Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma ve Mücadele Günü arefesinde yaşanan talihsiz bir olay sonucunda kadın örgütü Mor Kızıl Kolektif olarak açıklama yapmak zorunda hissediyoruz.
23 Kasım 2019 tarihinde ATİK’e bağlı Yeni Demokratik Gençlik’in ileri, proleter ve devrimci bir kültür ve sanat anlayışı yaratmak iddiasıyla düzenlediği ve devrim şehidi Yetiş’e atfettiği Gençlik Sanat ve Kültür Festivali’nde oryantal dans gösterisi yapılmıştır. Bu olay Türkiye hatta büyük ihtimalle dünya devrimci hareketinin tarihinde bir ilktir. Devrimci, ilerici ve alternatif bir kültür yaratma iddiasıyla ortaya çıkan bu “ilk”in sahiplerinin, yaptıklarını gerekçelendirerek savunmaları ilk andan itibaren yaşanan tartışmaların daha geniş bir çevrede tartışılmasına neden olmuştur. Her olgu ve olayda olduğu gibi (tartışmaya katılanlar ve tavır belirleyenleri kastediyoruz) bu olay özgülünde de herkes kendi sınıfsal ve ideolojik saiklerine uygun anlayış ve pratiklerle tavrını ortaya koymuştur.
Şunun da altı çizilmelidir ki dünyanın her yerinde kadına yönelik şiddet en barbar şekliyle sürerken, kadınlar katledilirken, tecavüze uğrarken; yani yoğunlaşmamız, mücadelemizi yükseltmemiz gereken önemli alanlar varken bu konuya kafa yorup zaman harcama zorunluluğunu da ayrıca bir talihsizlik olarak görmekteyiz. Yine de kadına karşı şiddete karşı sesimizi yükselttiğimiz bu günlerde, kendine devrimcilik misyonu yüklemiş bir kurumun, kadına karşı şiddete, erkek egemen anlayışı pratiklerine hizmet eden ve daha da önemlisi devrim şehitlerine karşı saygısızlık ve hakaret içeren tutumuna karşı kınama ve eleştirilerimizi sunmayı bir görev olarak görmekteyiz.
23 Kasım’da gerçekleşen Kültür ve Sanat Festivali’nde yapılan oryantal dans gösterisi ve gelen eleştirilere karşı kurum tarafından kaleme alınan açıklamada bu pratiğin savunulması, kurumun ilerici devrimci bir kültür yaratma iddiasından ne kadar uzaklaştığını göstermektedir. Durduğu yeri unutanların yani devrimci ilkelerden uzaklaşanların olayların içeriğini politik, bilimsel zeminde tartışmak yerine farklı noktalara çekmesi, hatta kendi pratiklerini meşrulaştırmak için eleştirilerin içeriğine bakmadan, eleştiri sahiplerine “seksist, kadın düşmanı, homofobik, dogmatik” gibi söylemlere girişmesi, karşı saldırıya geçmesi sık başvurulan bir yöntemdir. Ayrıca açıklama, ideolojik ve politik muğlaklığın bir yansıması olsa gerek biçim ve içerik olarak eklektik bir tarzla kaleme alınmış; entellektüel, üst bir dil kullanma çabasıyla başlamış(hem konu hem de dil kullanımı açısından birbirinden bağıntısız cümlelerin kes-yapıştır tarzıyla biribirine yamandığı izlenimi yaratmaktadır), ilerledikçe yazım dilinin “entellektüel” seviyesi düşerek “eril” bir tarza bürünmüştür. Yine bilimsel çalışmalardan bahsedilmiş ama bunların ne olduğu, hangi temelde dayanak noktası olarak alındıkları belirtilmemiştir. Bilim, bilimsel araştırmalar bu şekilde tahrif edilerek kullanılamaz. Bilimi çarpıtarak, kendi pratiğini haklı çıkarmaya çalışmak, bilime ve okuyucuya saygısızlıktır.
“Sanatın sınıfsallığı, sanat sanat için mi yoksa halk için mi”, kadın bedeninin erkek egemen dünyasında bir nesne olarak kullanılmaması gerektiği tartışmalarını gerilerde bıraktığımızı düşünüyorduk. Oysa ki yaşanan olay ve üzerine yürütülen tartışmalar, yapılan resmi açıklama en temel ilke ve kriterlerin silikleştiğini, ayaklar altına alındığını göstermektedir. Bazı önemli noktaların kavranmadığı ya da unutulduğu kaygısısıyla bir kez daha altını çizmek gerektiği inancındayız. Ekonomik krizler, savaşlar, eşitsizlik, baskı, sömürü, zulüm, şiddetle dünyayı insanlık için yaşanmaz kılmaya çalışan egemen sınıflar; zihinlerimize, duygularımıza, estetik dünyamıza, umutlarımıza, yarınlar duygumuza da müdahale etmekte, insanlığa ait güzel olan ne varsa talan etmek istemektedir. Kendi yoz burjuva kültürünü, insanlığı uyutmanın, manipüle etmenin aracı olarak halka enjekte ederek, çürümüş sistemlerinin devamını sağlamayı amaçlamaktadırlar. İnsani değerlerin silikleştiği, ilkelerin hükmünü yitirdiği, farklı hatta biribirine ters kültürel nesne ve eylemlerin birlikteliğinin yadırganmadığı postmodern felsefe ve sanat anlayışından ATİK-Yeni Demokratik Gençlik de etkilenmiş olacak ki bir devrim şehidine atfettiği gecede oryantal dans gösterisinde bir sakınca görmemiştir. Festivalin atfedildiği devrim şehidinin yaşamı, mücadelesi, yaşama, sanata bakışı, festivalin amacı olan ileri bir sanat ve kültür yaratma mücadelesinde yol gösterici olmalıdır. Burada kullanılacak araçlar da uygun seçilmelidir. Oryantal dansın bu araçlardan biri olarak tercih edilmesi kabul edilebilir bir tutum değildir. Ancak ve ancak kadın bedeninin nesneleştirilmesine, erkeklerin zevk aracı olma zihniyetine, yani erkek egemen anlayışa hizmet eder. Devrimci sanatını dağların doruklarında icra eden, sazıyla, türküleriyle devrime çağrı yapan, savaşın en sıcak alanında sloganlarla toprağa düşen bir şehidi, ancak postmodern, yoz burjuva kültürünün batağına bulaşmış bir zihniyet oryantal dansla anar. Bununla da yetinmez, bu yozluğu savunma adına daha da derinleştirir, resmi bir açıklamayla tarihe geçirir.
ATİK-Yeni Demokratik Gençlik’in yaptığı açıklamadaki “folklorik dansların ve klasik dansların karşısında “seksüalize” edilen oryantal dansın nedense bir yetenek ya da sanat olduğu, olabileceği algısı birçoklarının kafasında oturmamışken aynı zamanda bu dansın “erotik” algılanışından kaynaklı “politik” olamayacağı ve politik bir sanat festivalinde yerinin olamayacağı algısı oldukça oturmuştur’’ iddiasının aksine, yapılanı oldukça politik bulmaktayız. Bu anlamda iki soru yöneltmek durumundayız: Kimin, hangi sınıfın sanatıdır ve hangi politikaya hizmet etmektedir? Sorunumuz oryantal dansın binlerce yıl öncesinde hangi koşullarda ve neyin sembolü olarak ortaya çıktığı değildir. Oryantal dansın yüzyıllar boyunca ve günümüzde hangi bakış açısı, hangi amaç ve hangi kültürel formlarla icra edildiği ve yeni demokratik kültürün bir parçası olup olmadığı tartışılmalıdır. Bunun dışındaki tartışma ve ele alış biçimi meselenin özünü karartmak ve manipülatif bir ortam yaratma çabasıdır. Herkes tarafından bilinmektedir ki oryantal dans harem, yani saray kültürünün bir öğesidir, halk kültürüyle hiçbir ilgisi yoktur. Ayrıca halk kültürünün, sanatının gerici yanlarını benimsemek ve savunmak gibi bir anlayışımız yoktur. Bilindiği üzere oryantal dans yaygın olduğu ülke ve bölgelerde sadece kadınlar tarafından yapılmaktadır ve de izleyicileri erkeklerdir. Burada amaç kadın bedeninin kıvrak kalça ve karın figürleriyle erkeklerin seyrine sunulmasıdır ve onların birer zevk aracı olma halidir. Osmanlı sarayında haremdeki kadınlar bu şekilde sultana sunulurdu. Oryantal dans yapan kadınların hangisi sergilediği performans ile sultanı cezbederse, o akşam onunla birlikte olma “onurunu” kazanırdı. Kriterler ise eril zevke uygun olarak belirlenen “güzellik” normları, erkeğin şevkini arttıracak kıyafetler ve kıvrak figürlerle cezbetme yeteneğidir. Bu dansı hep kadınlar yapmıştır ve günümüze kadar da böyle süregelmiştir. İslamiyetin kadınlara sahneyi yasakladığı dönemlerde ise erkekler sahneye çıkmıştır. Altını çizmek gerekirse bu erkekler kadın kılığında ve kıvrak kadın hareketlerini -toplumsal cinsiyet rollerince belirlenen kadın hareketleri- taklit ederek dans etmişlerdir(bu erkekler iktidar olan erkek cinsiyetine ihanet ettikleri için aşağılanır, hor görülürlerdi). Yani burada sanat ve estetik hükmünü yitirmekte, öne çıkan kadın bedeni ve bunun erkekleri tahrik etmek için sergilenmesi gerçeğidir. Biraz önce de ifade ettiğimiz gibi oryantal dans “politiktir” yani erkek egemen politikalara hizmet etmektedir.
Yine ATİK-Yeni Demokratik Gençlik açıklamasında, 80’li yıllarda yapılan dans araştırmalarından isim ve içeriklerine yönelik hiçbir bilgi vermeden bahsetmiş ve kendi iddialarını desteklediğini ileri sürmüştür. İlginçtir ki bu konuda yaptığımız mütevazi araştırma esnasında karşılaştığımız çalışmalar, yukarıdaki araştırmaların -adı, sanı, içeriği, sonucu belirtilmeyen- tam tersine bale, dans gibi sanatlarda kadının sahnedeki konumuna eleştirel bakıldığını göstermektedir. En azından biz devrimci kadın aktivistlerin referans alabileceği makalelerden böyle bir çıkarsama mümkün olmaktadır. Toplumsal cinsiyet araştırmalarının çoğu beden ve hareketin tarihsel, sınıfsal ve kültürel bir süreç sonucu cinsiyetlendiğini öne sürmekte ve bu yönde feminist araştırmacılar dans ve hareket incelemelerinde bulunmaktadırlar. Bedenin sınıfsal ve kültürel bir süreç sonucunda oluşan ve değişken bir niteliğe sahip olduğunu ilk kez, bir antropolog olan Marcel Mauss “Beden Teknikleri” adı verilen düşüncesiyle ifade etmiştir. Mauss’a göre gündelik hayattaki oturma, kalkma, yemek yeme, yürüme gibi en basit insan davranışları bile kültürler arası farklılıklara ve öğrenilmişliklere dayanmaktadır. Beden Teknikleri’nden yola çıkarak, cinsiyet rolleri ve bu öğrenilmişliğe göre oluşturulan hareket biçimlerini de anlamamız kolaylaşabilir. Örneğin Ann Daly dansı, bedenin sanatsal bir biçimi olarak ifade ederken, toplumsal cinsiyet farklılıklarının büyük oranda kaynaklandığı yer olarak bedene dans üzerinden bir tarihselleştirmeyle yaklaşmayı benimser. Kadın bedeni kendisine biçilen rollere göre gerek sokakta, gerek sahnede her zaman gözetlenen olmuştur. John Berger’in Eril-Bakış olarak teorize ettiği şey de budur. Batılı teatral alanda kadın bedeni eril bakışın nesnesidir: “Erkekler davrandıkları gibi, kadınlarsa göründükleri gibidirler. Erkekler kadınları seyrederler, kadınlarsa seyredilişlerini izlerler. Kadının içindeki gözlemci erkek, gözlenense kadındır.” Buradan referans alan ardıl bilim insanları, sanat eleştirmenleri, kadının bir kuğu gibi bembeyaz, ince, zarif, uzun ve adeta şeffaf olarak sahne aldığı klasik baleyi toplumsal cinsiyet rolleri ve dans sanatı ile ilgili çalışmalarının konusu etmişlerdir. Kadın bedeninin teşhir nesnesi haline gelmesi ve erkek bakış doğrultusunda şekilden şekile sokulması, sahnede kadınlara uysal, anaç, beyaz bakire ve dindar rollerin biçilmesi ise modern dansın ortaya çıkmasıyla birlikte değişmeye başlamıştır. Klasik baledeki tütü, pisi, peri gibi kostüm ve aksesuarları reddeden kadınlar uzun, biçimsiz bol kumaş parçalarıyla sahneye çıkmışlardır. Bu bir bakıma özgürleşen, zincirlerini kıran kadınların dansıdır. Uzun yıllar boyunca bastırılan, ağır gözetim altında tutulan kadın bedenlerinin izlenmesi, seyirlik nesne olduğu için güzellik kaygısıyla oradan oraya süzülmesi olan dans, artık güçlü, özgür, isyankar kadının doğayla, kendi varoluşuyla bütünleşmesi olarak algılanmaktadır. Eşitlikci ve cinsiyet kodlamalarını aşan tekniklerle verili toplumsal cinsiyet rollerine karşı çıkmaktadır. Ayrıca bu dans biçimi eşcinseller, translar için homofobi sonucu dışlandıkları alanların tersine, kendilerini ifade etmek ve mevcut erkek ve beyaz düzeni sorgulamak için bir alan oluşturur. Bunun yanı sıra geliştirilen farklı tekniklerle engelliler de dans icrasında faal olabilmektedirler. Bale, oryantal danstan farklı olarak erkeklerin de sahneye çıktığı ve de izleyicilerinin sadece erkeklerin olmadığı bir sanat olmasına rağmen kadını toplumsal cinsiyet rolüne göre sergilemekte olduğu için kadın araştırmacılar tarafından mahkum edilmektedir. Oryantal dansın durumu ise baleden daha vahimdir ve bu haliyle “halk kültürünün bir parçasıdır” iddiasıyla benimsenmesi, savunulması kabul edilecek bir durum değildir.
Yine yapılan açıklamada, festivalde yaşanan gösteriye eleştiride bulunanlar, “homofobik, seksist” vb. olarak değerlendirilmektedir. Birincisi; bizce o akşam oryantal dans yapanın kadın veya trans olması hiçbir önem taşımamaktadır. Eleştirimizin cinsel yöneliminden kaynaklı olarak dansı icra edene olmadığı çok açıktır. İkincisi bu dansı yapanın, ötekileştirilen cinsel yönelimi olması, yaptığı şeyin niteliğini değiştirmez, haklı göstermez. Ayrıca azınlıkların, ezilen ulusların, mezheplerin, LGBTİ+’ların haklarını savunmak; ötekileştirilmelerine, baskı ve zulüm görmelerine karşı mücadele etmek Mor Kızıl Kolektif olarak programımız dahilindedir ve buna uygun pratikler sergilemekteyiz. Ama bu durum, bu kesimlerin yaptığı her şeyi kabul etmek, savunmak anlamına gelmemektedir. Örneğin Avrupa’da yükselen ırkçılıkla beraber başörtülü kadınlara yapılan saldırılarda onların yanında yer alırken, islam dininin kadınları günaha çağrı yapan nesneler olarak görüp kapatma anlayışı ile aramıza net bir ayrım koymaktayız. Bu durumu “İslamofobi” diye tanımlama doğallığında abesle iştigaldir.
Tekrar altını çizerek söylüyoruz: “Sanat için sanat”, “sınıflar üstü sanat”, “siyasetten uzak ya da bağımsız sanat” diye bir şey yoktur. Aydın ve sanatçı olmak en başta halkın, ezilenlerin yaşamına katkı sunan, onurlu bir duruşu gerektirir. Sanatçı ve aydın, gerçeğin izinden yürümek ve eserlerine bu gerçekliği aktarmayı varlık sebebi olarak görmek zorundadır. Halkın, ezilenlerin yanında yürümeyenler ise bilgi ve birikimlerini ve yeteneklerini, insani değerlerini bir kenara bırakarak ve bir avuç sömürücü sınıfın hizmetine sunarak, onların karanlık dünyalarının birer parçası ve suç ortakları olmaya mahkumdurlar.
Sevgiyi, dostluğu, yoldaşlığı, insana ait ne kadar güzellik varsa tüketim maddesi haline getirmeye çalışan, umutsuzluğun, bireyselliğin, yaşama, geleceğe güvensizliğin temel bileşenleri olduğu postmodern, yoz burjuva yaşam tarzı, sanat ve kültür anlayışını kesinlikle rededen Mor Kızıl Kolektif aktivistleri olarak ileri bir kültür ve sanat anlayışı yaratma iddiasıyla devrim şehidi Yetiş’e adanmış sanat ve kültür festivalinde, onun ve devrimci sanatçıların fotoğrafları önünde yapılan oryantal dans gösterisini kınıyoruz. Bu kadın bedenini nesneleştiren, sistemin erkek egemen anlayışına hizmet eden bir pratiktir, en önemlisi de başta Yetiş olmak üzere devrim şehitlerine karşı büyük bir saygısızlıktır. ATİK-Yeni Demokratik Gençlik’i bu konuda özeleştiriye çağırıyoruz. Başta devrim şehitlerinden ve ailelerinden olmak üzere, ezilenin ezileni kadınlardan, LGBTİ+’lardan, ezilen halkımızdan özür dilemeye davet ediyoruz.
Yeni Kadın çalışanları!
ATİK-Yeni Demokratik Gençlik içindeki genç kadınlar!
Avrupa Lubunya İnisiyatifi Çalışanları!
Yapılan bu yanlışa açıklamalarıyla destek olan kurumlar ve bireyler!
Bu yanlışı tepkisiz kalarak onaylayanlar!
Sizlere çağrımızdır: Kadını ve kadın bedenini nesneleştiren, LGBTİ+’ları ötekileştiren, devrim şehitlerinin kan bedeli yarattıkları devrimci değerleri ve kültürü yozlaştırmaya çalışan, bu burjuva anlayış ve tutuma karşı tavır alın. İnsanı, emeği, sanatı, tüketim maddesine dönüştürmeye çalışan; çürümüşlüğü, tükenmişliği, umutsuzluğu aşılayan, kirli, yoz burjuva anlayışlarla aranıza set koyun. Devrimci ilke ve değerlere tutunun. Gözünüzü, yüreğinizi ezilenlerin haklı mücadelelerine, direnenlerin yaşam ve kültürlerine çevirin!
MOR KIZIL KOLEKTİF
3 Aralık 2019