İlk sunumu Deriteks Sendikası Genel Eğitim ve Örgütlenme Uzmanı Engin Çelik gerçekleştirdi. Sunumunda; 1970’lerde nüfus oranının günümüze göre çok az olmasına rağmen sendikal örgütlülüğün 3 milyonu bulduğunu, bugün ise 80 milyonluk nüfusta 1 milyon sendikalı işçi olduğunu vurguladı. Bunun sebebinin o dönemdeki siyasi atmosferinden bağımsız olmadığını belirten Çelik, 80’den sonra neo liberal politikalarla birlikte üretiminin tüm dünyaya yayılarak esnekleştirilmesinden, sömürünün yoğunlaşması ve ucuz işgücünden bahsetti. 90’lardan sonra özellikle Asya ülkelerinde üretimin geliştirildiğini vurguladı. Artık butik üretim denen bir olgu olduğunu, özellikle giyim sektöründe iki yıl sonra örgütlenmeye çalışılan fabrikayı bulamadığını belirten Çelik, sendikal örgütlenme stratejilerinin değiştirilmesi gerektiğini belirtti.
İkinci sunumu gerçekleştiren Belediye İş Sendikası İstanbul 2 Nolu Şube Başkanı Erol Özdemir, 15-16 Haziran direnişini ele alırken en önemli noktanın o dönemdeki işçilerin birleşik mücadelesi olduğunu vurguladı. Devletin kolluk kuvvetlerinin işçilerin direnişi karşısında yetersiz kaldığını belirten Özdemir, 15-16 Haziran’ı yaratan koşulları iyi ele almak gerektiğini ve bu noktada 68’i değerlendirmek gerektiğini, bunların birbirinden bağımsız olmadığını vurguladı. Günümüzde ise böylesi bir örgütlülük ve patlamanın olmadığından bahseden Özdemir, işçilerin önünün devlet ve işbirlikçi sendikalar eliyle kesildiğini vurguladı. Avcılar Belediyesi’nde ilk defa örgütlenen taşeron temizlik işçilerinden bahseden Özdemir, OHAL şartlarında önemli bir örgütlenme ve direniş deneyimi yaşamalarına karşın bunun yeterince değerlendirilemediğini belirtti.
Son sunumu yapan DDSB temsilcisi ise; 15-16 Haziran direnişinin Kıvılcımlı ve Mihri Belli’nin ortaya koyduğu “ordu-işçi elele” politikasının pratikte karşılık bulmayarak çöktüğünü, 15-16 Haziran direnişinin ordu ve işçilerin karşıt iki sınıfı teşmil ettiğini bir kez daha gösterdiğini söyledi. Kaypakkaya yoldaşın bu noktada yaptığı tespitlerin doğruluğundan ve kitlelere dayanmak gerektiğine vurgu yapan DDSB temsilcisi, 15-16 Haziran direnişini yaratan koşulların yalnız 274-275 sayılı yasa tasarıları olmadığını, temelinde o dönemdeki ekonomik ve siyasi olguların bu direnişte kendini açığa vurduğunu, bu anlamda Gezi direnişinde olduğu gibi biriken sınıfsal ve toplumsal çelişkilerin yansıması olduğunu belirtti. Kemal Türkler’in 15-16 Haziran direnişinin önünü kesmeye ve işçileri sisteme yedeklemeye dönük politik çizgisinden bahseden DDSB temsilcisi,15-16 Haziran direnişinin sahip çıktığı kurumu da aşarak meşruluk kazandığını, işçi sınıfının gücünün esasta haklılık ve meşruluğuna dayalı fiili mücadeleye dayandığını vurguladı. 15-16 Haziran’ın dönemin reformist politikalarına bir cevap olduğunu ve sınıfın kimlik kazanma aşamasında en ileri nokta olduğunu vurgulayan temsilci, güncel örgütlenme mücadeleleri ve işçi direnişlerine yönelimin artması gerektiğine dikkat çekti. DDSB’nin seçimlere dair boykot tavrına da değinen DDSB temsilcisi, yapılacak olan seçimleri sınıf gözüyle yorumlamak gerektiğini vurgulayarak seçimlerin işçi sınıfına sömürü ve kölelik koşullarındaki artış dışında hiçbir şey vaat etmediğini belirtti.
Panel katılımcılarının sunumları ardından serbest kürsü ve soru cevaplarla devam etti. Daha çok sınıfa gitmek gerektiği, işçilerle aynı nefesi solumak, onların hayatlarına daha çok temas etmek gerektiği vurgulanan tartışmalarda üretim, işçi sınıfı ve sendikal mücadelede yaşanan değişimlere özgü örgütlenme politikalarının geliştirilmesi gerektiği belirtildi. Tartışmalarda, günümüzde DDSB çizgisi ve yönelimi doğrultusunda birçok direniş ve örgütlenme mücadelesi yaşanmasına karşın bunlara ilgi ve desteğin yetersiz olduğu vurgulanırken, mücadeleye sınıf perspektifiyle bakabilmenin ve mücadeleyi sınıf içerisinde geliştirebilmenin önemli bir mihenk taşı haline geldiği ortaya kondu.