Biri Samsun’da, ikisi Ankara’da, biri Çanakkale’de ve ikisi Eskişehir’de olmak üzere son 2 ayda toplam 6 sıra arkadaşımız intihar edip, hayatına son verdi.
Samsun: Ondokuz Mayıs Üniversitesi Ağız ve Diş Sağlığı Bölümü 1. sınıf öğrencisi Elif ÇOŞKUN, 24 Kasım tarihinde KYK Münevver Ayaşlı Kız Öğrenci Yurdu’nda intihar etti.
Ankara: Hacattepe Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği 1. sınıf öğrencisi Ayşegül TAYYAR, 14 Kasım tarihinde Beytepe KYK Evleri’nde intihar etti. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi dönem 4 öğrencisi İzzah Elif Zamir KHAN, 30 Ekim tarihinde Hacettepe Öğrenci Yurdu’nda intihar etti.
Çanakkale: Onsekiz Mart Üniversitesi Okul Öncesi Öğretmenliği 1. sınıf öğrencisi Samet TAŞ, 24 Ekim tarihinde Kerime Sultan KYK Yurdu’nda intihar etti.
Eskişehir: Eskişehir Teknik Üniversitesi Kimya Mühendisliği öğrencisi S.N.R, 22 Ekim tarihinde Mükrime Hatun KYK Yurdu’nda intihar etti. Anadolu Üniversitesi İlköğretim Matematik Öğretmenliği 3. sınıf öğrencisi Resul ALAN, 15 Ekim tarihinde kampüs yemekhanesinde intihar etti.
Kredi ve Yurtlar Kurumu(KYK), 1961 tarihinde üniversitelerde öğrenim gören ve maddi yetersizlik sorunu yaşayan öğrencilere barınma, beslenme, güvenlik imkânları sunmak amacıyla ve “sorumluluğuyla” kurulmuşken günümüzde KYK, yemek zehirlenmeleriyle, yemeklerden çıkan envai çeşit böceklerle, asansör kaza ve arızalarıyla, sıcak su kesintileriyle, öğrenci intiharlarıyla gündemden düşmeyen bir canlı mezar olma misyonu üstlenmiş bir devlet kurumudur. Mevcut faşist sistem, her şeyi bireyselleştirmeye çalışıp sonucunda da gençlerde oluşan yalnızlık ve ne yapacaklarını bilememe durumunu, din temelli ve “abilik-ablalık” adı altında onları istedikleri şekilde yönlendirip, kullanmaya çalışan tarikat ve cemaat yurtlarına mahkum kılarak beraberinde bir sürü sorun getiriyor. Zorla dini eğitime maruz kalmak, gençlere aşılanmaya çalışılan teslimiyetçi kültür… Bu yurtlarda yaşanan onlarca taciz, tecavüz ve intihar olaylarının araştırılması için verilen kanun tekliflerinin defalarca kez AKP-MHP oylarıyla reddedilmesiyle beraber Milli Eğitim Bakanı Yusuf TEKİN bu yurtları bir Sivil Toplum Kuruluşu çalışması olarak nitelendirdiğini ve gençlerin dağa çıkmasını engellediği için tam destek verdiklerini ve devam edeceklerini söyledi. Bu söylem bugün devletin FETÖ diye ifade ettiği gülen Cemaatinin devlet erki içindeyken kullandığı argümanın aynısı. Zira biz biliyoruz ki, devletin bir kliği gider diğeri gelir, birisi acımasızca tasfiye eder yerine başkası ikame edilir ama zihniyeti, sınıfsal tutumu ve devletteki devamlılığı sağlayacak ideolojik yaklaşım asla değişmez.
Peki devlet, tarikat veya cemaat yurtlarında kaybettiğimiz gençlerimizin hesabını kim soracak? Şimdi yıllardır var olan ve son zamanlarda artış gösteren öğrenci intiharları üzerine konuşalım biraz. Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cem ÖZATALAY’ın da dediği gibi gençlik intiharları toplumda umudun yitmekte olduğunun habercisi, alametidir. Bu umudun yitmesini de sadece ekonomik sebeplere bağlamak doğru olmaz. Ekonomik sebepler ile beraber aile-toplum baskısı, eğitim sistemi, güvencesiz ve belirsiz gelecek, sosyal sebepler gibi faktörleri ve ülkede var olan sistemin kendisini de göz önünde bulundurup, değerlendirmek gerekiyor.
Birçoğumuz ekonomik anlamda ailesine bağlı ve o konfor alanının dışına çıkacak araçlardan yoksunken, şuan ki ekonomik ve sosyal krizde canlı mezar diye tanımladığımız KYK yurtlarına gitmek zorunda kalıyoruz. Devlet her sene burs ve kredilere zam yaparak, günlük zamların geldiği ve her şeyin fiyatının fahiş düzeye çıktığı bu ülkede daha iyi bir hayat geçirebileceğimizi sanıyor ya da böyle sanmamızı sağlıyor. Peki, sürekli artan KYK burs/kredileri ihtiyaçlarımızı ne denli karşılıyor? KYK yurtlarındaki, yemek fiyatlarındaki, üniversite harçlarındaki, kitap-defter-kırtasiye malzemelerindeki, ev kiralarındaki, yiyecek-içecek fiyatlarındaki artış ve elektrik-su-doğal gaz faturalarının pahalılığı… DEVAMINI SİZ SAYIN İSTERSENİZ! Daha iş hayatına başlamadan on binlerce TL’lik borcun altında bıraktığınız gençler yarınını düşünerek hareket etmek zorunda kaldığı için ya bir hevesle geldiği okullarını bırakıp geri dönüyorlar ya da ders saatlerinden bile taviz vererek düşük ücretlere çalışmak zorunda kalıyorlar.
Bizim gibi ataerkil toplumlarda fazlaca görülen aile-toplum baskısı da başka bir sorumluluk yüklüyor bizlere. Yapılan bir araştırmaya göre 87 gençten 12’si aile, toplum ya da zorunlu eğitimden doğan zorunluluktan kaynaklı üniversite eğitimi almak istemiş. Performans odaklı bir toplumda yaşadığımız için birçoğumuzun da bildiği gibi okuduğun bölüm kadar varsın; değerin aldığın maaş kadar; gördüğün saygı altında çalışan adam sayısına bağlı; mesleğinin önemi sahip olduğun eve ve arabaya bağlıdır. Tüm bunlara bir de kız-erkek aynı ortamda bulunamaz, o saatte orda olamaz, onu giyinemez, bunu yapamaz, şunu içemez boyutu eklenmektedir. Bu noktadan sonra da bizlerin hayatı “elalem ne der”e göre değişiyor!
Şimdi gelelim her yıl değiştirilen, içi boşaltılan eğitim sistemine. İlköğretimden başlayıp ortaöğretim, lise, yüksekokullarda ve hatta çalışma hayatında da devam eden mecburi kılınmış ezberci, hükümet yanlısı, bireyci, rekabetçi bir sistemin içinde kendimizi var edilme adına verdiğimiz mücadeleye ve bu çarkın içinde oradan oraya savruluşumuza sebep olan sistematik eğitim politikalarına. Eğitim politikaları en başta bilimsel içeriğe sahip olmalı bunun yanında detaylı, amaç odaklı, uzmanlığa dayalı alınan kararların ve uygulamaların oluşturması gerekmektedir. Bizim ülkemizde eğitim politikaları pazarlamacı, geleneksel ve var olan siyasi duruma veya medyanın yaptığı haberlere göre oluşmaktadır. Kısacası, başa gelenin ideolojisi neyse o anlatılır her derste! Bu da aldığımız eğitimin daha da kalitesizleşmesine, verimsizleşmesine ve bilimden uzaklaşmasına sebep oluyor.
Yıllarca yarış atına çevrilen bizler yolun sonuna geldiğimizde “her ne kadar içi boşaltılmış” olsa da onca yıllık emeğin sonunda elimizde güvencesiz ve belirsiz gelecekten başka bir şey yok. Tüm bu sorunlar yetmezmiş gibi bir de bu kapitalist sistem siyasetçilerinin öğrencilere ve eğitimli meslek sahiplerine yönelik olumsuz, “giderlerse gitsinler” tutumu bizlerde ayrı bir korku ve belirsizlik yaratıyor/bırakıyor.
Üniversite yurtlarındaki, son giriş saati uygulaması ile beraber bir öğretim yılı içerisinde toplam 30 güne kadar verilen izin ile sosyalleşme kanalları aşırı denetim ve disiplinle engellenmeye çalışılıyor. Benzer engellemeler üniversitelerde, üniversite şenliklerini yasaklayarak; öğrenci topluluklarının etkinliklerine, toplantılarına müdahale ederek kendini gösterirken durum birçoğunun ücretsiz olarak yapıldığı ve binlerce gencin bir araya gelebildiği gençlik festivallerinde de aynıdır. Bu şekilde kendisine biat etmesini isteyen bir gençlik yaratmak ve bizlerin sosyalleşip örgütlenmesini engellemek istiyor.
Eğitimli gençlerin intihar etmesinde göz önünde bulundurmamız gereken bir diğer etken ise eğitim sistemidir. Sistem; öğrencilere kaliteli bir eğitim imkânı, güvenli ve belirli bir gelecek sunamazken, iş olanakları ve staj imkanları yaratamazken, barınma-beslenme-güvenlik gibi en temel ihtiyaçlarını karşılayamaz, kültürel ve sosyal aktivitelerle sivil hayata katamazken ve en önemlisi öğrenci intiharlarındaki artışlara rağmen hala tatmin edici, başarılı bir çözüm yolu izleyemezken tüm bu sistemin başındaki tek adam “Ülkemin neresine gidersem gideyim en büyük enerji ve moral kaynağım gençlerimizin yüzünde gördüğüm umut, heyecan, kararlılık olmaktadır.” diyor. Oysa yapılan bir araştırmaya göre dört gençten üçü iş bulma konusunda umutsuz, öğrencilerin ve işsizlerin %55’i başka bir ülkeye yerleşmek istiyor. Bu kadar soruna rağmen kurtuluşlarını başka bir ülkede aramaları ve gelecekleri için umutsuzluğa kapılmaları şaşırtıcı mı?
Türkiye`de toplam 208 üniversite ve yaklaşık 8 milyon öğrenci bulunuyor. Avrupa’nın en büyük ekonomisine sahip olan Almanya`da Üniversite öğrencilerinin sayısı 2 Milyon 750 bin civarındadır. Türkiye’de işsizlik oranı yaklaşık yüzde 23 tur. Bu 8,7 milyon civarında işsizliğe tekabül ediyor. Almanya`da işsizlik oranı yüzde 5,9 civarındadır. Bu rakamların anlamı aslında gençliğin üniversite bitirdikten sonra karşılaşacakları durumu göstermektedir. İşsizlik ordusuna katılma. Ülke nüfusu düşünülünce neredeyse her 10 kişiden biri üniversite öğrencisi. Peki adım başı her yere açılan üniversitelerin kalitesi ne durumda? Üniversite sayısının veya mezunun sadece nicelik olarak fazla olmasına odaklanmamızı isteyip aslında nitelik olarak boş olduklarının üstünü kapatmaya çalışıyorlar. Buna en basit şekilde yurtdışındaki üniversitelerin bizim üniversite diplomalarımıza denklik vermemesini söyleyebiliriz. Sahte diplomalarla üniversitelerde akademisyenlik yapan sahte eğitimcilerle, bilimsellikten uzak, akademik bilgisi yetersiz olan ve birçoğunun ticarethaneye döndürüldüğü üniversitelerden mezun olunca, mevcut emek pazarında üniversiteli işsizler olarak yerimizi alıyoruz.
Klinik Psikolog Elif Okan GEZMİŞ “Kendimizi ait hissettiğimiz, birbirimize yaslanabileceğimiz ve anlamlı bulduğumuz bir amaç doğrultusunda birlikte hareket edebileceğimiz topluluklara ihtiyacımız var.” diyor. Kısacası; intiharlar bir çözüm değildir. Bu intiharlar bilinçli bir şekilde ele alınmazsa bizleri tam da bu düzenin istediği şekilde “bilinç”lendirirler. Bu yüzden kaybettiğimiz arkadaşlarımıza karşı bizzat bizim borcumuz, bu faşist sisteme karşı örgütlenip beraber mücadele etmektir!
GENÇLİK KİMİNSE GELECEK ONUNDUR!
HEP AYNI İNATLA ÜNİVERSİTELERDE, SINIFLARDA, SOKAKLARDAYIZ!