olarak işlev görmektedir. Buna karşı sınıf bilinçli proleter hareketin karşı koyuşu ve örgütlemesi elzemdir.
Alman Devleti Baskı ve Halka Yönelik Saldırganlık Yasalarına Hız Veriyor
Emperyalist kapitalist dünya sisteminin önemli bir bileşeni olan Alman devleti ülke içinde hak gasplarına yöneliyor, örgütlenme özgürlüğünü daraltıyor. Bununla birlikte, baskı ve tehdit aracılığı ile toplanma ve yürüyüş gibi demokratik hakların sınırlarını daraltan uygulamalara yöneliyor. Son süreçte bunun önemli bir örneği olarak, İsrail siyonizmine karşı direnen Filistin ulusal kurtuluş mücadelesiyle dayanışma eylemlerinde Filistin direnişini simgeleyen sembollere saldırmış, miting ve yürüyüşlere yasak koymuştur. Yapılan eylemlerde kitleye saldırarak tutuklamalar yapmış, dernek ve ev baskınlarıyla devrimci kesimleri sindirmeyi amaçlamaktadır. 129 a/ b gerici yasasına dayanarak Almanya’da açık, demokratik faaliyet ve çalışmalarda bulunan örgüt ve yapıları “terör, teröre destek” gibi asılsız suçlama ve politik nedenlerle kuşatma ve baskılama siyaseti uygulamaktadır. Onlarca yerli ve göçmen devrimci Alman hapishanelerinde tutsak ve yargılanmaktadır.
“Anti-terör yasaları” ile anti faşist, devrimci, sosyalist ve komünist yapılar ve kişilere yönelik, bu yasalar ile soruşturmalar yürütülmekte, oturum hakları iptalleri, sınır dışı etmeler, ev ve dernek baskınları, gözaltı ve tutuklamalar yaygınlaştırılmıştır.
Yasal, demokratik faaliyetler, panel, gece gibi sosyal, siyasal ve kültürel faaliyetler, semboller dahi “terörist faaliyet” kapsamına alınarak soruşturmalar açılmakta veya yasaklanabilmektedir. İltica hakkı almış politik kişilerin özgürlükleri ve siyaset yapma hakları kısıtlanarak, başta göçmenler olmak üzere tüm ezilen emekçilere gözdağı verilerek, sindirilmek istenmektedir. Uluslararası ölçekte kabul edilen politik mülteci haklarına bu şekilde kapsamlı bir saldırı kampanyası başlatılmıştır. Emperyalistler çıkarları doğrultusunda uşağı olan devletlerde yürüyen halk mücadelelerini ve ulusal kurtuluş mücadelelerini bu şekilde özel bir baskı altına alma yöntemine başvurmuştur. Böylelikle kendi uşaklarını politik olarak bu şekilde de koruma altına alma çabasına girmiş, faşist rejimlerin politik hakları yok sayan tutumuna eşlik eden bir yönelim oluşturmuştur.
Almanya’da “terör listelerine” alınarak PKK (Kürdistan İşçi Partisi), DHKP-C (Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi), FHKC(Filistin Halk Kurtuluş Cephesi), FARC (Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri), NPA (Filipinler Yeni Halk Ordusu) PKP (Peru Komünist Partisi) gibi yapılar uzun zamandır yasaklanmıştır. 2015 yılında Avrupa çapında eş zamanlı bir operasyonla tutuklanan ve uzun yıllar yargılanan devrimci ve komünistlere yönelik açılan Münih davası ile bu halkaya TKP/ML (Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist)’de eklenmiştir. Alman devleti bu yaklaşımı ile devrimci, ilerici, komünist örgütleri sürekli baskı ve yasaklamalarla politik çalışmalardan alıkoymaya, faaliyetçileri ve taraftarları tutuklamaya yönelmektedir.
Alman emperyalizmi, faşist Türk devleti ile olan tarihsel stratejik çıkar ilişkilerinin yanında savaş aygıtı NATO şemsiyesi altında büyük bir ortaklığa sahiptir. Türkiye’de Alman emperyalistlerinin yatırımları ve sermayesinin güvencesi için, bugünkü faşist Erdoğan-AKP-MHP kliği de uyumlu ilişkiler sürdürmeye devam edilmektedir. Türk devletinin başta Kürt ulusuna ve çeşitli milliyetlerden halka yönelik her türlü katliam, tutuklama, izolasyon, hukuksuzluk ve hak gasplarına göz yumarak, uşağının çıkarını korumaktadır. Gerici sisteme karşı mücadele yürüten devrimcileri Almanya’da tutuklayarak, sınırlayarak Türk egemenlerini memnun etmekte ve bunu bir pazarlık aracına da çevirmektedir.
Almanya’da Sınıf Hareketinin ve Devrimci Güçlerin Durumu
Almanya tarihsel olarak sınıf mücadelesinde hem sınıfsal uzlaşma hem de sert bir şekilde devrimci karşı koyuş ve mücadelelere sahne olan bir ülkedir.
1.Emperyalist Paylaşım Savaşı öncesi süreçte SPD’nin (Almanya Sosyal Demokrat Partisi) başını çeken Sosyal Demokratların kendi ülkelerinin burjuvazisini desteklemeye yönelik sınıf uzlaşmacı politikaları, hem de bu oportünist çizgiye karşı çıkan Liebknecht ve Luxemburg’ların başını çektiği Kasım devrim ayaklanmaları bu döneme damgasını vurmuştur.
1.Emperyalist paylaşım savaşında Almanya’nın yenilmesi sonrası, Alman tekelci burjuvazisinin sömürü ve talana yönelik kabaran iştahının azalmadığı, sadece beklemeye çekildiği, 2. Emperyalist paylaşım savaşı ile görülmüştür. NSDP- Nazi Partisi ve gerici Alman tekelci sınıfların temsilcisi Hitler’in savaş ve işgal politikaları sonucu 1939- 1945 arası tüm Avrupa’yı işgali ve komünizm karşıtlığının başat gerici rolüne soyunarak Sovyetlere savaş açmasının ardından Kızıl Ordu tarafından yenilgiye uğratılması tarihe kayıt düşülmüştür.
Milyonlarca insanın katledilmesi, yıkım, sefalet ve açlık; emperyalist haksız yağmacı savaşların bir sonucudur. Bugün de hem Doğu Avrupa’da Ukrayna’da hem de Orta Doğu ve başka coğrafyalarda süren emperyalist pazar dalaşı sonucu çıkartılan ve desteklenen savaşlar, sömürü sisteminin doğal sonuçlarıdır. Alman emperyalizminin de büyük emperyalist güç olarak dünya sömürü sisteminde rolü ve yeri belirgindir.
Emperyalist savaş tehlikesine karşı görev, yerli ve göçmen işçi ve emekçilerin ortak çıkarları temelinde devrimci mücadelesinin yükseltilmesidir. Sömürü ve baskı sisteminden gerçek kurtuluşun sosyalizm ve nihayetinde komünizm ile mümkün olacağı bilinciyle ve enternasyonalist ruhla her türden burjuvaziye ve ideolojik olarak aynı kökten türeyen revizyonist, reformist uzlaşmacılığa ve temsilcilerine karşı, devrimci sınıf perspektifini yaymak, örgütlenmek, kararlı ve disiplinli proleter örgütlerin yaratılmasıyla olanaklıdır.
Özetleyecek olursak;
Sendikal bürokrasi, uzlaşma siyasetinin sonuçları olarak, sınıfın bilinç, örgütlenme ve karşı koyuş düzeyi geridir.
Almanya’da sınıf mücadelesi içinde yer alan demokrat güçler esas olarak reformist ve düzen içi parlamentarist yolla iyileştirme siyaseti güden ve sınıf uzlaşmacısı yapılardır.
Anti-faşist otonom örgütlerin hareketi belirli dinamikler taşısa da bilinç ve sınıf perspektifinden uzak oluşları sebebi ile, geniş yığınların dikkatini çekmekten uzaktır.
Devrimci hareketin içinde olarak sayılabilecek güçlerin oportünist-revizyonist karakteri ve hantal yapıları, devrimci cüretlerinin zayıflığı, giderek artma eğiliminde olan yığınların öfkesini örgütlemekten uzaktır.
Türkiyeli demokrat devrimci kurumların politik çalışmaları esasta Türkiye gündemli olmaktadır. Alman yerli kesimlerle ilişki ve bağ, Almanya gündemli mücadelelere ilgi zayıf ve yetersizdir.
Komünist devrimci hareketin etkileri içinde olan Alman MLM hareketi henüz emekleme aşamasındadır. Politik tecrübe ve ideolojik donanımı yetersizdir. Tüm bunlar yerli ve göçmen hareketin devrimci perspektifle sokak mücadelelerinde belirgin ve direngen olarak güven verecek, enternasyonalist bir hatta ortaklaşmasını zorunlu ve acil kılmaktadır.
AGEB ALMANYA