ABD’de George Floyd’un katledilmesiyle başlayan halk ayaklanmasına dair ‘Latin sosyalist sol’ Punto Rojo Dergisi’nin Yazı İşleri Müdürü Hector A. Rivera ile yapılan ve Contretemps sitesinde yayınlanan röportajı siz okurlarımız için çevirdik. ( Yeni Demokrasi ) Röportajda, ABD’de yaşanan isyanın nedenleri, güncel politik durum, isyana katılan toplumsal kesimlerin niteliği, isyancıların talepleri ve örgütlülük sorunları hakkında önemli bilgilere ulaşmak mümkün.
***
AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ’NDE IRKÇILIK VE POLİS ŞİDDETİ KARŞITI HAREKETİN İLK DEĞERLENDİRMESİ — Hector A. Rivera
ABD’de başlayan eylemlerin kapsamını nasıl çizebiliriz?
29 Mayıs’ta ABD’de bir isyan gerçekleşti. Söz konusu olan devletin yapılarının kapladığı hukuk sistemine ve polise karşı örgütlü bir direnişti. Kuşkusuz ki bu bir isyandı çünkü eylemciler Minneapolis’de polis karakolunu yaktı ve ertesi gün iki karakol daha eylemcilerin hedefi oldu. Bu durum isyanların, yağmalarla birlikte bütün ülkeye yayılmasını tetikledi.
Birkaç gündür, bu polis cinayetlerine tepkinin neden bu sefer farklı bir boyuta ulaştığını anlamaya çalışıyorum. Katledilen iki kişi, Minneapolis’den George Floyd ve Louisville’den Breonna Taylor kendi çevrelerince bilinen örgütlü insanlardı. Bu insanların kilise gibi, insan hakları dernekleri gibi mahallelerinin örgütlü yapılarıyla ilişkileri vardı. Minneapolis ve Louisville şehirleri, halkının örgütlü olduğu ve uzun zaman boyunca ayrımcılığa maruz kalan iki şehir olarak karşımıza çıkıyor (Örneğin Minneapolis beyaz şehir ve siyah şehir olarak ikiye bölünmüş durumda).
İsyanlar siyahi insanlara karşı, özelde de George Floyd’a karşı uygulanan polis şiddetine karşı başladı. Tarih sahnesinde olup biten siyah karşıtı ırkçılığa karşı oluşan isyanları ve direnişleri nerede konumlandırmak gerekir? Black Lives Matter (Siyahilerin Hayatları Değerlidir) nasıl ortaya çıktı?
1960’lı yıllardan bu yana siyahi mahallelerde isyan ve başkaldırı pratiklerinin çokça yaşandığını söyleyebiliriz. 2014’ten beri, Ferguson ve Baltimore isyanları ile birlikte ortaya çıkan yeni bir Black Lives Matter örgütü deneyimi yaşadık. Başlarda amaçlanan eylemler, isyanlar ağını bütün ülkeye yaymaya çalışmaktı fakat bu başarılamadı. Black Lives Matter üyeleri daha yerel yapılar üzerinde yoğunlaşma kararı aldı. Dolayısıyla ulusal bir koordinasyon kurulamamış oldu.
Şunu belirtmekte fayda var ki 2016’da Trump’ın seçilmesiyle birlikte ırkçı şiddet, özellikle polis şiddeti boyutunda yükselmiş durumda. Bu sefer sokaklarda mücadeleyi bırakmama kararlığı vardı ve bu kararlılık 2 haftadır eylemlerin dur durak bilmeden sürmesinden de anlaşılıyor. Genellikle bu tarz olaylarda polisler kurbanın ailesine tazminat öderken bu örnekte George Floyd’un ailesi dört polis memuruna yaptırım uygulanması noktasında kararlı bir duruş sergiledi. Bu çok önemli bir olay. Bu tavır başka vakaların da görünür olmasını sağladı: Louisville’den Breonna Taylor, Ku Klux Klan üyesi baba-oğulun katlettiği Ahmaud Arbery ve niceleri…
Koşullar, Black Lives Matter’ın önceden başaramadığı, ulusal ölçekte bir ağın yaratılması noktasında olgunlaştı. Siyahi liderler otoritelerini kaybettiler. Polis şiddeti Obama döneminde de vardı ve bu dönem en çok siyahi politikacının ve yargıçın olduğu dönemdi.
‘EYLEMLERİN ÖNDERLERİ 19-20 YAŞLARINDA’
Eylemciler kimler? Görünen o ki eylemciler çok renkli, genç bir profile sahip. Bunu nasıl açıklayabiliriz?
Minneapolis’de siyahi halk 26 Mayıs’ta isyana başladı. Ve hızlı bir şekilde isyanlar bütün ülkeye yayıldı. Korona kriziyle alakalı hastanelerde yapılan eylemler ve 2019’da öğretmenlerin örgütlediği grevlerle birlikte eylemlerle dolu bir süreç yaşıyoruz. Hareketlenme had safhada. Kadın hareketi Trump’ın seçimi sürecinde eylemler örgütledi. Sunrise Movement, Extinction Rebellion, Fridays for Future gibi, gençlerin ekolojik temelde örgütlediği hareketler oldu.
Gençlerden oluşan ve cinsel çeşitliliğe açık, ırkçılığa karşı ve azınlıkları kabul eden bir jenerasyondan bahsedebiliriz. Eylemlere birçok renkten, ulustan insan katılıyor ve bazen 12 yaşındaki eylemciler de görüyoruz. Eylemlerin önderleri 19-20 yaşlarında. Bu jenerasyon geleceğinin tehlike altında olduğunun son derece bilincinde. Dayanışma teması bu gençler için son derece doğallığında gelişen bir olgu.
Bu hareket sokağa çıkma yasağını tanımayan, pandemi koşullarında çeşitli riskler alma noktasında çok kararlı ve politik olarak militan bir hareket.
Eylemlerin kendiliğindenci bir karaktere sahip olduğu görülüyor. Eylemlerin ne kadar örgütlü, ne kadarı spontane? Eylem çağrılarını kim yapıyor?
Minneapolis ve New-York’ta, eylem çağrılarını siyahi halktan örgütler yapıyor. Diğer şehirlerde çağrıyı yapanlar Black Lives Matter ya da yerel örgütlenmeler. Fakat katlımın kitlesel boyutta oluşunun önemli etkenlerinden biri spontan karaktere de sahip olması. Örneğin liseli ve üniversiteli kitlesel grupların katılımı söz konusu.
Örneğin Maine Eyaleti’nin yüzde 90’ını beyaz nüfus oluşturuyor fakat burada da eylemler örgütlendi. Bu eylemleri örgütleyenler daha çok ekolojik hareketten deneyimi olan ve eylem örgütleme kapasitesi noktasında güven veren kişiler.
Talepler neler?
Taleplerde hızlı bir gelişim olduğu söylenebilir. Sorumlu polislerin yargılanması ve tutuklanması talebiyle başlayan eylemler, bugün ulusal ölçekte, polise ayrılan yerel ve kamusal bütçenin kısıtlanması talebine doğru gelişim kaydetmiş durumda. Eylemlerin merkez üssü Minneapolis’de, polisin tümden ortadan kaldırılması talebi var.
Talepler belli etkiler de yarattı. Örneğin Los Angeles’ta, belediye yıllık bütçe planlamasını tartıştı. Polise ayrılan bütçe normalde 3 milyar dolarken eylemlerin yarattığı baskı ile bu bütçe 150 milyon dolara kadar düştü. Halk daha fazla kısıtlama istiyor. Ayrıca ordudan polise kayan silahların kısıtlanması meselesi de gündemde.
‘OKULDAN HAPİSHANEYE BORU HATTI’
Minneapolis’deki okullarda polisle yapılan kontratlar iptal edildi. Bu durum Amerikan ölçeğinde az bir şey değil. Eğitim kurumlarında silahlı çete çatışmaları yaşanıyor. Eğitimin örgütlenmesi ırk temelli olunca, siyah gençliğin şiddeti de problem haline geliyor Siyah ve yoksul mahallelerde, okullara silah girmemesi için polis müdahalesi söz konusu oluyordu.
Bir “okuldan hapishaneye boru hattı” modelinden bahsediyoruz. Yani cezacı ve hapsedici eğitim kurumlarından hapishaneye doğru uzanan bir yol. Şunu bilmek gerekir ki ABD’deki hapishanelerin %8,5’u özelleştirilmiş ve ekonomi için pazar niteliğinde. Dolayısıyla ortada, nüfusu durmadan hapseden bir ultra-liberal mantık yatıyor.
Güncel olarak yaşananlarla Covid-19 salgının özelde siyahi ve Latin halkı etkilemesi arasında bir bağ kurulabilir mi? Ekonomik krizle sosyal kriz, özellikle de kitlesel işsizlik arasında bir bağ kurabilir miyiz?
İstatistikler çok çarpıcı çünkü hükümet salgını ciddiye almadı. Burada ekonomik krizle ve işsizlikle mücadele edebilecek bir devlet yok. Hükümetin tek vaadi, kimsenin hâlâ alamadığı 1200 dolarlık yardım. Şunu bilmek gerekir ki işçilerin çoğunluğu azınlık milliyetlerden gelmekte ve postane ile hastane sektöründe bu kesim oldukça fazla. Ayrıca çok sayıda siyahi ve Latin işçi, halkla temas halinde oldukları için korona salgınından dolayı hayatını kaybetti. Yapılan araştırmaya göre siyahilerin ve Latinlerin %70’i virüsü ailelerine bulaştırmaktan korkuyorlar.
Bu temel sektörlerde siyahilerin ve Latinlerin yüksek mevcudiyetini, ekonomik ve sosyal durumlarını geliştirme, kalıcı ve entegre işlere ulaşabilme çabasıyla açıklayabiliriz. Karantina boyunca yapısal ırkçılık çok daha net bir şekilde oraya çıktı. Siyahi nüfus işe giderken sokakta hastalıkla ve polis kontrolüyle karşılaşıyordu. Fiziksel aktivite yapmak için evden çıkıldığında, siyahlar Ahmaud Arbery örneğinde olduğu gibi ırkçı komşularının hedefi oluyordu. Evinde kaldığında ise polis tarafından katledilen Breonna Taylor örneğinde olduğu gibi siyahlar her zaman tehlike altında oluyordu.
‘DİZ ÇÖKEN POLİS BİRKAÇ SAAT SONRA EYLEMCİLERİ COPLUYORDU’
Harekete karşı devlet baskısı ne durumda?
Medya halkla güvenlik güçleri arasındaki kopuşu dizginlemek için sürekli eylemcilerle polis arasındaki “kardeşleşme” kesitlerine yer veriyor. Fakat unutmamak lazım ki George Floyd eylemlerinde diz çöken polis birkaç saat sonra eylemcileri copluyordu. Bu görüntüler polis şiddetine karşı olan bilinci kuvvetlendirmek için sosyal medyada yaygın bir şekilde paylaşılıyor.
Hareket içinde, sokaklarda ve sosyal medyada, polisin rolü üzerine daha önce hiç açılmamış tartışmalar yürütülüyor ve çok hızlı bir şekilde bilinçlenme süreçleri yaşanıyor. Gerçekten de kuvvetli bir anti-ırkçı bilinçten bahsedebiliriz fakat polisin toplumdaki genel rolü üzerinde başlarda böyle bir bilinçten söz edemezdik. Ayrıca güvenlik güçleri arasında da çelişkiler olduğunu söyleyebiliriz. ABD’de meslek sahibi polisle orduya bağlı ve acil durumda müdahale eden “ulusal muhafız” arasında bir fark var. Ulusal muhafızlar bu işi birkaç senedir yapan ve genellikle de ücretsiz eğitimden yararlanabilmek için bu işi yapanlar.
Dolayısıyla çeşitli yarıklar ortaya çıkıyor: Ulusal muhafızlar hareketle dayanışma halinde olup kalkanlarını indiriyor, eylemcilerin yanında olan bu kişilere soruşturma açılıyor; New York’ta günde yaklaşık altı polis istifa ediyor; Houstan’da Latin bir polis şefi hareketle dayanışma içinde olup aşırı-sağın ırkçı politikalarından şikayetçi oluyor. Güvenlik güçlerindeki demoralizasyon önemli bir yerde duruyor.
Bunun yanı sıra Washington’da Beyaz Sarayı korumak için, Ulusal muhafızların, istihbarat servislerinin ve hatta ordunun baskıyı son derece yüksekte tuttuğunu söyleyebiliriz. Eylemlerde insanlar öldürüldü, birçok kişi yaralandı, gazlandı ve polis tarafından darp edildi.
Son yıllarda Trump, Meksika sınırına duvar örme tehdidiyle Latin toplumuna ve ‘kağıtsızlar’a saldırdı. Polis şiddetiyle bu mesele arasında bir bağ var mı?
Hapishane devletine ve hapishanelerin özelleştirilmesine karşı yürütülen siyahi mücadele ve Latin mücadele arasında doğrudan bir ilişki var. İnsanları hapsetmek ABD’nin işi. Latin toplumu için siyahi kölecilik karşıtı hareketten çıkarılacak birçok ders oldu. Polisin ve aşırı sağın bu iki topluluk arasında ırksal çatışmalar yaratmaya çalıştığı biliniyor.
Bununla birlikte mücadeleyi birleştirecek birçok noktamız var. Bir yandan, siyahi halk kültüründe bu iki topluluk arasındaki dayanışmaya dair nüveler var. Minneapolis’de, siyahi ve Latin çeteler eylemlerde ittifak oldular.
‘EYLEMLERİN ÖNDERLERİ ÇOĞUNLUKLA KADINLARDI’
Kadın hareketinin eylemlerdeki yeri nedir? ABD’de kadın hareketi ne durumda? Irkçılık karşıtı hareketle kadın hareketi arasında hangi olası eklemlenmelerden bahsedilebilir?
Polis şiddetine karşı ırkçılık karşıtı hareketle Avrupa’da ve Latin Amerika’daki kadar kitlesel ve militan olmayan kadın hareketi arasında doğrudan bir bağ kuramayız. Fakat eylemlerin önderleri çoğunlukla kadınlardı. Kadınlar kamusal alanda hareketin sözcüleri olarak liderlik anlamında kendilerini ifade edebildikleri kadar eylemlerin teknik boyutunda, su, gıda ve maske dağıtımında da önemli bir rol oynadılar. Örneğin Kaliforniya’daki Long Beach’te, lezbiyen kadınlar “direniş için yardım” grubu kurdular. Bu grup eylemlere gıda desteği noktasında destek oldu.
Eylemlerin vurguladığı noktalar konusunda da kadın hareketine dair polis şiddetin tek mağdurunun siyahi erkek olmadığı anlamında bir bilinç yaratıldığı söylenebilir. Breonna Taylor vakası bu noktada önemli bir yerde duruyor. Polisin tecavüz vakalarıyla ilintilenmesi de gündemde. Star Tribune gazetesine göre, son 30 yılda Minneapolis’deki 1700 tecavüz vakasının “araştırma eksikliğinden” açıklığa kavuşturulamadığı gibi bir durum var. Öte yandan, polislerin uyguladığı aile içi şiddet de yükselmiş durumda. Polislerin yüzde 40’ının aile içi, ilişki içi şiddet uyguladığı ortaya çıktı. Bu istatistikler kadın hareketinin meseleyi kamusal düzlemde tartışmaya başlamasına olanak tanıdı.
Son yıllarda yükselmekte olan Sanders ve Amerikan Sosyalist Demokratları femoneninden de söz edebiliriz. İsyan bu yönelimi nasıl güçlendirir ya da nasıl yıkar? Olası ilişkilenmelerden söz edebilir miyiz?
Amerikan Sosyalist Demokratları (ASD) %100 boyutunda Sanders’ın seçim kampanyasının içindeydi. Mart ayında Sanders adaylıktan çekildiğini açıkladı ve Joe Biden’ı destekledi. Bu durum Sanders’ın meşruluğunu azalttı. Özellikle kampanyaya destek olan kadınlar nezdinde. Çünkü Biden, cinsel saldırıyla suçlanıyordu. Arından ASD Biden’ı desteklemedi fakat yerel seçimlerde sosyal demokrat adayların desteklenmesi noktasında bir seçim kampanyası örgütledi.
Bu yönelimde sokak hareketleri yoktu. Sanders ve kampanya aktivistleri de pandemi sırasında sağlık çalışanlarını ve işçileri destekleme, barınma hakkından mahrum bırakılanlarla dayanışma noktasında hiçbir şey yapmadı.
Öte yandan Amerikan solunun bazı kesimleri ekonomizm ve sınıf mücadelesinin indirgemeciliğiyle boğuşuyordu. Bu durum kimlik siyasetinin ve alanlar arası siyaset yapmanın önünü tıkadı. Dolayısıyla Sanders’ın ırkçılık karşıtı programı zayıf kaldı. Söylem düzeyinde ekonomik problemlere yoğunlaşma durumu vardı. Bu ekonomizm Sanders’i sağlıktan polise, kamusal her şeyin sosyalist olduğu fikrine itti. Bu mantığın güncel harekette yer bulmasının imkanı yok.
‘ULAŞIM SENDİKALARI POLİSLERİ TAŞIMAYI REDDETTİ’
Sendikal Hareket nasıl bir konum aldı?
Sendikalar cephesinde önemli gelişmeler oldu. New-York, Minneapolis ve Chicago’da, sendikalizm tarihinin önemli alanlarından olan ulaşım sendikaları, eylemleri bastırmak ve eylemcileri tutuklamak için mobilize edilen polisleri taşımayı reddettiler. Şoför sendikalarının da desteğiyle Brooklyn’de bir şoförün otobüsü durdurup çıkması örneğinde olduğu gibi isyana katıldı.
Amerikanın temel sendikası L’AFL-CIO Minnesota’da, polis sendikasının sekreterinin istifasını istedi. Ayrıca polis sendikasının işçi sendikalarından dışlanması talebi de vardı.
Hareketin devamı ile ilgili beklentileriniz neler?
15 Haziran’a kadar eylemlerin devam edeceği öngörülüyor. Covid-19 salgınından kaynaklı iptal edilen Onur Yürüyüşleri tekrar örgütleniyor. Birçok şehirde onur yürüyüşleri, Stonewall isyanlarının iki sembol ismi, siyah trans kadınlar Marsha P. Johnson ve Sylvia Rivera adına düzenlenecek. Los Angeles’ta onur yürüyüşleri Black Lives Matter adına düzenlenecek.
Şu anki durumun Amerika’da yeni bir tarihsel dönemi araladığını söylemek mümkün. Amerikan liderlerinin heykellerinin yıkıldığını görüyoruz. Birçok şehirde her gün eylemler örgütleniyor. New York’ta 9 Haziran Salı günü polis tarafından öldürülen 16 Afro-Amerikanın ailesi tarafından çağrısı yapılan bir yürüyüş olacak.