Kuruluşundan günümüze faşist baskılar, gasplar, katliamlar ve işkencelerle sicili kabarık olan Türk devleti ve onun bugünkü AKP-MHP kliklerinin ittifakıyla süren lktidarının, önceki yıllarda başvurduğu kayyum uygulamalarına, son 24 Haziran yerel seçimleri ardından yeniden yönelerek, HDP´li Mardin, Van ve Diyarbakır belediye başkanlarını siyasi gerekçelerle görevden alarak, Valileri Kayyum olarak atama gaspına yönelik olarak, gerek ülkede gerekse Avrupada gelişen tepki ve karşı koyuş mücadelelerini daha derli toplu organize edebilmek maksadıyla platformlar oluşturuldu.
Devletin faşist baskılarına ve Kürt Ulusuna yönelik saldırgan politikalarına karşı mücadele etmek için, devrimci demokratik kurumların ve aydın bireylerin ortaklaşa mücadele platformları oluşturması hem gereklidir hemde bir sorumluluktur.
Bu, birlikte mücadele platformlarının en geniş demokratik, antifaşist kesimleri kapsama çalışmaları ne yazıkki Berlin Konferansında ortaya çıkan bileşim ve tablo ile başka mecralara evrilmeye başladığının ipuçlarını verdi.
Berlin konferansının bileşenleri, içeriği ve ortaya çıkan bildirgesine bakıldığında görülecektir ki; tam manasıyla uzlaşma siyaseti, liberal aydınların damgasını vurduğu, türk hakim sınıflarının iktidarda olmayan ama gerici, faşist, tekçi, şovenlikte iktidardan pekte aşağı kalır yanları olmayan, Kürt ulusu ve diğer azınlık milliyetlere düşmanlıkta yarışan, „milli“ siyaset güden siyasal temsilcilerinden CHP, İYİ Parti ve Saadet Partisi gibilerinin de davet edilmesi, İyi Parti Berlin temsilcisi Mahican Balcı’nın “Akşener’den selam getirdim” diyerek katılması! ne oluyor ? bu kadarına pes dedirtecek cinsten ibretlik bir tablodur.
Bu tabloda utangaçca yer alan, çağrıcı olarak önce imzasını koyan, sonra geri çekip çekmediği muğlak olan, ama çalışma gruplarında yer alarak katkı veren ATiK`in devrimci demokratik mücadele geçmişini terk etme eğiliminde yol aldığı ve düzen içi reformist uzlaşma siyasetlerine payanda olduğu, yamaklık yaptığı ve listelerin ancak 50. sıralarında yer bulabildiği, sonrasında listede gözükmese de tarihe kayıt edilmelidir!
Konferansıın başlığı “Demokratik Türkiye için Toplumsal Sözleşme Arayışı”.
Yayımlanan sonuç bildirgesinde „İlk kez bu kadar farklı görüşten insanlar bir araya geldik. İki günlük yoğun çalışmamızda geçmişteki deneyimlerden aldığımız derslerle, farklılıklarımızı değil, ortak yönlerimizi öne çıkardık. Düne kadar bir araya gelmemizi engelleyen ayrılıkları bir kenara bırakıp otokrasiye karşı demokrasi talebinde buluştuk.
Bizi buluşturan şey, bizi düşman ilan edenlere düşmanlık değildi; ülke sevgimizdi, demokrasi inancımızdı, özgürlük tutkumuzdu, barış talebimizdi, eşitlik ısrarımızdı, adalet ihtiyacımızdı, hak mücadelemiz, kardeşlik sözümüzdü. Farklı renklerimizi koruyarak, ama bunun buluşmamızı engelleyen bir zaaf değil, zenginleşmemizi sağlayan bir avantaj olduğunu bilerek, Şimdi, tabanda oluşan bu kararlılığı, bir toplumsal sözleşme ile “barış içinde bir arada yaşama” iradesine dönüştürme ve kalıcı kılma zamanı…“
“Konferansın katılımcıları, tabandan başlayan mücadelenin desteklenmesi, kitleselleşerek yaygınlaştırılması, bir toplumsal uzlaşmaya varması için çabalarını sürdürme kararlılıklarını dile getirdi.” “Konferans bünyesinde kurulan 10 çalışma grubu, öncelikli konuları ele alarak uzun vadeli bir ortak akıl çalışmasının ilk adımını attı.” diye devam etmektedir.
Yukarıdaki açıklamalara bakıldığında; Kayyumlara ve baskılara karşı kitlenin öfkesini körelten, uzlaşma öneren, Türk egemenlerinin baskıcı faşist sistemini koruyarak „iyileştirme“ yi amaçlayan, işçilerin, emekçilerin, ezilen kesimlerin burjuvaziyle ve sömürücü sınıflarla “barış içinde bir arada yaşama” sını öğütleyen sınıf uzlaşmacısı bir belge niteliğinde olduğu görülecektir.
Demokrasi´nin kazanılacağı gibi içi boş, popülist, uzlaşma siyasetenin çürütücülüğüne ve burjuva kliklere yaslanarak, onlarla uzlaşarak hiç bir kazanım sağlanamayacağını, aksine çürütücü ve tasfiyeci bir işlevi olduğunu,buna hizmet etmek anlamına geldiğini bunca yaşanan tecrübe ve deneyime rağmen idrak edemeyenlerin sonu düşündürücüdür.
Seçimlerin göstermelik olduğu faşizmin kendi hukukunu da çiğneyerek, gerektiğinde rafa kaldırarak uygulamalar yaptığı ve bunun sadece bugünle de sınırlı olmayıp tüm TC tarihince bir devlet politikası olduğunu, devletin „tekçi“ faşist niteliğini ve bu zor aygıtına karşı esas mücadelenin devrimci zoru, zorunlu kıldığı gerçeğini ve Türkiye`de demokrasi sorununun bir devrim sorunu olduğunu unutarak “reel” siyaset yaptıklarını düşünenlerin gittikleri yol bataklıktır.
Avrupa`da eylem birlikleri ve faşizme karşı devrimci demokratik mücadele platformlarını zayıflatan, burjuva gerici güçlerden medet umar hale gelen yönelim ve “projelere” karşı, halk güçleri kapsamında değerlendirilen kurumların kitlesi, önderliklerinin şaşkın, uzlaşmacı, teslimiyetçi politikalarını sorgulamalı ve uyarmayı bir görev bilmelidir.
24 Eylül 2019 – Emin Zafer