Gündemlerin büyük bir hızla değiştiği ülkemizde, şu anki tartışma konularının başında gelen “Ayasofya’nın camiye çevrilmesi” gelmektedir. Gerek mimari yapısı, gerek binlerce yıl öncesine varan tarihsel önemi ve gerekse de bugün açısından AKP-Tayyip Erdoğan kliğinin hem iç kamuoyuna, hem de dış kamuoyuna verdiği mesajlar bakımından önemli bir pozisyona sahip Ayasofya.
Tarihsel arka plana baktığımızda, kilise, müze veya cami olmasının ötesinde, ideolojik anlamlar yüklenen, büyük hesaplaşmalara, kapışmalara sebep olan ve aynı zamanda da bugünkü durumu itibariyle AKP-MHP açısından belli bir süre daha gündem değiştirmenin, var olan kötü gidişatı unutturma aracı olan Ayasofya üzerinden, her zamanki gibi arka plan mesajları verilip, kuyruğu dik tutma hesapları yapılmaktadır.
DÜNÜYLE BUGÜNÜYLE AYASOFYA
UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan Ayasofya’nın tarihi süreci oldukça ilginç gelişmelere sahne olmuştur. Bizanslılar tarafından İstanbul’da yapılmış en büyük kilise olarak anılır. İlk yapıldığında (360 yılı) Megale Ekklesia (Büyük Kilise ) adı verilir Ayasofya’ya. Kilise 404 yılında İmparator Arcadios’a karşı çıkan halk ayaklanmasında kısmen yakılmış ve tahrip olmuştur. Daha sonra 415 yılında yeniden inşa edilmiştir. Büyük bir tesadüf müdür, yoksa Bizans’ın halka karşı baskı, katliam ve eziyetinin sembollerinden olduğu için midir bilemiyoruz ama ikinci Ayasofya da İmparator Lustinianos’un uygulamalarına karşı 532 yılında başlayan ve tarihte “Nika Ayaklanması” olarak adlandırılan isyan sonucunda yanmış ve yıkılmıştır.
Elbette Ayasofya’nın tarihsel süreci burada sona ermiyor. Daha önce kendi iç yapısındaki sorunlardan kaynaklı yeniden ve yeniden yapılan kilise, 1453 yılında İstanbul’un Osmanlı tarafından işgal edilmesinin ardından yeni bir statü kazanıyor. Yeni statüsünde artık Hıristiyanların ibadethanesi kilise değil, Müslümanların ibadethanesi camidir. 916 yıl kilise olarak kalan Ayasofya, 482 yıl da cami olarak kullanılmıştır. Ve tarihler 24 Kasım 1934 yılını gösterdiğinde, Ayasofya bu kez başka bir statüye kavuşmuştur. Artık kimsenin ibadethanesi değil, dönemin bakanlar kurulu kararıyla müzeye çevrilmiştir.
Osmanlı’nın en göze çarpan özelliklerinden biri, işgal ettiği yerlerde ilk yaptığı şey, kilise vb. ibadethaneleri camiye çevirmek, tarihi dokuyu tahrip etmek, kütüphane vb. yerleri yakıp yıkmaktır. Dokuz yüz küsur yıllık Ayasofya da aynı durumdan nasibini almıştır. Tadilat adı altında “Osmanlı mimari unsurları” adı altında dokusu değiştirilmeye, bir başka deyişle asimile edilmeye çalışılmıştır.
Asimilasyon meselesi de Osmanlı’nın ve devamcısı olan TC’nin en çok başvurduğu yöntemlerden biridir. Kadınların ve çocukların savaş ganimeti olarak dağıtılmasının yanında, bunların Müslümanlaştırılması, dillerinin ve kültürlerinin yasaklanması asimilasyonun en belirgin ve yoğun uygulanan örnekleridir.
Dün Osmanlı tarafından İstanbul’un, Libya’nın vb. birçok yerin işgali sırasında uygulananlar, devamcısı TC tarafından Dersim’de, Koçgiri’de, Zilan’da ve T. Kürdistanı’nın birçok yerinde uygulandı, uygulanmaya devam ediyor.
Dolayısıyla 916 yıl kilise olan bir yerin camiye çevrilmesi, 482 yıl cami olarak kullanılan yerin müzeye çevrilmesi, müzeden yeniden camiye dönüştürülmesi tesadüfi ve şaşırtıcı değildir. Burada şunu belirtmekte fayda var ki, camiden kiliseye çevirme işi öyle Kemalistler ve sahte tarihçilerin yaygara kopardıkları gibi, Mustafa Kemal’in çok demokrat, ilerici olmasından kaynaklı değildir. M. Kemal, Avrupalı emperyalist güçlerin ve özel olarak da Papa’nın talimatları ve tehditleri sonucu, her zamanki gibi uzlaşmacı, oportünist, riyakar yönünü kullanarak, efendilerine şirin görünmenin bir aracı olarak müzeye çevirmiştir. Yoksa Ermenilerin, Rumların, Alevilerin ve diğer azınlık inanç ve kültürlerin ibadet ve kültürel mirasları TC tarafından tahrip edilmiş veya camilere çevrilmiştir. Bugün de mezarlara, doğaya, hayvanlara benzer bir muamele yapılarak, tahrip edilerek, yok edilerek, katledilerek bu gelenek devam ettirilmektedir. AKP-MHP bloğu tarafından Ayasofya’nın yeniden camiye çevrilmesine CHP, İYİP’in destek vermesi, bu geleneğin bir devlet politikası olduğunun en açık göstergelerinden biridir.
AYASOFYA BUGÜN NEDEN YENİDEN GÜNDEMDE?
2019 yılında katıldığı bir mitingde mitinge katılanlardan birinin “Ayasofya’yı ibadete açın” söylemine Tayyip Erdoğan “Sultanahmet’i bir doldurun ondan sonra ona bakarız. Bu işin siyasi boyutu var. Yan tarafta Sultanahmet’i doldurmayacaksın, Ayasofya’yı dolduralım diyeceksin. Bu oyunlara gelmeyelim. Bunların hepsi tezgah. Biz ne zaman, neyi, nasıl yapılacağını çok iyi biliyoruz. Bu namussuzlar böyle dedi diye biz adım atmayız. Adımı nasıl atacağımızı biz çok iyi biliriz” diyerek tepki gösteriyor, bunun dış güçlerin oyunu olduğuna vurgu yapıyordu.
Bugün ise Ayasofya’nın camiye çevrilmesine tepki gösterenlere; “Biz nasıl dünyanın diğer ülkelerinde kendi vatandaşlarına hizmet veren ibadethanelere karışmıyorsak kimsenin de bizim ibadethanelerimize karışmaya hak ve salahiyeti yoktur. Ülkemize yönelik ithamlar egemenlik haklarımıza saldırı anlamı taşımaktadır.
Biz ülkemizdeki hakim inanç grubu olan Müslümanların ve diğer dini inançlara mensup olanların da hakkını hukuku korumaya devam edeceğiz. Bu cami inşallah İstanbul’un cami zenginliğini bir adım daha öteye taşıyacaktır” diyerek bir kez daha iki yüzlüce, hayasızca gözlerimizin içine bakarak yalan ve manipülasyonlarını sürdürüyor.
Elbette tüm bu açıklamaların ötesinde Tayyip Erdoğan ve AKP’nin bu tartışmaları başlatmasının başka sebepleri bulunmaktadır. Öncelikle iç politikada yaşadığı tıkanıklık, yönetememe durumu, derinleşen ekonomik kriz, gittikçe yayılan pandemi, yeni kurulan partiler nedeniyle oy kaybı vb. gibi sıralanacak nedenlerden kaynaklı, gündem değiştirmek, dikkatleri başka alana çevirmek ve kendi tabanında da yıpranmaya yüz tutmuş ilişkileri bu vesileyle ağızlara bir kaşık bal çalarak yeniden düzeltmek amaçlı başvurulan bir yöntemdir.
Diğer yandan, yukarıda da bahsettiğimiz, Osmanlı’ya özenme, onun işgalci, fetihçi, cihatçı ruhunu yaşatan bir pratik sürecin peşinde uzun bir süredir Tayyip Erdoğan ve partisi AKP. Suriye’de rol kapma yarışı ve işgal girişimi ve yer yer işgali, devamında aynı amaç ve yönelimle Libya’da benzer bir süreci izlemesi ve son olarak da Azeri-Ermeni gerginliğinde Ermenistan’ı hedef alması, var olan hayallere pratikte yaşam buldurma hamleleri olarak okunmalıdır. Elbette emperyalist güçlere de kendisinin de (her ne kadar bağımlı olsa da) bölgede bir aktör olduğunu gösterme, emperyalistler arası çelişkilerden yararlanarak alan açma yarışındadır.
Elbette içte ve dışta uyguladığı politika birbiriyle direkt bağlantılıdır. Mevcut durumda kitlelerde ciddi bir memnuniyetsizlik ve tepki var. Her zaman ki yöntem, şovenizmi körüklemek, dini duygulara oynamak… Belli oranda bu politikada başarılı olduğu su götürmez bir gerçektir. Yüzlerce kişinin 24 Temmuz günü Ayasofya’da namaz kılmak için sıraya girmesi, yarışması buna örnek olarak gösterilebilir.
Netice itibariyle, inançlara, kültürlere, dillere, farklı düşüncelere saygısı olmayan, her fırsatta zapturaptla baskı altına alıp yok etmeye çalışan bir geleneğin devamcıları olarak, AKP-MHP ve Tayyip Erdoğan ve onlara destek veren diğer faşist partiler, ezilen emekçi halkı birbirine düşürmenin ve aradan kendi politikalarını hayata geçirmenin hesabıyla hareket ediyorlar. Bunun karşısında, başta proleter devrimciler olmak üzere, tüm devrimci, demokrat kesimlerin, tam hak eşitliğini, azınlıkların kendilerini var etme mücadelesini ısrarla ve kararlılıkla savunması gerekmektedir.