Müzik Tarihçisi-Yazar Murat Meriç’in hazırladığı ‘100 Şarkıda Memleket Tarihi’ kitabı Türkiye’de müziğin kaynakların arasına eklendi.
İstanbul-Türkiye’de müziğin çok önemli derdi tarihsel açıdan yeterince ele alınamaması. Ama artık az olan bu kaynakların arasına biri daha eklendi. Müzik Tarihçisi-Yazar Murat Meriç’in hazırladığı “100 Şarkıda Memleket Tarihi” kitabı. “Kitaba aldığım alamadığım bir sürü şarkı, bize tarihi aslında öğreten şarkılar” diyor Murat Meriç, “100 Şarkıda Memleket Tarihi” kitabı için. Kitabı okuyanlar artık eskisi gibi müzikli vakitler geçiremeyecek, müziği dinleyecektir, kim söylüyor, neden söylüyor, nasıl söylüyor, şarkının söylendiği ya da yazıldığı dönemlerle ilişkisini kurmayı isteyecek. Şarkıların tarihi nasıl da etkilediğini ya da tarihin müziği nasıl peşinden sürüklediğini fark ettikçe, dinlediğiniz şarkılara dair keşif duygunuz, abartmıyoruz coşacak hazırlıklı olun. Ağaçkakan Yayınları’nın Hazır Bilgi serisinden yayımlanan kitapta Meriç’in daha önce yazdığı yazılar ve uzun zamandır sürdürdüğü “Şarkılı Memleket Tarihi” seminerlerinde yaptığı söyleşiler de yer alıyor.
Meriç’in vurgusuyla “Memlekette ve dünyada olan biten üzerine yazılmış şarkılar”ı merkeze alan kitap, ‘Yeni Rejim İnşa Edilirken’, ‘Memleket Ahvali’, ‘İki “Şarkılı” Darbe’, ‘Barış İçin Savaşan’, ‘İşçinin Emekçinin Bayramı’, ‘Bu Gaz Bir Harika Dostum’, ‘Dünya Ahvali’, ve ‘Futbolun Ayrı Bir Tarihi Var’ gibi bölümleriyle ilerliyor.
‘TARİHE MERAKLA BAKIYORUM’
Kitaba geçmeden önce özellikle lise yıllarında tarihten nefret eden Murat Meriç’in tarihe, müzik tarihine ilgi duymasının nedenlerine dair bizimle paylaştıklarını şuraya alalım; “Ben tarihi sevmeyen bir insandım. Bütünlemeye kaldığım tek derstir tarih benim. Orada okutulan tarihten nefret ederdim. Çünkü lisede bize anlatılan tarih çok çirkindi, istemiyordum kahramanlık hikayeleri dinlemeyi. Hiç mi yenilmedin kardeşim? Dönüp bakıyorsun, koskoca imparatorlukla övünüyorsun nerede imparatorluğun, hani Avrupa kapıları?” Tam da bu duygunun hakim olduğu Ankara’da üniversitede okuduğu yıllarda bir şekilde dinlediği müzisyenlerin tarihini merak etmeye başlıyor; “O güne kadar dinlediğim şarkıları söyleyenlere dair de hiçbir fikrim yoktu. Barış Manço dinliyordum ama kimdir nedir bilmiyordum mesela. Barış Manço’nun, ben Barış Manço’yu tanımadan önce de bir şeyler yapabileceği ihtimali bile yoktu aklımda. Barış Manço var, kasetleri satılıyor bu kadardı, daha ötesi yok. Varmış. Manço ben doğmadan 10 yıl önce müzik yapmaya başlamış. Halbuki ben daha 6-7 yaşlarında “Arkadaşım Eşek” ile tanışmıştım. Geriye dönüp baktığımda, onunla ilgili bir kısım şeyleri öğrendiğimde çok sevindim ve buna merak saldım. Zülfü Livaneli ile lisede tanıştım. Ama Zülfü livaneli’nin “Şarkışla” diye bir şarkısının olduğunu üniversitede öğrendim. O albümü dinlerken bir kısım isimler düşmeye başladı; Ulaş, Mahir, Deniz… Kimdi bunlar. Daha 16 yaşındaydım üniversitede ve bunlardan habersizim. Bu isimleri duymaya başladıkça araştırmaya başladım, kimler, neler yapmışlar. Araştırdıkça ortaya bunlarla ilgili yazılmış başka şarkılar çıktı. “Kızıldere” şarkısını Selda’nın eski bir kasetinden dinledim. Cem Karaca’nın bir albümünde bir kısım sözlere rastladım. “denize düşen şu uçak” hangi denize, hangi uçak düşmüştü, “mobilyalar” hangi mobilyalar bunları araştırdım. O zaman bilmiyordum Yahya Demirel’in hayali ihracat yaptığını mesela, bu durum Cem Karaca şarkısında var olmuştu işte…”
’60’LAR, 70’LER, 80’LER… BİR KEŞİF ÖYKÜSÜ
Bu ifadeler Meriç’in tarihe nasıl merakla baktığını da gösteriyor. Dinlediği şarkıların arka fonuna bakmaya başlar nasıl, hangi ortamlarda yazılmış, nerelerde yapılmış, Türkiye’nin hangi dönemlerine denk düşüyor. Arabesk hangi dönemde yükseldi gibi pek çok sorunun cevaplarını aramaya başlar. Sorular kısıtlı kaynaklara rağmen cevaplandıkça başka soruları da doğurur Murat Meriç’ten dinleyelim bu keşif öyküsünü; “Ben bunları araştırırken birden şunun farkına vardım; ’60’larda rock popüler, ’70’lerde pop şarkıları çok popüler, ’80’lerde bir anda her şey duruyor. Şarkı bile yok ortalıkta ’90’larda yeniden pop patlıyor. Bunların sebebi ne, niye böyle olmuş. Çünkü dünyaya bakıyorsun, değişik yerlerde de böyle kırılma noktaları var, bu kırılma noktalarının Türkiye’ye yansıması başka. Mesela niye 1960’ların ortalarında insanlar birden bire Anadolu pop’a yöneldi, niye herkes türkü dinlemeye başladı, ’60’ların ortalarına bakıyorsun; yeni bir anayasa yapılmış ki özgürlükçü bir anayasa olarak kabul edilmiş, sol örgütler ortaya çıkmış, Türkiye İşçi Partisi denilen bir gerçek var ve TİP 1965 seçimlerinde meclise giriyor, Anadolu Pop başlıyor ve Anadolu Pop’un en önemli isimlerinden biri TİP’li Erdem Buri, Tülay German TİP’in mitinglerinde sahneye çıkıyor vs. Bu bağlantıları kurunca başka bir yere geliyorsun. ’70’lere bakıyorsun; muhtıradan sonra bir acılı dönem var, Denizlerin asıldığı, Mahirlerin öldürüldüğü, Ulaş’ın öldürüldüğü dönem bu. Pek çok acılar yaşanmış. Bunlar topluma ve müziğe de yansıyor. Ancak 1974’lerin ortalarında birden bire “lay lay lay”lı dönem başlıyor, herkes süper pop şarkıları yapıyor. Bir bakıyoruz o dönem Evecit gelmiş iktidara, Ecevit kim; “umudumuz”. “Umudumuz” olduğu için onu böyle büyük heyecanla karılaşıyoruz. Kıbrıs Harekatı yapılmış dünyaya “Türk’ün gücünü” göstermişiz, Eurovisiona katılmışız Türkçe bir şarkı sunmuşuz orada bir sürü Avrupa devletine orada da “Türk’ün gücünü” göstermişiz, futbol maçlarında güzel neticeler almaya başlamışız vb. bütün bunlar çok acayip.”
Zaman tüneli ’80’lere geldiğinde kendi çocukluğundan tanık olduğu pek çok şey ile şarkıların bile yapılamadığı o yılları şöyle anlatıyor; 72 doğumluyum 80’de 8 yaşındaydım ve her şeyin farkındaydım aslında. Birisi gelip de senin karşı komşunu dipçiklerle alıp götürdüğünde ve o komşu geri dönmediğinde sen ona ne olduğunu anlıyorsun. ’80’lerde böyle şeyler yaşadım Çanakkale’de. En sevdiğim kitapçı kapandı, bir gün polis geldi o kitapçıyı aldı götürdü. Çok tatlı bir kadıncağızdı bana okumam için Yaşar Kemal’in kitaplarını verirdi. O kitapçı dükkanı uzun süre kapalı kaldı, vitrinde kitaplar tozlanmaya başladığında birisi geldi ve o kitapları götürdü. Hâlâ o kitapçı orada yok. Ya da oyun oynarken, bir polis geliyor ve “Hadi sokağa çıkma yasağı başladı” diyor, koşarak içeriye giriyorsun. Böyle bir ortamda müzik de yapılamıyor haliyle.”
‘BU ŞARKILARA BAKTIĞINDA BAMBAŞKA BİR TARİH GÖRÜYORSUN’
Kitaptaki şarkılara baktığımızda hikayeleri hep bir derdi anlatıyor; fakirlik, işsizlik, göç, savaşlar… Resmi tarihin kahramanlık öyküleriyle gizlenmek istenilenleri bir türkünün tek bir dizesinde bile görebiliyoruz. Murat Meriç, resmi tarihte yeri olmayan bu hikayeleri kitabında toplayarak aslında yeniden hatırlamamızı da sağlamış oluyor; ‘Resmi tarihte bize öğretilen tarih kahramanlık tarihi. “Kıbrıs Barış Harekatı”, “Türk’ün dünyaya gücünü gösterdiği” ve Yunanistan’ın hatta “Yunan Gavuru”nun tam olarak ifade budur Kıbrıs’tan kovulduğu bir harekat diye öğretildi bize. Baktığında evet öyle. Kıbrıs şarkılarına baktığında “Alçak Yunan”, “hain Yunan” “Bizi sizi de İzmir’den dökmüştük, buradan da denize dökeriz” tadında şarkılar. Ama orada yaşanan acıları başka taraflardan anlatan bir tane şarkı var; Yeşim’in “Aslan Mehmet’im” şarkısı. Şarkı Türkiye’den evladını askere uğurlayan, orada düşmanını öldürmesini öğütleyen bir anne var. Şarkının ilk yarısında anne böyle gönderir oğlunu. Şarkının Bestecisi Şanar Yurdatapan bana hep bu şarkının “sağ gösterip sol vurduğunu” söyler. Şarkının ikinci kısmında ise anne oğluna şunu diyor; “Onu sana, seni ona düşman edenler kahrolsun.”‘
Kızıldere ile ilgili yazılmış şarkılar, Şarkışla ile ilgili yazılmış şarkılar, Sivas’la ilgili yazılmış şarkılar ve daha pek çok şarkı aslında resmi tarihin bize öğretmediklerinin şarkıları. Dolayısıyla bütün bu şarkılara baktığında bambaşka bir tarih görüyorsun. Demirel ile ilgili bir şarkıyı dinlediğinde, Demirel’in aslında kitaplarda okuduğun gibi biri olmadığını görüyorsun. Kitaba aldığım alamadığım bir sürü şarkı tarihi deşifre eden şarkılar. Bize tarihi öğreten şarkılar. Aslında bu kitabı yazmamın tek amacı bu.’
İLK MİLLİ MARŞ: ENTARİSİ ALA BENZIYOR
Kitapta bazı şarkıların tarihlerinde ilginç şeylerle karşılaşıyoruz. “Entarisi Ala Benziyor” da bunlardan biri. Gezi’de Boğaziçi Caz Korosu’nun söylediği versiyonla yeniden dillere düşen şarkı, milli marş da olmuş meğer… Bu çok şaşırtan bilgiyi Meriç şöyle yorumluyor; Birisi yeni Türkiye’ye giderken atılmış adımlardan biri çünkü yeni Türkiye’nin milli marşı yok. Herkesin bildiği bu şarkıyı o dönem milli marş yapıyorlar. Benim ilgimi çeken ise onların da aklına bu şarkı geliyor, Boğaziçi Caz Korosunun da aklına “Entarisi Ala benziyor” geliyor. Çok da dertli bir türküdür, erotiktir sözleri. Bu yüzden mesela TRT’ye giremez. “Entarisi ala benziyor, Şeftalisi bala benziyor”dur çünkü sözleri. Burada ne anlatılmak istendiği açık, dolayısıyla TRT’ye bu türkünün girmesi mümkün değil. Zeki Müren bu türküyü şöyle değiştirmiş; “Entarisi Ala benziyor, Hoş sözleri bala benziyor”. Çünkü Zeki Müren, bu türküyü TRT’de söyleyebilmek için değiştiriyor. Böyle küçük müdahalelerin olduğu, TRT sansürünün değiştirttiği çok fazla hikaye var. Bütün bunlarla birlikte bu türkünün bu kadar popüler olmasının, her taraftan bu kadar sevilmesi çok önemli. İlk milli marşın neredeyse 100 yıl sonra Gezi’de de AKP’nin getirmek istediği “Yeni Türkiye”ye karşı şarkı olarak gelmesi çok önemli.
‘GEZİ ŞARKILARIN ASIK SURATLI OLMAMASI GEREKTİĞİNİ ÖĞRETTİ’
Hicivli şarkıları çok yakın zamanda Gezi’yle tanıdı çoğu kişi ama kitapta da görüyoruz ki Türkiye’deki hicivli şarkıların yapanları da, dinleyenleri de eski zamanlardan beri var. Özellikle siyasetçilere ve siyaset gündemlerine ilişkin söylenmiş bu şarkılar. Mizahın neden tercih edildiği sorumuzu Meriç, Türkiye’de mizahın hep sığınılan alan olmasını, mizah yoluyla her şeyin anlatılabilir olduğunu vurgulayarak cevaplıyor; Türkiye’ye dönüp baktığında darbe dönemlerinde falan en çok satan şeyin mizah dergilerinin olduğunu görüyoruz. Rahatlama başladığında mizah bir önceki etkisini yitirmeye başlıyor. 1980’lerde Gırgır’ın çok satması tesadüf değil. Dünyada da durum böyle. Diktatörlerin yükseldiği dönemlerde hep mizah ön plana çıkıyor. Mizahın bir de şöyle bir gücü var; aslında söylemek istediğini başka türlü söyleyebiliyorsun.
Gezi pek çok şeyi değiştirdi. Bunlardan biri de şarkılardı. Bugüne kadar söylenmiş devrimci şarkılar hep asık suratlı şarkılardı. Gezi bunu değiştirdi en başta, bu şarkıların asık suratlı olmaması gerektiğini gösterdi bize. Şarkıların gücünün aslında çok büyük olduğunu, bu şarkıların illa ki asık suratlı şarkılar olmaması gerektiğini gösterdi. Ondan sonra başka bir yere evrildi zaten; bugüne kadar yapılmış devrimci şarkılar, memleket meselelerinden bahseden bir sürü şarkı Gezi’nin de etkisiyle bambaşka bir yönden bakıyor, bu çok önemli. Duman’ın, Kardeş Tüküler’in Gezi’ye yaptıkları o şarkılar çok değerli.
‘SOMA İÇİN ŞARKI GELEBİLİR AMA ROBOSKÎ İÇİN GELMEZ’
Türkiye’nin geçirdiği bütün dönemler şarkıları ve şarkıcıları etkilemiş gözüküyor. ’79’daki petrol krizi için yazılan ve Ajda Pekkan’ın söylediği “Pet’r Oil” şarkısı, Kıbrıs Barış Harekatı, Hiroşima, madenlerdeki katliamlar, 1 Mayıs için yapılan marşlar, Sezen Aksu’nun 17’sinde idam edilen Erdal Eren için yaptığı ‘Son Bakış’ şarkısı, Cumartesi Anneleri için yaptığı “Cumartesi Türküsü”, Aylin Aslım’ın kadın cinayetine kurban giden Güldünya Tören için yazdığı şarkı, Gezi döneminde üretilen şarkılar…
Peki ya bugün; bölgede yaşananlar, Soma, kadın cinayetleri… bunlarla ilgi Kardeş Türküler, Bandista ve Grup Yorum gibi zaten yazıp-söyleyenlerin dışında hiç beklenilmeyen bir isimden duyabilecek miyiz yazılıyor mu, ya da yazılacak mı? Bu sorunun cevabını hep beraber göreceğiz ama bu önemli noktaya Murat Meriç’in değerlendirmesiyle bir daha bakalım; Bugün bence Soma ile ilgili şarkı Kardeş Türküler, Bandista ve Grup Yorum da tabii yapmalı ama yapmasalar da üzülmeyeceğimiz, zaten bir sürü söz söylemiş insanlar. Ama bambaşka bir yerden de gelebilir Sezen Aksu Zelzele’yi, “Cumartesi Anneleri”ni yaptı mesela. Beklendik hareketler değildi bunlar. Hepsi Grubu’nun bir tane şarkısı var kredi kartının limitinin az olmasından yakınıyor kız çocuğu. Bu önemli bir şey onun için. İstediği şeye ulaşamıyor. O da farklı bir taraftan bakış işte. O da aslında kendince yoksul ve bunu böyle ifade ediyor. Sıla’dan Soma şarkısı gelebileceğini düşünen insanlardanım, hep umutluyum. Çünkü Soma ortak acımız. Ama Suruç hiçbir zaman ortak acımız olmadı, bir sürü insan Suruç’ta ölenler için “oh olsun” dedi. Roboskî ortak acımız olamadı daha geriye gideceksek 6-7 Eylül de ortak acımız değil aslında. Soma ortak acımız, 17 Ağustos ortak acımız, çünkü buralarda herkes her şeyini kaybediyor. Soma’yı anlatacak biri şaşırtıcı olmayabilir. En en şaşıracağımız insan kimse senin aklına gelen ondan bile bir Soma şarkısı gelebilir ama bir Roboskî şarkısı gelmez, maalesef böyle. Bütün derdimiz bu aslında Türkiye’de.
MURAT MERİÇ’İN PLAK DOLABI
Bilen bilir Murat Meriç’in iyi bir plak arşivi var, bu arşiviyle Motto Müzik’de “Murat Meriç’le Plak Dolabı” adlı bir program da yapıyor. Arşivin ilk sahipleri Meriç’in annesi, teyzesi ve dayısı. Onlardan daha sonra Meriç’e geçiyor plaklar. Bu koleksiyonla büyüyor. O kadar seviyor ki daha çocukken ona verilen ilk harçlıkla gidip plak alıyor. Sahip olmak istediği plaklar da var. Deli gibi peşinden koştuğu, çok istediği plaklardan ilki Çağdaş Türkü’nün “Bekle Beni” plağı, Zülfü Livaneli’nin “Zor Yıllar” plağı ve tabii ki çok sevdiği Tülay German’ın bütün plakları…
Ama en çok da belgesel plakları seviyor. İçinde tren sesi olan bir koleksiyona bile sahip. İşte bu ilginç hazzın öyküsü; 1950’lerde Amerikalının biri geliyor İstanbul’a, her şeyi kaydediyor. Ve bunu Amerika’da 1950’lerin sonlarında “İstanbul’dan sesler” adıyla plak olarak yayımlıyor. Bu plağı bulduğum gün benim dünyam değişti. Düşünsene 1950’de kaydedilmiş İstanbul sesleri; vapur sesi, sokak satıcılarının pazarlık sesleri, kedi kavgası sesi, yağmur sesi, deniz sesi, “Aksaray Aksaray, Aksaray” diye bağıran dolmuşçunun sesi, pazarcı sesi bütün bunlar o kadar güzel ki, bu seslerin Amerika’dan yayımlanıyor olması da çok güzel değil mi, sen bunları dinlemek istemez misin, ben isterim. Geçenlerde Kontra Plak’taki Okan Aydın, bana bir tane plak gösterdi. Yine tren sesi plağı, “Yeter ben bir sürü tren sesi plağı aldım, üstelik bunun bir kısmını senden aldım, artık tren sesi almak istemiyorum abi” dedim. “Alacaksın” dedi. “almayacağım” dedim, “Arka yüzünü çevir o zaman” dedi, çevirdim; plağın ikinci bölümünde Ankara Bağdat treninin sesi var, aldım. Bu bana delirtici geliyor, bunu alacak biri varsa o da benim. (Sevda AYDIN/EVRENSEL)