RÖPORTAJ: Diplomaside dünya dengelerini iyi gözlemeniz, hangi devletlerle ne iş tutacağınız, ideolojiniz, halk desteğiniz ve askeri gücünüzün olması şarttır.
Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Mesud Barzani, 25 Eylül’de yapılan referandumun elini güçlendirmesini beklerken, Kerkük gibi tartışmalı bölgeler üzerindeki fiili hakimiyetini de yitirdi. Bağımsızlık hedefi daha da uzaklaşmakla kalmadı, 2014 hatta 2003 sınırlarına geri dönüldü. Başta KDP ve KYB olmak üzere Kuzey Irak Kürt siyasetinin öne çıkan parti ve aktörlerinin birbirlerine yönelik ağır suçlamaları; Meclis ve parti bürolarına saldırılar gibi önümüzdeki süreci de etkileyecek yıkıcı sonuçların yaşandığı bir tablo ortaya çıktı.
Yaşananlardan ABD’yi ve batılı destekçileri sorumlu tutan Barzani ise IKBY Başkanlığından ayrılarak, bundan sonra mücadeleye peşmerge olarak devam edeceğini açıkladı.
Sonuçlar neden iyi hesaplanamadı? Yakın tarihinde de benzer olumsuz tecrübeler barındırdığı halde aynı hatalara düşülmesi nasıl izah edilebilir? Alınan yenilgi, Kürdistan siyasetinde nasıl kırılmalar yaratacak?
5 yıl boyunca Kürtlerin yaşadığı dört parçada yapılan görüşmeler ve sayısız arşiv taramasını barındıran yoğun emek ürünü iki ciltlik, “Tarih Boyunca Kürtlerde Diplomasi” kitabını Türkiyeli okurlara kazandıran Faik Bulut’la konuştuk.
Gerek Kürt siyaseti, gerekse Ortadoğu dengelerini yakından izleyen, araştırmacı, gazeteci-yazar Faik Bulut’un, bugünü anlamada önemli bir başvuru kaynağı olan Kürtlerde Diplomasi kitabının son gelişmeler ışığında güncellenen yeni baskısı, Kor kitap tarafından Ocak ayında yayınlanacak.
‘KÜRTLERİN BAĞIMSIZLIĞI PETROLE KURBAN EDİLDİ’
Kuzey Irak’ta referandum sonrası oluşan tabloya, diplomasi, özel olarak da Kürt diplomasisinin işletilmesi üzerinden baktığınızda bize nasıl bir okuma yaparsınız?
Öncelikle, Kürtlerin son 40-50 yılda eski diplomasi anlayışına göre belli ilerlemeler sağladıklarını vurgulamak gerek. Eskiden Kürtlerin bir diplomasi anlayışı var mıydı, yok muydu bu çok tartışılır bir mesele; ama bireysel anlamda diplomatik gayretler, girişimler olmuştur. Fakat Kürtler (buna Türkiye’deki ana akım Kürt hareketi de dahil) diplomasiyi, daha doğrusu diplomasinin inceliklerini hâlâ bilmiyor.
Talabani diplomatik alanda nispeten kendince başarılı bir diplomattı. Bu bireysel başarının örgütü YNK’de (Kürdistan Yurtseverler Birliği) ise yansıma bulmadığını görüyoruz. Hâlâ ciddi eksiklikler var. Nitekim Kerkük’ün Irak tarafından geri alınmasında bu görüldü. YNK üç parça oldu. Diplomaside temel noktalardan biri ağız birliği yani ortak söylemdir. Berham Salih’in söylemi, Pavel Talabani’ninkinden farklı, Talabani’nin eşi Hero Hanım’ın sözü oğlu Kubat’ınkine uymayabiliyor. KDP açısından ise durum zaten bir trajedi. Goran hareketi, KDP’nin tam zıddı şeyler söylüyor.
Dolayısıyla sözün ortak kurulamaması bir yana, rekabetin/bölünmenin keskinleşmesi, iç ve dış dengeleri okumayı da etkileyen bir faktör…
Elbette. Siz bir defa kendi iç birliğinizi sağlayacaksınız; iki, halkınıza dayanacaksınız. Niteliği ne olursa olsun devletlerle iş tutulmaz diye bir şey yok, ama şart şu; müttefiklerinizi iyi tanıyacaksınız. B planımız, C planımız ne olacak? Bugün yanımızda duran devletler yarın bizi bıraktığında kiminle yürütebiliriz? O zaman halka yani kitleye dayanacağız. Var olan diğer Kürt hareketleriyle bunu yapacağız. Referandumun yapılma biçimi ve sonrası da gösterdi ki böyle bir planınız yok. 1975’te İran ile Irak arasında imzalanan Cezayir Anlaşması, Kürtler cephesinde diplomasideki zayıflık ve öngörüsüzlüğün tipik bir örneği olmuştur.
Nitekim, bugünkü yenilgi tartışılırken ‘75 anlaşmasına sıklıkla gönderme yapılıyor…
Çünkü 1974-75 yılları arasında ABD, İran ve İsrail’e güvenen KDP diplomasisi büyük bir bozgun ve hayal kırıklığına uğramıştı. Kürt aydını ve siyasetçisi İsmet Şerif Vanlı o dönem çokça uyarılarda bulunmuş ama dikkate alınmamıştı. Vanlı, 1970’lerde İsviçre’de yaşıyordu. Kürt Hukukçular Derneği Başkanıydı. Bir anlamda da KDP’nin yurtdışı temsilciliğini yapıyordu. Uluslararası ilişkileri de o döneme göre iyi bilen bir zat. İsmet Şerif Vanlı, Molla Mustafa Barzani’ye bir mektup yazıyor. Diyor ki, “Bakınız sizin adınıza İran’la, İsrail’le görüşmeler yaptım, Amerikalılarla temaslarda bulundum. İran’la Irak anlaşıp sizi yarı yolda bırakabilirler. Karşı tedbir olarak B planı yapın; halkınıza dayanın ve mevcut Kürt hareketleriyle ortak cephe kurun. Ama Barzani inanmıyor, küsüyor, hatta temsilcilikten atıyor. “Biz Amerika’yı ikna ettik, şunu ikna ettik, olmaz, bizi bırakmazlar” diyor.
Bugün yaşandığı gibi…
Evet. Çünkü bu meselelerde birincisi dünya dengelerini iyi gözlemeniz; ikincisi hangi devletlerle ne iş tutacağınız; üçüncüsü kendi ferasetiniz yani yönteminiz, ideolojiniz; dördüncüsü halk desteğiniz -çünkü halktan destek almayan hiçbir diplomasi başarılı olmaz- ve beşincisi B ve C planlarınızın olması… Yani kamu diplomasisini yürütme beceriniz ve askeri gücünüzün olması temel şarttır.
Bakıldığında referanduma gidilirken kamu diplomasisinin yoğun bir şekilde yapıldığı görünüyor. Halk da sandığa giderek yüksek bir destek sundu. Yine rakamlar değişse de askeri güç, yani bir peşmerge gücü var. Bu neden değerlendirilmedi?
Çünkü başta Irak ordusunun gücü iyi değerlendirilmedi. Sanılıyor ki 2014’te IŞİD’in Musul işgali dönemindeki o çökmüş Irak ordusu var. Halbuki Haşdi Şabi gibi bir dinamizm geldi. IŞİD gibi bir örgütü yok etmiş, üstelik IŞİD’inkine benzer bir savaş/çatışma yöntemi kullanıyor. Bu insan hayatıdır, bu şehirdir, bu tarihtir, kültürdür, bunu yıkmayayım, diye bir derdi yok. Daha önemlisi bugün Haşdi Şabi siyasete de oynuyor. Hükümetin kararlarını etkiliyor. İran’ın bölgesel perspektifiyle hareket ediyor. Kürtleri birbirine düşürmeye gayret ediyor. Kürt yönetimi, bunu da göremedi; gördüyse bile karşı önlem almadı. Mesela Kürt partileriyle mutabakat sağlamadı.
Diğer yandan Bağdat yönetimi Kerkük’e girdi diyelim, bir planınız olursa mesela şöyle dersiniz, “Kardeşim gelsin Erbil’i de alsın, ben dağlara doğru çekileyim, Haşdi Şabi’yi oraya çekip, kendi bildiğim alanda savaşayım.” Bu da yok!
Gerçi Barzani ‘Gerekirse savaşırız’ demişti…
Dedi ama altı boş, tedbirsizlik söz konusu. Barzani, peşmerge mevzilerini ziyaret edip moral veriyor. Kanımca geç kalınmış bir adım. Peşmerge sayısı için kimisi 300 bin vs diyor ama sonuçta onlar memur. Bir ordu özelliğinde değiller. Part time çalışıyorlar. Yani gidiyor iki üç saat çalışıyor sonra ya taksi şoförlüğü, ya esnaflık yapıyor. Üstelik askeri güç anlamında da birlik yok. Talabani’ye bağlı peşmergeler başka, Barzani’ninkiler başka.
O halde yaşanan hezimete esas olarak 1975’te olduğu gibi ABD’ye gözü kapalı güven mi yol açtı?
Gördüğüm şey şu; hem Amerika politikası ama genel olarak dünya denklemleri iyi okunamadı. Bir rivayete göre referanduma destek için 17 ülkeden söz alınmış. Bunun içinde Türkiye de sayılıyor. Bilgilerime göre; Türkiye hiçbir zaman “Destekleriz” dememiş. “İtiraz etmeyiz”, “Karşı çıkmayız”, “Siz bir yapın bakalım” demiş. KDP tarafı -buna Neçirvan diyebilirsiniz, başka bir isim diyebilirsiniz- bunu kendine göre yorumlamış.
Bir defa 17 ülkeden sen nasıl bir söz aldın, ne dediler? Kaldı ki, Amerika net olarak “Referandum şu anda bizim işimize yaramıyor” demiş. Amerika’nın 50 tane hesabı var, o hesaplar uyarsa sana destek verir ama zaten “Referandum yaparsan, bağımsızlık ilan edersen sana destek veririm” dememiş. Hatta ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın Barzani’ye gönderdiği mektuba bakın, orada net olarak “Referandum bugün iyi fikir değil. Bunu öteleyin, bir-iki yıllık sürece yayın” denilmiş.
Ama ondan önce ABD’den ‘referandum yapılabilir’ minvalinde açıklamalar gelmişti?
Fakat resmiyette söylediği başka bir şey. Çünkü Amerika, Barzani kadar Irak Merkezi Hükümet Başkanı İbadi’nin de kendi adamı olmasını ister. İbadi’yi İran’a kaptırmak istemez. Petrol var çünkü… Ayrıca siz Türkiye ile tek taraflı 50 yıllık bir anlaşma yaparsanız Exxon Mobil petrol şirketi yani Amerika devreye girer. “Niye Türkiye’ye gidiyor da bana gelmiyor” der. Trump tüccar adam. Dolayısıyla aslında Amerika açık konuştu mümkün olduğu kadar, fakat siz niyet okuması yaptınız, diplomatik bir okuma yapmadınız. Kürtlerin tam bağımsız olması, petrol satışına kurban edildi.
Nitekim Barzani, referandumu tanımadığını açıklayan ABD’yi işaret ederek ‘Derin bir hayal kırıklığına uğradığını’ söyledi…
Bunun nedeni yine diplomatik tecrübenin olmaması, öngörüsüzlüktür. Devletler oyununda hiçbir şey garanti değildir. İngiliz siyasetçi Winston Churchill’in meşhur lafıdır, “Ebedi çıkarlar vardır, ebedi dostluklar olmaz” der. Amerika kapalı devre size bir şey söylemiş olabilir, ama o kapalı devre söylediğini hayata geçiren bir şey var mı? Yok. Sözünü ettiğimiz mektupta Tillerson’ın önerisini görüyoruz, “Siz şimdi referandum yapmayın, biz garantör olalım iki sene görüşmeler devam eder, sonra biz konfederalizm verelim” demiş. Dolayısıyla bütün suçu Amerika’ya yüklemenin anlamı yok. Aynı şey İsrail için de geçerli. Varsayalım İsrail referandumu destekledi. Bir kere İsrail senin sınırında bir ülke değil, dolayısıyla herhangi bir olumsuzluk karşısında müdahil olabilecek bir gücü yok, olsa olsa lobi vasıtasıyla Amerika’yı ikna eder. Ama siz zaten Şah döneminde (1974’te) İsrail’in Amerika’yı ikna edemediğini pratikte gördünüz.
Özetle, İsrail’den de bir şey çıkmayacağını bilmeniz lazımdı. Onun da ötesinde başka ciddi hatalar da yapıldı. Örneğin Hz. Hüseyin’in Erbain anması sürecinde, Şiilerin akın akın Kerbela bölgesine, Necef’e aktığı hassas bir dönemde Barzani kalktı gitti Suudi Arabistan’ı ziyaret etti. Halbuki eski müttefikleriniz Şiiler. Suudi Arabistan’ı ziyaret ettiğinizde İran düşmanı bir devleti ziyaret ediyorsunuz. Şii-Sünni cepheleşmesinde Sünni tarafta yer alıyorsunuz. İran’ın Irak’taki gücünü ve YNK ile Goran üzerindeki etkisini hesap etmemek de bir diğer önemli hatadır.
Faik Bulut: “Devlet istiyoruz!” E, devlet istemeyen Kürt mü olur? Ama bu soyut bir propaganda olarak kaldı.
BAĞIMSIZLIK SÖYLEMİ ELİTLER ARASINDA GÜÇLÜYDÜ, HALKA İNMEDİ
Bir yıl ayakta durabilen Mahabad Cumhuriyeti’nin çöküşünden 1975 travmasına, baktığımızda Kürt tarihi, özel olarak da Barzani siyaseti ‘arkadan hançerlenme’ konusunda epeyce tecrübeye sahip. ‘Kürtlerde Diplomasi’ kitabınızda bunlara ayrıntılarıyla yer veriyorsunuz. Nasıl oluyor da aynı hatalara düşülüyor?
Sizin engin tecrübeniz de olsa, bir takıntınız varsa orada sıkıntı başlıyor.
Nasıl bir takıntı?
“Ben başkan olayım, ben iktidarda olayım” takıntısı. Güneydeki bütün Kürt partileri, particilik (fraksiyonculuk) ve koltuk sevdasından şikayet ediyor, buna KDP’nin diplomatları dahildir. Barzani ve KDP için “Meseleye parti gözüyle bakılıyor” diyorlar. Halbuki sen bir federasyon başkanısın. Parti gözüyle değil, oradaki Kürt halkının, oradaki bütün Kürt partilerinin ortak paydası gözüyle bakacaksın. Problem orada. Belirtmiştim, dış politika adımlarınız, dolayısıyla diplomasi, iç mutabakat olmadan hiçbir şeye yaramaz. Sonuçları da görüldü. “Referandum yapacağız, bağımsızlığımızı alacağız” gibi kuru ajitasyonla yola çıkılmayacağı ortaya çıktı. Kaldı ki bu söylem de elitler arasında güçlüydü, halka inmedi. “Devlet istiyoruz!” E, devlet istemeyen Kürt mü olur? Ama bu soyut bir propaganda olarak kaldı.
BARZANİ SİYASETİNİ GÖZDEN GEÇİRMEK ZORUNDA
Barzani’nin istifasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Barzani siyaseten bitti mi, yoksa denildiği gibi bu bir taktik mi? Siyaseten güç toplayıp, zedelenen itibarını geri kazanınca geri mi dönecek?
Barzani dediğiniz taktiklere başvurabilir, sorunu uzun vadeye yayar, sonra “Bakın ben yeniden kendimi revize ettim” gibi bir sürü gerekçe bulabilir. Ama bu saatten sonra kendisini ve partisini, siyasetini gerçekten gözden geçirmek durumunda. Oğlu Mesrur niçin yanlış istihbarat verdi? KDP sorumlularının bir kısmı nasıl oldu da hem Irak, hem İran ile iş tuttu? Bunun muhasebesi yapılmadıkça, Kürt hareketleri arasında birliğe yönelik bir adım atılmadıkça KDP, yine farklı bir odak olarak kalır. Barzani’nin bu yaştan sonra elde silah peşmergenin komutanı olarak dağa çıkması imkansız değil ancak mevcut koşullarda gayet zor. Onca bürokrasiden ve rahatlıktan sonra dağın zahmeti çekilebilir mi? Eskisi gibi çekilecek bir hinterlandı (komşu bir ülkeye yerleşme ve hareketi oradan idare etme anlamında) bulunmuyor. Batı ülkeleri ise mücadele alanından çok uzak.
KDP parti olarak kalır; yönetimde nöbet değişimi de yaşanabilir ama eskisi kadar etkili olmaz. Çünkü bir başarı hikayesi yok. Tersine; başarı hikayesi diğer yönde. Bir araştırmaya göre Güneydeki Kürt gençlerinin çoğu Rojava’ya yüzünü dönüyor. Yani Kerkük için savaşa gitmeyenler Rojava’ya gidiyor. Demek ki orada bir alternatif var. O bir alternatif midir, o da ayrı bir tartışma… Ama milletin bir alternatifi var, eskiden böyle bir alternatifler yoktu; Kürtler iki partiye mecburdu, YNK ve KDP’ye.
ROJAVALILAR BÜTÜN YUMURTALARI AYNI SEPETE KOYMUYOR
18 Kasım’da Rusya’da yapılacak Suriye barış toplantısına PYD de davet edildi ve bu resmi görüşmeler açısından bir ilk. Bu davet, PYD için diplomatik bir başarı olarak değerlendirilebilir mi?
Rojavalılar iki büyük devlet arasında esnek bir politika güdüyorlar. Silahlı bir gücü var ve onu destekleyen halk var. Arap aşiretleriyle, diğer mezhebi unsurlarla iş tutmuşlar. Yine “Suriye’de biz bağımsız olalım” demiyorlar, “Haklarımızı alalım” diyorlar vs. Burada her şey ideal mi? Değil, bakıyorsunuz zaman zaman bir o tarafa bir bu taraf meylediyorlar. Ama bütün yumurtaları aynı sepete koymamaya özen gösteriyorlar. Yani siz birden fazla devletle, birden fazla güçle -bu devletaltı güçler de olabilir- iş tutabilirsiniz, ama halkınızdan destek almıyorsanız, bir vizyonunuz, uzun erimli planlarınız yoksa hiçbir şey elde edemezsiniz. Devletlere, hele hele bölge için bu kadar hesabı olan hiçbir devlete gözü kapalı güvenmeyeceksiniz.
Görebildiğim kadarıyla Suriye dosyasında bir federatif bir sistem var, ama ben bu federatif sistemi, yerel yönetimlere geniş inisiyatifler tanıyan bir ademi merkeziyetçilik olarak anlıyorum. Rusya’nın önerisi de bu yönde.
TÜRKİYE OYUN BOZMAKTA MAHİR AMA OYUN KURUCU DEĞİL
Türkiye’nin itirazlarının bir karşılığı olur mu?
Türkiye itiraz etse de Rusya PYD’nin veya SDG’nin ihmal edilmeyecek bir kuvvet olduğunu görüyor. Mümkün olduğunca onun Amerika’ya angaje olmasını istemiyor. Suriye’nin de işine geliyor bu özerklik görüşmeleri çünkü Suriye bu kartı aynı zamanda Türkiye’ye karşı da kullanmış oluyor vs. Dolayısıyla orada Türkiye’nin istediği değil, Rusya’nın istediği adımlar gerçekleşecek gibi gözüküyor.
Kürtlerin kazanımları konusunda Suriye ile Türkiye’nin anlaştığını varsaysak bile, Şam ile Ankara’nın barışabilmesi için El Kaideci güçlere karşı Kürdün kellesini istemek yetmiyor. Bir diğer önemli husus, Türkiye’nin de B planı yok. Türkiye oyun bozmakta mahir ama oyun kurucu değil. Çünkü oyun kurmak bir vizyon işi. Ne Rojava’ya ilişkin uzun vadeli bir politikası var AKP Hükümetinin, ne de Irak Kürt bölgesine ilişkin. Askeri seçeneğe ağırlık veriyor ama bu da bir seçenek midir, tartışılır. Türkmenlere yönelik bir plan ve projesi de bulunmuyor. Türkmenler üzerinden milliyetçi-mukaddesatçı hamaset yapıyor. Ankara’nın, düne kadar kötülediği Haşdi Şabi’ye karşı bir siyasi planı var mı? Irak hükümetiyle nereye kadar gideceği de belli değil. İktidar sahipleri, günü birlik politika gütmeyi pek seviyor.
Faik Bulut: Amerikan yönetimi Türkiye, Katar, Irak, Lübnan, Mısır ve hatta bazı Avrupa ülkelerine eskisi kadar söz geçiremiyor.
İRAN HEM KENDİNİ SAVUNUYOR, HEM DE ÇATIŞMALARI KENDİ TOPRAKLARINDAN UZAK TUTABİLİYOR
İran’ın Irak üzerindeki artan nüfuzuna değindiniz. İran faktörüyle ilgili en fazla sorulan soru şu; ABD, İran’ın Irak siyasetinde bu kadar öne çıkmasını nasıl kabulleniyor? Bu, ABD’nin İran’ı bloke etme politikasıyla çelişmiyor mu?
İran, 2500 yıllık bir politikanın mirasını devralarak bölgede hem devletler hem de devlet olmayan farklı siyasi/silahlı hareketlerle zekice ittifaklar kurabiliyor. Lübnan’da Hizbullah, Yemen’de Husiler, Bahreyn ve Irak’ta Şiiler, bölge ülkelerindeki farklı Kürt hareketleri bunun örnekleri. İran, KDP, YNK; PKK, PYD gibi Kürt hareketlerine yönelik mikro ölçekte yani ortama ve şartlara göre değişebilen farklı politikalar yürütebiliyor. Kimi zaman onları birbirine düşürebiliyor kimi zaman da birleşmelerine ön ayak olabiliyor. Somut bir örnek: Herkes General Kasım Süleymani’yi tanır. Kendisi Yemen, Irak, Suriye, Lübnan, Rojava ve Irak Kürdistanı bölgelerinde operasyonel gücün sahibi bir İranlı komutandır. Ancak gölgede kalan çok önemli isim Hacı Ali Eqbalpur’dur. Kürtler Saddam’a karşı savaşırken Eqbalpur, hemen bütün silahlı faaliyetlerin planlayıcısı ve askeri komutanıydı. KDP dahil YNK ve şimdiki Goran hareketinin beyin takımını kendisine minnettar bırakacak kadar başarılıydı. Şimdiki Kerkük’ün alınmasında aynı Eqbalpur, gölge komutan ve diplomat/arabulucu olarak Kürt temsilcileriyle masaya oturup anlaşmayı dayatmıştır. Demek ki İran hem kendini savunuyor hem de savaş ve çatışma gibi muhtemel belaları kendi topraklarından uzak tutabiliyor. ABD’nin bu bölgedeki çaresizliğini sadece İran’ın maharetine ve başarılı diplomasisine bağlamak yetmez. İran’ın ittifak yaptığı Rusya, Ortadoğu’da askeri ve siyasi açıdan başarılı bir oyun kurucu. İran’ın müttefikleri olan Suriye, Hizbullah ve Husiler yenilmediler ve kazanmak üzereler. Oysa Türkiye, Katar, Suudi, Ürdün ve ABD cephesi adeta dağıldı. Uzun vadeli düşünürsek, askeri bakımdan çok güçlü olan ABD’nin ekonomik ve siyasi bakımdan gerilediğini görebiliriz. Amerikan yönetimi Türkiye, Katar, Irak, Lübnan, Mısır ve hatta bazı Avrupa ülkelerine eskisi kadar söz geçiremiyor. Tillerson, “Haşdi Şabi ve İran milislerinin Kerkük’ten çekilmesini” istediğinde, Irak Başbakanı İbadi, itiraz ederek kendisine kafa tutabilmişti.
BİRLİK DEĞİL, HUSUMET VE DÜŞMANLIK KÖRÜKLENİYOR
Sadece Kuzey Irak’ta değil, dört parçanın toplamı açısından da Kürt birliğinin sağlanmasına vurgu yaptınız. Bunun için ağırlıkla Türkiye’deki Kürt siyasi hareketinin çeşitli girişimleri oldu ancak sonuç elde edilemedi. Öncelikle, birlik çabaları neden sonuçsuz kalıyor?
Evet, Selahattin Demirtaş bu çerçevede Barzani dâhil Kürt parti ve çevreleriyle görüşmeler yapmıştı. Ama birlikten kimin ne anladığı önemli. Problem biraz burada. Birliğin ne olduğu konusunda bir ortak payda yok. Ortak ordu mu, ortak diplomasi mi, ortak dış politika mı? İkincisi, bence bu gibi birlik önerileri genelde hayatın zorlukları karşısında gündeme geldiği için (Şengal’in IŞİD tarafından işgali sırasında Barzani ile PKK güçlerinin bir araya gelmesi gibi) buna geçici bir araya gelmeler olarak bakılıyor. Uzun vadeli bir birlik planı herkesçe kabul görmüyor. Çünkü birliğe, örgüt veya parti eksenli bakılıyor. Kürt halkının ruhu, özlemi, arzusu ve gözüyle bakılmalıdır; onun çıkarı esas alınmalıdır. Birlik için iyi niyet, uygun yaklaşım ve toparlayıcı bir dil kullanılmalı. Oysa tarafların siyasetçileri ve medya organları birliği değil husumeti ve düşmanlığı körüklüyor. Mesela “Barzanicilik ve Talabanicilik yok edilmeden birlik ve kurtuluş olmaz” demek yerine, “ortada bir cenaze var nasıl birlikte kaldırabiliriz, araba yolda kalmış nasıl birlikte düze çıkartırız” diyerek birlik zemini yaratılabilir.
Referandum hezimeti Kürt birliğinin sağlanması çabalarına nasıl yansır? Birlik fikrini güçlendirir mi? Yoksa makası daha da açmış mı oldu?
Doğrusu, bir müddet için bu makas açılmıştır. Mevcut partiler içinde, gizli yahut açık kapışma, sürtüşme, iç muhasebe hesaplaşma olacaktır. Sonra külahlar öne konulup tekrar düşünme başlar. Nereye varır bilemem.
Brakuji’ye, kardeş kavgasına doğru evrimle tehlikesini siz nasıl görüyorsunuz?
Tek tek çatışmalar olabilir ama genişlemesine müsaade edileceğini zannetmiyorum. Durum, o durum değil çünkü. Diğer yandan bu hayal kırıklığından kurtuluş için de ciddi bir zemin var, birlik açısından. Fakat bu zemin uzun bir nefes ve pozitif örnek ister. Birliği hayat dayatıyor, objektif zemini de var fakat subjektif zemin yoktur. Bir sürü zorlu imtihandan geçmeleri lazım.
Serpil İLGÜN ( Evrensel)