Türkiye ekonomisi batıyor, Türkiye batıyor, kültürüyle batıyor, ahlâkî değerleriyle batıyor, izlediği siyasetle batıyor. Devletin yaptığı her resmî açıklama yeni bir enflasyonun yolunu açıyor. Dövizdeki kurda ortaya çıkan doların jet hızıyla yükselmesinin asıl nedeni bugün ABD ile ortaya çıkan papaz kriziyle açıklanamaz. Türkiye’nin yaşadığı ekonomik krizin uzun yılları kapsayan sebepleri var, bu nedenle bunalım patlaması yaşanmaktadır. Türkiye hızla çok yönlü bir bataklığa girdi, bu bataklığa faşist Türk devleti büyük bir iştahla atladı. Girmiş olduğu bu bataktan kârla çıkacağını sanıyordu. İzlediği savaş politikası, Kürt ulusunu katleden ırkçı- faşist politika, Suriye ve Suriye Kürdistan’ında uzun yıllara dayalı işgalciliğe başvurması, iç politikada en koyu, en kanlı faşizmi uygulayan, kazanılmış bütün demokratik hakları, basın ve yayını, kendinden olmayan tüm muhalifleri kanla, baskıyla, zindana atmakla susturmak isteyen eli kanlı iktidarla karşı karşıyayız. Komprador burjuvazinin, bankerlerin, spekülatif tefecilerin, derebeylerin ve ağaların temsilcisi faşist bir diktatörlük hüküm sürüyor. Özellikle Suriye’de işgal ve ilhak politikasında yaşanacak iflas Türk ekonomisini daha çok hızlı batışa taşıyacak gibi gözüküyor. İdlib’deki son gelişmeler gelecekteki dengeleri daha netleştirecek, yaşanan gerçekliği su yüzüne çıkaracaktır. Sabah uykudan uyandığımızda bizi hangi kötülükler bekliyor kaygısını taşıyoruz. Ezilen çeşitli milliyetlerden halkımız işsizlik, açlık ve çaresizlik içinde. Çaresizlik, doğal afet, enflasyon, devalüasyon almış başını jet hızı gidiyor. Döviz kuru alt-üst olmuş, dolar 7 TL, Euro 8 TL olacağa benziyor. Bugün Türkiye’de seksen bir milyon insan son bir haftada %35’leri bulan %40’ları bulan varlık kaybı yaşıyor. Türkiye’nin mali borcu 450 milyar dolar, artı günlük cari açık dağ gibi büyüyor, artıyor. Merkez bankasında döviz rezervi 28 milyar dolar olduğu açıklandı. Aradaki uçurumu kapatmanın mümkünü yoktur. Nereden bakarsak bakalım faşist Türk devleti boğazına kadar borç bataklığında. İktidarın başı Erdoğan dinle, imanla, ” Bizim de Allah’ımız var!” yalanlarıyla toplumu kandırmaya, günü kurtarmaya, halkımızı uyutmaya çalışıyor.
Erdoğan’ın, “tek dil, tek din, tek millet ve tek bayrak” yalanları giderek açığa çıkıyor. Öyle ki çok kısa zamanda Erdoğan’ın tüm güvenirliği kaybolacak, sessiz ve homurdanan bir halkın toplumsal depreşmesi, gelecek kısa zamanda yaygınlık kazanacak. İşten çıkarmalar artacak, işsizlik çığ gibi büyüyecektir. Ortaya çıkan ekonomik kriz toplumun bütün katmanlarını kasırga gibi savuracak ve toplumsal alt-üst oluşlar yaşanacaktır. Bu gerçek ışığında volkanik patlamaların TÜRKİYE toplumunda yaşanması büyük olasılık. Devlet her yönlü bir çıkmaz içine girmiş bir kere, uçsuz bucaksız karanlıkta elini attığı bütün dallar bir bir kopuyor. Tek çare Rus ayısına ve Asya canavarı Çin’in azgın dişlilerine kendini haraç-mezat atmakta görüyor.
Anlaşılan o ki, Rusya bu çelişkiden yararlanmak isteyecektir, ancak, Suriye’de egemenliğini kurma ve orada kendine uygun bir yönetim oluşturma hesaba katılırsa -ki Rusya’nın esası Suriye’de kendi lehine egemenlik kurmak olacaktır- bu anlamda Rusya’nın şu an için Türk devletine bir faydası esasta olmayacak. Rusya her ne kadar Türkiye’ye destek verdiğini söylese de bu söylemden öteye gitmeyecektir. Uzun zaman diliminde ne olur onu Erdoğan iktidarı devletin dümenini elinde tutuyor tutmasına da …
Okyanusta yolunu kaybetmiş, rotasını kaybeden kaptana benziyor. Bugüne kadar okyanusun derin dalgalarına rotasız dümen tutan ve başarı gösteren kaptana taşlanması, belki İslam’ın ve Diyanet’in duaları Allah’a ulaşırsa Erdoğan’ı kurtaran bir melek gönderir. Ama nafile, Erdoğan’ı bu bataktan kimse kurtaramaz artık… Bugün itibarıyla eşekten düşmüş sıpalığını saklamak için her yolu deniyor. Halka ” yastık altı dolar ve altınlarını bozdurmak için âdeta yalvarıyor. Süt dökmüş kediye dönmüş, fakat hâlâ “Kasımpaşa kabadayılığını” bırakmamış edasında. Dünyaya rezil kepaze, şamar oğlana dönmüş durumda.
Erdoğan eşekten düşmüştür, çünkü eşek yükü taşıyamıyor, kıç atınca semere tutunan Erdoğan kendini yerde buluverdi. Öyle bir düştü ki, can havliyle eşeğin semerine sarıldı. Çaresiz can tatlı, ecel çağırıyor ya; Erdoğan eşeğin semerini sırtına takmış, eşeğin taşıyamadığı yükü sırtına atmış, uçuruma doğru yürüyor. Ve “Bu gemide hepimiz varız.” demeye başladı. Kuyruk ağır ağır bacak arasına düşmeye başladı. Artık bir çıkış yolu yok, bu yol yok olma, tüm Türkiye’yi uçuruma götürüyor. Gider ayak ülkemizi yakıp yıkmak, viran etmek, yeni katliamlar yapma peşinde.
Faşist Türk devleti rotası belli olmayan bir yola girdi, onu bu bataktan kurtaracak kimseler de görünürde yoktur. Erdoğan’ın yaşanan ekonomik, siyasi, toplumsal ve kültürel yıkılışın öncüsü olacağı kesin. Artık dizlerinin bağı tutmuyor, yıkılışın korku sancılarıyla dört bir yana el pençe durmaya hazır ve nazır bekliyor. Göbekten bağımlı efendisi, mali sermaye temsilcisi emperyalist devletler artık kulak çekmenin yeterli olmadığını, daha sert tavırlar alarak şımarık uşağına anlayacağı dilden haddini bildiren kötek atılma kararındalar. Bu yaşanan bu uzlaşmasa everilen çekilişler her an her şeyin olabileceğini bize göstermektedir.
Hiçbir şey iyiye gitmiyor. Türkiye ekonomisi çöküş yaşıyor. Faşist diktatörlüğün başı Erdoğan’ın bol nutuklu büyük laflar etmesi, efendisi ABD’yi kızdırmış olacak ki, yuları elinde olan uşağının yularını habire kısarak kendine çekmektedir. Ortadoğu’da emperyalist tekellerin şımarık şamar oğlanı olan Türk devletinin bol keseden kabadayılık yaptığına bakmayın siz. Öyle ki yalnızca ekonomik alanda Türk devleti yıkım yaşamıyor, askeri- milli savunma alanında da yıkıma gidiyor. Emperyalizme göbekten bağımlı ekonomik ve ulusal savunma çöküş içinde. Artık bu çöküşün geriye dönüşü yoktur. Türk devletinin her yönlü efendisi olan Amerikan emperyalizmi ve Batı emperyalizmi; kukla faşist iktidarın izlediği yanlış stratejik ve taktik çizginin çıkarlarına zarar verdiğini, giderek çekilmez olan sahte kabadayılığın bitmesi gerektiğine karar kılmış olmalı ki geriye dönülmez düğmeye bastı.
Artık kendi ülkesinde her yönlü itibar kaybeden bir devletin ve iktidarın ne bölgede ne de komşularında itibarından bahsedilemez. Suriye bataklığı Türk devletini içine çekmiş durumda. Efrin’i işgal sonun başlangıcı olarak algılanabilir. Faşist Türk devleti Efrin’de yenileceği gibi, çok önemli alanları gelecekte kaybedecektir. Türkiye Kürdistan halkı karşısında ağır yenilgiler alacaktır. Bu geleceğin gerçeğidir. Ülkemizde ve Türkiye Kürdistan’ında objektif durum bu…
PEKİ BİZİM ÜSTÜMÜZE DÜŞEN GÖREVLER NELER OLMALI?
Türkiye Kürdistan’ında durum iyidir. Kürt ulusu Kendi Kaderini Kendinin Tayin Etme yollarını önemli ölçüde aralamış bulunmaktadır. Aynı zamanda Suriye’de işgalci emperyalist güçlere karşı Esad yönetimi ve direnen ilerici, devrimci güçler önemli kazanımlar sağladı, sağlamaktadır. Esad yönetiminin niteliğine bakılmaksızın anti işgalci mücadelesi önemli zaferler elde etti. Rojova ve bölgede Kürt ulusu hayati önemde alanlar kazandı. Kendi özerk yönetimlerini kurmaya başladı. Bu özerk alanlar daha çok Amerikan ve Avrupalı emperyalistlerin lojistik ve askeri desteğiyle sağlandı. Son dönemlerde Efrin gibi önemli mevzilerini işgalci faşist Türk devletine kaptırdılar. Türkiye’nin Batısında ise, faşist Türk devletine karşı ciddi bir tepki ve homurdanma mevcut ve bu tepki giderek yükselerek yeni boyutlar kazanıyor, işçi sınıfının, memurun, köylünün, esnafın, kadının, öğrencinin, işsizlerin, açların, evsizlerin, çaresiz tüm insanların çare aradığı çok karmaşık bir dönemden geçiyoruz. Başta proletarya partisi ve tüm devrimci, ilerici parti ve örgütlerin bu gerçeği görerek hareket etmesi gerekiyor. Her şehrin, her bölgenin, her kazanın ve beldenin özgülünde ortaya çıkan çelişkiler doğru tespit edilmeli, bu çelişkiler üzerinden kitlelerle ilişki ağları oluşturmalı, çok yönlü faşist diktatörlüğe karşı örgütlenmeliyiz. Ülkemizin özgürlük ve bağımsızlığı üzerinden devrim hareketini örgütlemeliyiz. Legal, yarı legal, illegal mücadeleye, örgütlenmeye tabi olmalıdır. Geleceğimizi kurmak istiyorsak sübjektif gücü çok etkili şekilde harekete geçirmeli, yaralarımız ağır ama sarmasını, kendimizi toparlama kampanyasını durmaksızın başlatmalıyız. Halk demokrasi, bağımsızlık istiyorsak azlığımıza, çokluğumuza bakmadan ezilen sınıfa gitmeliyiz. Ezilen kitlelerle proletarya partisi yeniden bileşke kayışını kurmalı, hedefini uzun, zorlu, kalıcı zaferlere odaklamalıdır. Bugün yeni taktik politikalar geliştirerek faşist diktatörlüğü yıkabiliriz, emperyalizmi ülkemizden kovabiliriz, tam bağımsız, özgürlüğünü kucaklayan yeni demokratik devrimi/halk iktidarını alternatif olarak inşa edebiliriz. Bu idealimizi gerçekleştirmek için bütün mücadele biçimlerini kullanabilmeliyiz, gerilla savaşına, nihai zaferi sağlayacak uzun süreli halk savaşına odaklanabiliriz. İstersek, yoktan var ederiz. Geleceğimizi doğru stratejiye ve ona hizmet edecek taktik askeri politikalara odaklayarak, kalıcı başarılara, zaferlere imza atalım. Bu hayal değil yoktan var etmenin zafere giden yoludur.
05.08.2018- Hasan Aksu