Devrimci ve İlerici Kamuoyuna
Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ender haleflerinden, Türkiye’de, devrimci komünist/proleter enternasyonalist çizginin temsilcisi, Maoist ekolün kurucusu, önder İbrahim Kaypakkaya’ya karşı yine iğrenç, alçakça, çamurdan bir saldırıyla karşı karşıyayız.
Bizler böylesi iğrenç, alçakça çamurdan saldırıları geçmişten de biliyoruz.
İbrahim Kaypakkaya’yı “seni bizzat kendi ellerimle geberteceğim” diyen Yaşar Değerli’nin, “sanık İbrahim Kaypakkaya, intihar etmiştir” diye başlayan bu saldırısı, sırasıyla, Nasyonal Sosyalist Doğu Perinçek’in 70’lerden bu yana dillendirdiği “intihar” yalanıyla, ardından Orhan Kotan’ın, “Rızgari” adına yayınlanan Diyarbakır Hapishanesi Raporu’ndaki “o işkenceye kimse dayanamaz, İbrahim’in direnişi şehir efsanesidir” çamurlarıyla devam edilmiştir.[1]
Bugünkü saldırının failleri ise bizzat önder Kaypakkaya’nın kurduğu ekolün yıllar içerisinde epey, bir hayli dejenere olmuş, paslanmış, küflenmiş halinin sonuçları olan tek tek safralardır.
Bu safralar, kendilerinin muhatap alınmasını, attıkları çamurun gündem olmasını ve tartışılmasını istiyorlar. Görünürde ilk kuşaktan olup, Koordinasyon Komitesi üyelerini ama özellikle de Muzaffer Oruçoğlu’nu hedef alıyormuş gibi yapan bu iğrenç, alçakça çamur faaliyetin ESAS amacı ve HEDEFİ aslında, İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleriyle hesaplaşmaktan kaçıp, onun geride kalan kemiklerini (“otopsi isterük” naralarıyla) taciz ve teşhir ettikten sonra çamura batırmaktır.
Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, Kaypakkaya yoldaşın koptuğu Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin önde gelen kadrolarının 1972 senesi içerisinde (sırasıyla Hasan Yalçın, Gün Zileli, Oral Çalışlar, Ferit İlsever, Nuri Çolakoğlu, Halil Berktay ve Doğu Perinçek’in) yakalandıklarını ve bunların polis ve savcılık ifadelerinde İbrahim Kaypakkaya hakkında gayet kapsamlı ve derinlikli bilgi verdiklerini çok iyi biliriz.
Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 3 Kasım 1972’de (Yani Vartinik baskınından 2 ay, Muzaffer Oruçoğlu’nun “polis ifadesinden” 5 ay evvel) Ankara’daki Marmara Köşkü’nde yapılan Devlet Brifingi’nde önder İbrahim Kaypakkaya’nın adının “kara listeye” alındığını gayet iyi hatırlarız. Zira o birifingde, “… Sinan Cemgil ve arkadaşlarının Nurhak Dağları’ndaki yerini güvenlik kuvvetlerine bildiren muhtar Mustafa Karadeniz’i [Mordeniz yerine metne Karadeniz diye geçmiş. EC’nin Notu] öldürmüşlerdir. Bu cinayetin failleri İbrahim Kaypakkaya ile Abdullah Tuncay olup bunlardan Abdullah Tuncay yakalanmıştır” denmekle kalınmamış aynı zamanda söz konusu brifingde, “13 Ekim 1972 günü yapılan bir ihbar üzerine Diyarbakır Eğitim Enistitütüsündeki aramada; aslen Adana nüfusuna kayıtlı ve halen bu okulun 3’üncü sınıf öğrencisi olan Yusuf Ernez’in yatağının altında ‘Türkiye’de Milli Mesele-Şafak Revizyonizminin Tezleri’ başlıklı daktilo ile yazılmış 52 sahifelik bir not ele geçirilmiştir” dendiğini de okuyoruz.
Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, önder Kaypakkaya’yı en son gören tanıklardan olan yoldaş Hasan Zengin’in, çapraz hücrede kalan İbrahim Kaypakkaya’nın yanına Yaşar Değerli ve Güneydoğu Anadolu Sıkı Yönetim Komutanı Şükrü Olcay’ın da bulunduğu kalabalık, sivil giyimli bir heyetin geldiğini ve bu heyet ile Kaypakkaya arasında geçen konuşmanın muhtevasını da gayet iyi biliriz:
Zira o “konuşmada” DEVLET, İbrahim Kaypakkaya’ya adeta “bu yazdıklarını savunuyor musun, hala arkasında mısın” diye sormuştur. İbrahim de “evet, savunuyorum ve arkasındayım” demiştir. Ve onun için ister işkenceyle, ister kurşunla olsun Kaypakkaya, “arkadaşlarının 21 Nisan 1973’den itibaren çözülmeleri sonucunda”, “devletin aslında öldürmeyecekken dikkatini çekmiş masum bir öğrenci olduğu için” DEĞİL, ta başından beri DEVLETİN sahip olduğu İSTİHBARATIN sonucu İNFAZ edilmiştir.
Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 1. Ana Dava Dosyası’na konan ve müptezellerin bize unutturmaya çalıştıkları, MİT raporundaki şu saptamayı da hiçbir zaman akıldan çıkartmayız:
“Türkiye’de komünist mücadelede şimdiki haliyle en tehlikeli olan Kaypakkaya’nın fikirleridir. Onun yazılarında sunduğu görüşler ve öngördüğü mücadele metotları için hiç çekinmeden ihtilalci komünizmin Türkiye’ye uygulanması diyebiliriz.”
Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, ABD emperyalistleri tarafından “Soğuk Savaş” yıllarında yayınlanan The Communist Year Book’un 1973 baskısında önder İbrahim Kaypakkaya başta olmak üzere, Ali Haydar Yıldız, Meral Yakar ve Ahmet Muharrem Çiçek’in ölüm haberlerinin H. Karpat tarafından adeta zafer edasıyla duyurulduğunu biliriz.
Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, önderimiz İbrahim Kaypakkaya’nın 28 Şubat 1973’de zincirle bağlı bulunduğu yatağından kaleme aldığı, adeta vasiyeti sayılacak mektupta, “saflarımızda çözülenleri ve moral bozanları derhal atın” dediğini nasıl unuturuz?
Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, buna mukabil başta Muzaffer Oruçoğlu olmak üzere Koordinasyon Komitesi mensuplarının direnmediklerini ve çözüldüklerini de iyi hatırlarız.
Ama bu gerçeğin sadece bir boyutudur. Bir diğer boyutu ise tüm siyasi ve ideolojik YANLIŞLARINA ve HATALARINA rağmen, geleneğimizin dejenere olmasında oynadıkları fonksiyonlara rağmen, söz konusu kurucu kadrolarla bütün bir 50 sene geride bırakılmıştır. Onlarla siyasi ve ideolojik olarak mücadele etmeyip, vaktiyle onların YANLIŞLARIYLA uzlaşanlar şimdi utanmadan Muzaffer Oruçoğlu şahsında olduğu gibi, kişilik katli yaparak, aslında ve özünde geleneğimize, önder İbrahim Kaypakkaya’ya ve komünizme saldırmaktadırlar. Bu kabul edilemez.
İşte tüm bu nedenlerden ötürü, bir kez daha vurgalamak gerekirse, bugün bu iğrenç, alçakça çamur saldırının ana hedefi kati surette Muzaffer Oruçoğlu DEĞİLDİR. Bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının ANA HEDEFİ önder İbrahim Kaypakkaya’nın ser verip sır vermediği, devrimci komünist, proleter enternasyonalist siyasi ve ideolojik hattır.
Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıda kullanılan TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası’nın biz İbocular açısından zerre kadar özgül ve orijinal tek bir yanı yoktur. O dosyanın yegane özelliği, o dönemki kadroların alttan alta önder İbrahim Kaypakkaya’nın 5 Temel Belgesi’ne nasıl ŞÜPHE duymaya başladıklarının göstergesidir. (Zaten onun içindir ki, ortak bir savunma yapılamamıştır) Bu ŞÜPHE’nin daha sonra 1978’de yapılan 1. Konferans’ta verilen “Özeleştiri” ile TEORİLEŞTİRİLDİĞİ ve bugünlere dek uzayıp geldiğini de zaten hepimiz görmekteyiz. (Ve ne ilginçtir ki, bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı yapmakta olanlar aslında o “özeleştirinin” evrimleşmiş mutasyonlarıdır.)
Dünyanın olası bir 3. Emperyalist savaşla burun buruna geldiği, Türkiye’de islamcı-faşist bir rejimin 20 yıldır kendisini adım adım tahkim ettiği bir ortamda, önder İbrahim Kaypakkaya’ya yapılan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının insanlığa ve devrime zerre kadar faydasının olmadığı son derece aşikardır. Yeni, genç nesiller bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıdan ne öğrenecektir?
Çamurdan ayaklı bu ahmaklar, İbrahim Kaypakkaya’ya karşı bir kaya kaldırdılar. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Tarihsel olarak şimdiden o kayanın altında kalmışlardır.
İnanmayan Hasan Yalçın’a, Gün Zileli’ye, Oral Çalışlar’a, Ferit İlsever’e, Nuri Çolakoğlu’na, Halil Berktay’a, Doğu Perinçek’e, Yaşar Değerli’ye, Orhan Kotan’a, Turhan Feyizoğlu’na baksın. Tüm bu adlar bugün hangi siyasi ideolojilk hela deliğine yuvarlandılarsa bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çeken safralar da o deliğe yuvarlanacaklardır…
[1] Yazı bu haliyle Facebook’daki sayfamda yayınlandıktan sonra, “Diyarbakır Hapishane Raporu”na dair, maddi hata olduğuna dair iki eleştiri geldi. Bu maddi hataları sadece kabul etmekle kalmadım şöyle cevapladım:
- Cevap
“Sevgili Fatih Arslan, size ne kadar teşekkür etsem azdır. Zira, sayenizde aklımda kaldığı kadarıyla, hayal mayal alıntı verdiğim kaynağın aslında, tıpkı yukarıdaki yazıma neden olan türden bir saldırının derinliğine sahip bir içerik taşıdığını yeniden görmeme yol açtınız.
Evvela sizi ve tüm okuyucuları şu konuda bilgilendireyim. Efendim, 20 Mayıs 2022’den beri hastanede yatmaktaydım. 27 Mayıs 2022’de de taburcu oldum. Yukarıda okuduğunuz yazıyı hastanede kaleme aldım. Tamamen, bundan 20-30 sene evvel okuduğum kaynaklardan mealen alıntı yaptım. Dün, taburcu olur olmaz, derhal alıntıları bire bir kaynaklarından alıntılamak istedim. Ama o da? ‘Hapishane Raporu’nu bir türlü bulamadım. Ve aceleyle yazıyı yayınladım. Orada ‘mealen’ deseydim belki bir nebze, maddi hataya göz yumulabilirdi ama ‘mealen şöyle diyor’ diye yazmayı bile unutmuşum. Ancaaaaak! Buraya düştüğünüz ‘uyarı notu’ sayesinde, nihayet ‘Hapisane Raporu’nu buldum. Ve aslında Rızgari Hareketi’nin özeleştirisini verdiği Kotan’ın iddialarının, benim hayal meyal diye vermek istediğim alıntıdan çok daha vahim ve sizin yorumunuzun ise Kotan’a bir hayli ‘insaflı’ davrandığını gördüm. Hiç uzatmadan, altını çizdiğim bir iki pasajı olduğu gibi buraya aktarıyorum. Kararı okuyucu versin. Saygılarımla…
Rızgari, Diyarbakır Habishane Raporu, Cilt 2, 1986’dan yaptığım alıntıların burada altını çizme olanağım olmadığı için, Kotan’ın vurgularını büyük harfle vermeyi uygun gördüm.
- 508’de: ‘İ. Kaypakkaya’dan öldürülmesini GEREKTİRECEK kadar bilgi alma ihtiyacı KALMAMIŞTI kanımızca (…) İki bileği kesik olarak doktora çıkartıyorlar (gizli olarak)…’
- 508-509 ‘Zaten durumu ağırdı. Kendisinden o halde bir ifade alınması da mümkün değildi ve GEREKSİZDİ. Bilinmeyen önemli bir bilgi yoktu. Durumu ABARTILMAKTADIR. Örgütsel yapı da açık ve belliydi. Sağlık DURUMU AĞIRDI ve işkence sonucu öldürüldüğü de YAYILACAĞINDAN sahte bir ‘intihar raporu’ ile durum kotarılmaya çalışıldı.
‘Ser Veren sır vermeyen’ kitabının yazarına bunları anlattık. Gel seni doktorla da görüştürelim dedik… Anlamadı. Sonradan mezarını da buldu ve işi duygusal bir yana çekerek yazdı… Bu tür belirlemeler işte böyle sonuçlar getiriyor. ‘BİR DELİ BİR TAŞ ATIYOR, BİN KİŞİ ÇIKARTAMIYOR’ misali…’
- 510 ‘Ser Veren Sır vermeyen’ kitabının yazarı Behramoğlu’na bu konularda gidip araştırma yapmasını ve ciddi bilgi ve belgelere dayanmasını söylemiştik. Ve durumu ABARTMA demiştik.’
Sevgili Fatih Arslan, ‘Deli, kuyu, taş, abartma…’ gibi metafor ve vurguların geçtiği bir metne, özür dilerim ama ben hayal meyal aklımda kaldığı ile “şehir efsanesi” dedim. Uyarınız sonucu Kotan’ın, aslında bugünkü safralardan pek de farklı olmadığını bir kez daha müşhade etmiş oldum. Size ne kadar teşekkür etsem azdır. Bir kez daha saygılar…”
- Cevap
“Keser Gavan çok teşekkürler. Esasen benim, tali olarak da Fatih Arslan’ın ‘Diyarbakır Hapishane Raporu’ babında gözden kaçırdığımız bir başka maddi hataya dikkat çektiniz. Özürü kabahatinden büyük olacak ama itiraf etmeden yapamayacağım. Ömrü hatayımda Oğuzhan Asiltürk ile Oğuzhan Müftüoğlu’nu, Yaşar Okuyan ile Kemal Okuyan’ı hep karıştırmışımdır. Burada da gözüm Mümtaz Kotan görmesine rağmen nedense Orhan Kotan demek de israr etmiş! Sizden ve okuyuculardan özür dilerim ve bu maddi hatayı da bu vesile ile düzeltirim. Çok sevgiler…”