Proleter
AHMET ZEKİ ÇİMEN YOLDAŞI ÖLÜMÜNÜN 25. YILINDA SAYGIYLA ANIYORUZ.
Ahmet Zeki Çimen yoldaşı , namı diğer “ Proleter” ya da “Prol” u 17 Şubat 1993”te henüz 53 yaşındayken Kalp krizi sonucu kaybettik.
O devrime, komünizme adanmış bir kavga adamıydı. Ölümüne dek doğru bildiği fikirler uğruna devrimci mücadelesini sürdürdü.
Bu güzel insanı, ağbeyimizi, onurlu ve alçak gönüllü yoldaşımızı kaybetmenin derin hüznünü hala yüreğimizin en derinliklerinde duyumsuyor ve yaşıyoruz.
Öne çıkmayı, kalabalık toplantılarda ve ya kogre ve konferanslarda, kürsüye çıkarak konuşmalar yapmayı pek sevmezdi. Ancak bu tür toplantıların “ayaklı kulis “ eylemlerinin vazgeçilmeziydi. Toplantılarda verilen aralar esnasında, elinde eksik etmediği sigarasıyla, etrafına toplanan onlarca yoldaşa tartışılan konular hakkında eleştiri ve önerilerini sunar, böylece “kendi toplantısını” yaparak çalışmalara katkıda bulunurdu. Oldukca güzel bir “ İstanbul Türkçe”si ile konuşur bazende konuşmalarına, “Osmanlı Türkçesi” ve ya, “eski Türkçe” kelimeler, cümleler ekleyerek devam ederdi. Onun bu tür bir davranışda bulunması etrafını saran ve kendine göre genç sayılabilecek biz yoldaşlar tarafından biraz merak, biraz da söylenenlerin pek çoğunu anlayamamanın verdiği şaşkınlıklara vesile olurdu.
Ölümünün ardında, Hamburg da bulunan bir gurup yoldaş, bugünün Emek Partisi olarak bilinen çevrenin Türkiye de haftalık olarak yayınladıkları “Gerçek” dergisine bir anma ilanı vermiştik.
İlan anlaşma gereği üç hafta yayınlanacaktı, ne yazık ki, sadece bir hafta yayınlandı.
İlan Şöyleydi.
“ ACI KAYBIMIZ.
Sade ve onurlu yaşamıyla, alçak gönüllü, eleştiriye açık örnek kişiliğiyle değerli, dava arkadaşımız, ağbeyimiz “ Proleter”i kaybetmenin derin üzüntüsünü yaşıyoruz.
PROLETER, yaşamının büyük bir bölümünü sosyalizm davası için savaşıma adamış, bu alanda unutamayacağımız hizmetlerde bulunmuş; bugün devrim mücadelesinin çeşitli mevzilerinde yer alan pek çok arkadaşın yetişmesinde değerli katkıları olan bir ağbeydi…
O, sosyalizm davasına derin ve güçlü bir inançla bağlıydı. Hiç bir burjuva “ esinti” bu kaya”yı yerinden oynatamadı. Türk, Kürt ve diğer milliyetlerden halkların gönüllü, eşit ve kardeşlik temelinde birliğini savunarak proleter enternasyonalizmden hiç bir ödün vermedi.
O, Ülkemizde güçlü ama dağınık durumdaki sosoyalist potansiyelin biran önce sağlıklı bir temelde birliğini büyük bir arzuyla istiyor ve bunun mutlaka bir gün gerçekleşeceğine; karanlık dünyanın parçalanacağına derin inancını koruyordu.
Bu güzel ve değerli insanın kaybında duyduğumuz derin acıyı bütün dostları ve ailesi ile paylaşıyoruz.
Avrupa” da bir gurup dava arkadaşı. “
– Gerçek Dergisi yıl iki-sayı bir. 27 Mart 1993 –
2003 “de ölümünün 10. Yılında yoldaşları ve dostları onu anmak ve mücadelesini sahiplenerek sürdürmek amacıyla Stuttgardt” da bir anma toplantısı düzenlediler. Bu buluşmaya 100 kadar yoldaş ve eşi ile kızı katıldı.
Toplantıda Bolşevik Partizan adına bir yoldaş kısa bir açılış konuşması yapar ve ayrıca “ Herşeye Rağmen” dergisi ve ATİF adına mesaj ve değerlendirme konuşmaları yapılır. Katılımcılar onunla ilgili anılarını paylaşırlar. Oldukca geç haberdar olduğum için katılamadığı bu buluşma, yoldaşca duygular içinde gerçekleşir.
Gelin şimdi 2003 de yapılan bu toplantıda ortaya konan bilgi ve değerlendirmeler ışığında Proleter yoldaşı ve mücadelesini daha yakından tanıyalım.
Herşeye Rağmen dergisi adına yapılan sunumda, Proleter yoldaşın 1982 de içinde yeraldığı parti ” ye verdiği bilgilerden aktarmalar yapılır.
O, kendisiyle ilgili olarak şu bilgileri vermektedir.
“Aşağı yukarı 68’den bu yana sol hareketle dirsek teması içindeyim.
Çok çocuklu bir işçi ailesinden gelmem hasebiyle çevremdeki zenginlere karşı kıskançlık ve bilinçsiz bir kinle büyüdüm. O sıralar liseye giden öğrenciler arasında Nazım’ın bazı şiirleri teksir edilen kâğıtlardan okunuyordu. Aralarında tanrının varlığı yokluğu tartışması –yüzeysel de olsa– ateşli bir tartışma olarak yürüyordu. Bu bende evimizdeki tutucu yapıyla çelişmelerin yavaş da olsa su yüzüne çıkmasını beraberinde getiriyordu. Onbeş yaşıma geldiğimde allahsız olup çıkmıştık. Pederim beni defalarca afaroz ederek, adımı “Hristo” olarak değiştirmem gerektiğini bile söylemişti. Bir defasında iyi laf eden birini bulup getirerek “tanrısızlığın kötülüğü” konusunda özel telkin seansı bile ayarladı zavallı… Heyhat, direnmemi kıramadılar.
Delikanlılık döneminde ülkenin fakirliği konusunda düşünceler filizlenmeye başladı. DP iktidarının son yıllarında ateşli bir CHP’ci olup çıktım. Bu dönem yüksek öğrenim gençliğinin hareketleri beni reformist yöne doğru çekmeye başladı. 27 Mayıs darbesinde darbecileri haklı görüp destekliyordum. O sıralarda askere alınarak güneydoğuya tayin edildim. Kürtlerin acınacak durumunu görünce onlara “neden bu devlete isyan etmiyorlar?” diye kızmaya bile başladım. Eğitimden geçtiğimiz günlerde yedeksubay öğretmenlerin tertiplediği bir yürüyüşü haber alan tugay komutanının birliğe “alçaklar, vatan hainleri, komünistler” diye bağırması, gayet haklı ve maaşların azlığıyla ilgili bir yürüyüşe paşaların tahammülsüzlüğünü gösteriyor ve bende “hak istemek komünistlikse, ben komünistim arkadaş” düşüncelerinin gelişmesine yol açıyordu. O komutanın sözleri komünizme olan ilgimi oldukça arttırdı diyebilirim. Cumhuriyet’te çıkan kimi yazıları, bu arada Çetin Altan’ı daha başka türlü, bir tiryakiliğe varan bir iştiha ile incelemem o döneme rastlar. Vietnam savaşının getirdikleri beni iyice sola çekmeye başladı. Yavaş bir tarzda o yıllarda ortaya çıkan TİP’in görüşlerini benimsiyordum. (…)
1965 yılında işci olarak yurtdışına çıktım. Almanya’ya gittim. Büyük bir firmada çalışmaya başladım. Maksadım bir kitapçı dükkânı açacak kadar bir sermayeyi biriktirebilmekti. Olmadı. Birahanelerde, sohbetlerimizde sosyalizmin meziyetlerini ileri saydığım kişilere anlatarak oyalanıyordum. Deniz Kavukçuoğlu ile tanışıp diğer birkaç arkadaşla Türkiyeli Devrimciler Halk Ocağı’nı kurana dek ‘çalışmam’ ve gelişmem işte böyle oldu. Aydınlık dergisi etrafında kolları sıvadık.”
“TİİKP’de olduğumdan, İK’nın görüşlerini öğrenir öğrenmez, TKP/ML saflarında yerimizi alarak bilhassa Sıksaç’ın marifetiyle “den “den “ içinde likidatörlüğe başladık. (Burda Prol’ün yine kendine has ironisiyle Sıksaç dediği, geçenlerde yitirdiğimiz ‘Kel’imiz Ali Yavuz Çengeloğlu’dur. O sözü geçen dönemde Prol’ün çalıştığı bölgede faaliyet yürütüyordu.) Meğer çoğunluk da bizim gibi düşünüyormuş. Şafakçıların hesabını görmek zor olmadı.”
O , TKP-ML örgütünün Avrupa “daki en önemli ve en tecrübeli kadrolarından biriydi. Bu özelliğini pek çok yoldaş bilmezdi. Örgütün inşası ve gelişmesinde adeta, “gizli güçlerden” biriydi. Ben onun bu yapısını yıllar sonra öğrenme şansını yakalayabildim. Az ve öz konuşan, son derece alçak gönüllü, sade bir yaşam tarzı ve kendisiyle dalga geçebilen, pek çok ciddi eleştiri ve önermelerini sakin ve bir okadarda israrla anlatan ve örgütlü mücadelede ciddiyeti temel alan bir yoldaşımızdı.
Bunun için BP ve ATİF adına sunum yapan yoldaşların değerlendirmeleri hiçte abartı ve güzelleme niteliğinde değil, tersine gerçekliğin ifadesidirler.
Ona neden “ Proleter” adının takıldığını BP” li ve ATİF” li yoldaşlardan dinleyelim.
“ Çoğumuz onu Proleter, ya da kısaca Prol olarak tanıdık. O bizim Prol’ümüzdü.
Proleter ismi ona her bakımdan yaraşan bir isimdi. O hem sınıf kökeni, hem sınıf konumu, hem de dünya görüşü ve siyasi düşünceleriyle tam bir işçiydi, proleterdi. O, Türkiye’de ilk gençliği ve askerliğin ertesinde 1965 yılında Almanya’ya işçi olarak geldi. Almanya’da inşaat ve metal sektöründe kesintisiz 16 yıl işçi olarak çalıştıktan sonra, 1981’de Parti içindeki gelişmelere bağlı olarak ona duyulan ihtiyaç ve verilen görev nedeniyle işsizliğe çıktı. 1981’den itibaren ölene dek kesintili olarak, yine işçi olarak çalıştı.”
ATİF li yoldaş ise şöyle diyor.
“ 17 Şubat 1993 tarihi bir proleterin bedenen aramızdan ayrılışının tarihidir. Ona “Proleter” derken rastgele ya da tesadüfen söylenmiş bir sıfat değil, O mayasını genelde dünyada gelişen sosyalist devrim rüzgârından, özelde ise Tüürkiye proletaryasının şahlanışı ile özgün bir coşku yaratan 68 kuşağından almıştır ve daha sonrası Türkiye devrimci hareketi içerisinde siyasal alt üst oluşlardan, önder Kaypakkaya’nın çok haklı olarak söylediği gibi “Biz Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ürünüyüz!” tespitinin komünist bir çizgide vücut bulmasıyla, Proleter arkadaş da kendisini bu çizgide ifadelendirmiştir. O yaşadığı Almanya’da Türkiyeli göçmenlerin akademik-demokratik sorunlarına ciddi derecede eğilmiş, onların örgütlü mücadeleye kazandırılmalarında önder bir rol oynamıştır. Göçmenlerin sorunlarının çözümünde örgütlü mücadeleyi esas almış, bunun gereği olarak ATİF’in kurulmasında önderlik yapmış kurucuları arasındadır. Uzun yıllar bu saflarda aldığı görevleri layıkıyla yerine getirmiş, Stuttgart ve çevresinde demokratik mevzinin kitleselleşmesinde emek sahibidir.”
Proleter”in genel olarak Avrupa , özel olarak Güney Almanya örgütlenmesinde çok büyük emeği vardır. Güney bölgesinde, yetişen genç militan kadroların eğitimi, sevk ve idaresinde onun yeri özeldir. Kendi öğrencileri diyebileceğimiz genç yoldaşların yer yer oldukca sert sayılabilecek eleştirileri karşısında bile, büyük bir olgunluk ve tebesümle onları dinleyebilen, haklı eleştiri ve önerilerini teredütsüz kabüllenmeyi bilen bir kişilikti. Kaprisli, kendini beğenmiş, sekter ve içten pazarlıklı biri değildi. Onunla saatlerce hoş ve verimli sohbetler yapmak her yoldaş için özlenen ve arzulanan bir eylemdi.
Aydınlık Hareketinin Avrupa sorumlusu Ömer Özerturgut ve üç yoldaşı Alman polisi tarafından tutuklanırlar. Yıl 1974” tür. O dönem Aydınlık içinde yer alıp da sonraları Kaypakkaya”cı olan yoldaşlardan bazıları bu tutuklanmalarla ilgilenirken, Ömer”in evinde Kaypakkaya”nın yazılarına rastlarlar ve böylece örgüt içi sorgulama ve siyasi kavgalar başlar. Almanya örgütlenmesinde yer alan pek çok yoldaş İbrahim Kaypakkaya” nın fikirleri temelinde ayrılırlar. Böylece TKP-ML yurtdışı örgütlenmesinin temeli atılmış olur. İsa Güzel, Ali Yavuz Çengeloğlu ve proleter bu kadrolardan sadece bazılarıdırlar. Sözün özü şudur ki, proleter daha başından itibaren yurtdışı örgütlenmesinin çekirdek kadrosu içinde yer alır.
12 Eylül Askeri faşist darbesi sonrasında, TKP-ML”nin ikinci konferansı Dersim” de yapıldı. Ülke genelinde ve özel olarak Dersim” de faşist operasyonlar aralıksız sürüyor, devrimci yapılara darbeler vuruluyor, özellikle partimize karşı yoğun saldırılar yapılıyordu. Tamda böylesi bir dönemde, yurtdışı bölgesi adına ikinci konferansa katılan üç delege yoldaşlardan biri proleterdi. O, parti ve komünizm için böylesi zor ve karanlık bir dönemde, delege olarak konferans için Dersim”e gitmeyi teredütsüz kabulenmişti, görevden kaçmak onun tavrı olamazdı…
1981 ayrışmasından sonra yollar ayrılmış olsa da, ATİF” li yoldaşların 2003”de onu büyük bir sevgi ve minetle anmaları tamda yukarda işaret ettiğimiz gerçekliğe dayanmaktadır.
“ O bir devrimci de olması gereken tüm meziyetleri kişiliğinde cisimleştirmiştir. Kitle hareketimizin temel taşlarından biridir. Stuttgart ve çevresinde onunla tanışmış kitlelerde büyük saygınlık uyandırmış, federasyonumuz ATİF’in örgütmesinde kanıyla, canıyla harç olmuştur.
Ey güzel insan! Seni ve senin gibi devrimci kişilikleri demokrasi mücadelesinde gelecek kuşaklara anlatmayı görev biliyoruz. Sınıf mücadelesinin seyri içerisinde kopukluk yaşamış olmamıza rağmen sen doğru bildiğin devrimci çizgide yer almış, ölene kadar da devrimci değerlere sıkı sıkıya bağlanmış bir dava adamıydın.”
Evet o, ölene kadar, doğru bildiği fikirler temelinde Bolşevik Partizan saflarında mücadelesini sürdürdü. Geçmişte birlikte olduğu yoldaşlarına karşı hiç bir zaman düşmanca ve karalayıcı tavırlara düşmedi. Bu tür davranışlar onun için en hafif deyimle “çocukca” olurdu.
Onunla birebir tanışmamız 1970 sonlarına denk gelmektedir. Hiç kuşkusuz daha önceleri de dolaylı olarak tanışıyoruz. ATİF ve ATÖF” ün kongrelerinde ve merkezi kitlesel kimi toplantılarda, “Kulis konferanslarına” tanıklığım olmuştur. Ancak ilk doğrudan tanışmamız, Maraş katliamını protesto için Duisburg”da yapılan merkezi eylemde gerçekleşti.
Ozan Emekçi”nin “ Özgürlük Mahkumları” kaseti bir yakın akrabası aracılığıyla bizim Hamburg”da elimize ulaştı. Oldukca temiz bir çekim yapılmış, basıma hazır haldeydi. Merkezi kurumlara da sorarak, kaseti 10 bin adet çoğalttık ve yürüryüşte dağıtmak için yaımızda götürdük. Yürüyüş sonrası tüm bölgelerde yoldaşlar kaseti almak için bizim bulunduğumuz alana geldiler.
Dağıtımı ben yapıyordum. Elinde sigarasıyla Proleter geldi ve hafızamda kaldığı kadarıyla “ ufaklık bizim için 500 adet kaset ver” dedi. Ve yanındaki yoldaşlarla kasetleri alıp gittiler. Beş, on dakika sonra bu kez yanında Bedi Avcı ve birkaç başka yoldaşla geldiler, “ bize bir 500 adet daha ver, yoldaşlar aldıklarımızı az buldular” dedi. Bir 500 adet daha alıp gülerek ayrıldılar. Bu kısa tanışma sorası artık, karşılaştığımız alanlarda kısa sohbetler yapardık. Yıllar sonrası 80 ortalarında onunla doğrudan beraber çalışma şansım oldu. Kısa süreli bu birlikte çalışma döneminde ondan çok şeyler öğrendim. Beni en çok etkileyen özelliği, olağanüstü alçak gönülü ve kendiyle barışık oluşudur.Tartışma toplantılarında iyi bir dinleyiciydi ve Türkiye”nin yakın tarihi ve Osmanlı dönemi hakkındaki derin bilgiye sahipti.
Bu yazıyı hazırlama sürecinde, onu yakınen tanıdığını bildiğim Sinan Demirci yoldaşın bilgisine başvurdum. İyiki de bunu yapmışım..
Sinan, Ayşe ve Ensar Albayrak yoldaşların konuşmacı olarak katılımı ile bu yılın Ocak sonunda Stuttgart” da bir toplantı düzenlenmiş. Toplantıyı başta “Mısto” olmak üzere ordaki yoldaşlar ve iki kesimin derneği organize etmişler.
Konu bu bölgedeki geçmiş çalışmaların tarihçesi ve gelişimi hakkında bilgi sunmak ve tartışmak.
Sinan ve diğer yoldaşlar, Proleter den önce bu bölgede çalışma yürüten yoldaşlardır, ve denebilirki ilk zorlukları yaşayan ve ilk köşe taşlarını döşeyen bu ve diğer kimi yoldaşlardır.
Lafı uzatmadan konu hakkın da sözü Sinan Demirci yoldaşa bırakıyorum.
“ Merhaba arkadaşlar, yoldaşlar ve dostlar.
Konuşmama şu anda aramızda olsalardı, birlikte olmaktan olmaktan onur duyacağımız birkaç arkadaşın adlarını büyük bir özlemle anarak başlamak istiyorum.
Şerif Hazar, Kemal Yıldırım,Baki Dalkıran, Ahmet Zeki Çimen, Rıza Ayık, Hüseyin Yorulmaz, Ali Rıza Sever, Bedi Avcı, ve Ali Yavuz Çengeloğlu…Bu arkadaşlarımızın bu şehirde yürüttüğümüz demokrasi ve devrim mücadelesinde emekleri, katkıları vardır. Emekleri zay olmasın..”
Sinan yoldaşın geçmişte kendisiyle mücadele veren ve şimdi aramızda olmayan yoldaşları sevgi ve saygıyla anarak konuşmasına başlaması çok anlamlı ve değerliir. İçinde yetişip geldiğimiz devrim okulunun, nasıl bir büyük değerler harmonisi ile karıldığını ve şekillendiğini gösterir.
Sinan konuşmasının devamında, görevli geldiği bu çalışma alanında yaşadıkları sıkıntıları, kitlesel olarak henüz dalbudak salamamış olmanın sıkıntılarını, kendine has uslupu ile anlatıyor. Onun aşağıda okuyacağınız sözleri dönemin genel tablosuna ışık tutar niteliktedir.
“ Ayşe arkadaş konuşmasında belirtti. Sanıyorum yetmiş dört yılının sonbaharı idi. Stuttgart’ta yönetiminde arkadaşlarımızın olduğu iki derneğimiz vardı.
Yapılan bir halk gecesine beş ozan katılmıştı ve dokuz seyirci vardı. Oysa iki derneğin yönetim kurulu üye sayısı on dört idi.
Arkadaşlar beni de bu yörede devrimci çalışma yapmak üzere görevlendirdiler. Peki görevim ne idi? Görevim İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleri rehberliğinde proletaryanın öncü müfrezesini örgütlemek idi. Şehre gelirken bana güvenebileceğim iki isim verildi. Biri Kemal Yıldırım, diğeri de şu anda yanımda oturan Ensar Albayrak… Sırtımı dayayabileceğim iki dağ… O zaman söz henüz yalama olmamıştı. Ben bu iki arkadaşa ölümüne güvendim. Onlarda süreç içerisinde deneme sınamalardan sonra bize güvendiler.”
Beş halk ozanının katıldığı geceye, yönetim kurullarında yer alan insanlardan daha az bir kesimin katılmış olması, tamamen o dönemin sosyal bir gerçekliğidir. Almanya”nın pek çok şehrinde tertiplenen halk gecelerini n genel durumu Sinan yoldaşın belirttiği gibiydi. Bir başka anlatımla, mücadelenin ilk yıllarında kitle kazanmak, onları eylemlere seferber etmek oldukca zordu. Tüm bunlara madi sıkıntıları da eklememeiz gerekmektedir.
Ne varki, bu durum uzun sürmedi, çok kısa bir süre sonra artık daha geniş kitlelerle bağlar kurulabilmişti.
“ Sonra bir halk gecesi düzenledik. Salon küçüktü, ama doluydu. Konuşmalar doyurucuydu. Sanatçı arkadaşlar ellerinden gelenin en iyisini sundular. Yaklaşık üç yüz kişilik bir katılım oldu. Bu bize önemli bir moral oldu. Çalışmalarımızın işçiler tarafından desteklendiğinin bir göstergesi idi. Bu başarı kolektif çalışmanın ve iyi koordinenin bir başarısıydı.
Öncede belirttiğim gibi; görevimiz proletaryanın öncü müfrezesini örgütlemekti. Dernekte toplumun en ileri kesimlerine İbrahim Kaypakkaya’nın devrimci fikirlerini iletmeye çalışıyorduk.”
Denebilir ki, Almanya somutunda kitlesel bir yapıya doğru gelişmemizde, Vahit Önler adlı bir işçinin polis tarafından silshla vurulup öldürülmesi üzerine, merkezi olarak harekete geçmemiz ve başta Sututtgart olmak üzere Almanyanın pek çok şehrinde protesto yürüryüşlerü düzenlememiz oldu.
Sinan yoldaş bu durumu şöyle özetliyor.
“ Vahit Önler adlı bir işçi Kornwestheım kasabasında polis tarafından “kaçıyor” gerekçesi ile karakolun önünde kurşunlanarak öldürüldü. Hemen harekete geçtik. Cinayeti her tarafa duyurduk. Arkasından bir protesto yürüyüşü düzenledik. “
Ensar ve Sinan yoldaşlar yürüryüş izni almak için polise giderler, Almancaları yetersizdir, ayrıca Sinan”ın pasaportu da sağlam değildir. Tüm bunlara gağmen izin alınır ve yürüryüş yapılır. Bu azimli ve cesurca girişim sanırım o dönemin tüm kadrolarının ortak özelliğidir. Dava için her türlü fedekarlığı riski göze alma tutumu..
1975-76 yıllarında sadece bir kaç yüz kiteleyi harekete geçiren örgütlenme, 1980” e gelindiğinde binlerce aktif kitleyi merkezi eylemlerine seferber eder durumdadır. Onlarca kadro, yüzlerce militan taraftar ve Avrupa genelinde onbinlerce işçi ve öğrenciyi kucaklayan bir militan örgütlülük ortaya çıkmıştır.V e daha da önemlisi, bu örgütlenmenin kilit taşları sayılabilecek kadro ve militan taraftarların ezici çoğunluğunun işçi sınıfından gelmiş olmalarıdır. Sadece örgütlenmenin militan kesimi değil, taraftarların da büyük bölümü işçi , emekçi insanlardır. Bu anlamda Avrupa”nın en güçlü göçmen işçi örgütlenmesi yaratılmıştır. Böylesine güçlü, militan ve “ vurduğu yerde ses getiren” bir örgütlemeye emeği geçen tüm yoldaşları minet ve sevgiyle anmak bizim yoldaşlık ve insani görevimizdir.
Son olarak, proleter yoldaşı çok sevdiği Nazım Hikmet” in bir şiiri ile yadetmek istiyorum.
Hoşca kalın
Dostlarım benim
Hoşça kalın
Sizi canımda
Canımın içinde,
Kavgamı, kafamda götürüyorum.
Hoşça kalın !
Dostlarım benim
Hoşça kalın…
Resimlerdeki kuşlar gibi
Dizilip üstüne kumsalın,
Mendil sallamayın bana,
İstemez…
Ben dostların gözünde kendimi
Boylu boyunca görüyorum…
A dostlar
a kavga dostu
iş kardeşi
a yoldaşlar a !!
Tek hecesiz elveda !!
17 Şubat 2018
Hasan Köse