“Son ağaç kesilip, son kuş öldüğünde, beyaz adam paranın yenecek bir şey olmadığını anlayacak”
Kovid-19 pandemisi baş gösterdiği günden itibaren tartışılan esas konu, böyle bir hastalığın olacağının biliniyor olmasına rağmen (bu bir komplo teorisi değil birçok ülkenin sağlık departmanları bu ve benzeri salgın hastalıklara karşı dönemsel olarak çalışmalar yapıp hükümetlere sunarlar) neden gerekli izolasyon kurallarının zamanında uygulanmadığı, tıbbı tedbirlerin alınmadığı vb. yönünde oldu.
Yaşadığımız dünyada hiçbir şey ama hiçbir şey hâkim sistemlerin politikalarından bağımsız olarak ele alınamaz. Her şeyde azami kârı hedefleyen kapitalist-emperyalist sistemin, sağlık konusunda farklı davranmasını beklemek ham hayal olur. Bu doğrultuda kapitalist-emperyalist ülkeler de dahil tüm sömürge ve yarı sömürgelerde sağlık hizmetleri özel sektörün elindedir. Buralarda koruyucu sağlık hizmetleri değil daha kârlı olan tedavi edici sağlık hizmetleri söz konusudur.
HALK SAĞLIĞI
Bir ülkede yaşayan insanlara sunulan sağlık hizmetlerinin toplamına halk sağlığı denir. Halk sağlığı, iki komponentten (bileşenden) oluşur. İlki koruyucu sağlık hizmetleri ikincisi ise tedavi edici sağlık hizmetleridir.
Bu kavram 19. yüzyılda bazı Avrupa devletlerinde dillendirildiyse de ilk olarak 18 Haziran 1918’de dünyanın ilk Sağlık Bakanlığı’nın kurulduğu genç SSCB’de ete kemiğe büründü. O zamana kadar dünya genelinde hâkim olan sağlık uygulamalarını SSCB’nin ilk Sağlık Bakanı Dr. Semaşko’nun ağzından aktarırsak; “…zenginler için daha iyi hizmet, yoksullar için daha kötü hizmet. Önleyici hekimlik (koruyucu sağlık hizmetleri) hemen hemen hiç yoktu.”
Sovyetler Birliği’ndeki uygulamaların başarılı olmasından sonra birçok kapitalist-emperyalist ülke ve Türkiye gibi bazı yarı-sömürge, yarı-feodal ülkeler bu sistemin kötü karikatürlerini kendi ülkelerinde hayata geçirmeye çalıştılar. Ama kolu kanadı kesilmiş şekilde bile olsa, koruyucu sağlık hizmetlerinin maliyetinin işçi ve emekçilerin düşmanı devletler için aşırı pahalı olmasından, ciddi planlama gerektirdiğinden, büyük yatırımlara ihtiyaç duyulmasından vb. tez zamanda bu uygulamalardan vazgeçilerek hastayı bir insan olarak değil bir müşteri olarak gören ve burjuvazi için çok daha kârlı olan tedavi edici sağlık hizmetlerine ağırlık verildi.
Türkiye gibi yarı-sömürge, yarı-feodal ülkelerde, IMF aracılığıyla özellikle 1980 sonrası uygulanan özelleştirme saldırıları aracılığıyla sağlık alanında da özelleştirmeler yaşandı. Devletin sosyal rolü sağlık hizmetlerinde ortadan kaldırıldı. Bugün bu ülkelerin çoğunda genel sağlık sigortası ya yoktur ya da ciddi sınırlamalarla uygulanmaktadır. Hastaneler ve diğer sağlık kuruluşları çoğunlukla özel sektöre aittir. Oysa SSCB’de devrimin dördüncü gününde, 13 Kasım 1917’de yayınlanan kararname ile çalışan veya çalışmayan tüm işçi ve emekçiler sosyal güvence altına alınarak sağlık hizmetlerine erişim ücretsiz hale getirilmiştir. Sosyalist sistemler işçi sınıfı ve ezilen halk yığınlarının çıkarına odaklıdır. Kapitalist-emperyalist sistem ve ona bağımlı sistemler ise kâr esaslıdır.
KORUYUCU SAĞLIK HİZMETLERİ
Kapitalist-emperyalist sistemin aksine sosyalist sistem, insanı yalnızca birey olarak değil aynı zamanda sosyal bir varlık olarak ele alır ve sağlık alanında da bu anlayışı gözeterek sistemini kurar. Bu bağlamda SSCB’de geliştirilen koruyucu sağlık hizmetleri uygulamasında temel amaç insanlar hasta olmadan onların sağlığını korumaktı. Bu yalnızca temiz su tedarikini, kişisel ve çevresel hijyen kurallarının uygulanmasını, gerekli eğitimlerin verilmesini, havayı ve çevreyi kirletmemeyi, bulaşıcı hastalıklara karşı aşılamaların yapılmasını, çalışma ortamlarında iş güvenliğinin alınmasını, kültürel olarak getirilen yanlış anlayışlarla savaşmayı, sağlıklı beslenme yöntemlerini öğretmeyi ve benzerlerini içermiyordu. Komünistler, bunların yaşamda karşılığının olması için insanların düzenli bir gelirinin olması gerektiğini ve bilinçli bir toplum yaratmaksızın bunun başarılamayacağını biliyorlardı. Bunun için çalışma yaşında olan ve sağlıklı her bireye iş imkânı yaratıldı. Çalışamaz durumda olanlara ise işsizlik maaşı bağlandı. Ayrıca yine dünyada ilk defa, çalışan anneler için özel yasalar çıkararak onların doğum öncesi ve sonrası hamilelik izinleri, kreş ihtiyaçları, gün içinde emzirme izinleri gibi birçok ihtiyaçlarını kanunen güvence altına aldılar. Yani koruyucu sağlık hizmetleri adından anlaşılacağı anlamda dar olarak değil çok daha geniş bir çerçevede, esasen ülkeyi yönetme biçiminin bir parçası olarak ele alınmış ve uygulanmıştır.
Kapitalist-emperyalist ülkelerde ve onların sömürüsü altında inleyen coğrafyalarda bu anlamda bir koruyucu sağlık hizmetinin uygulanamayacağı herkesin malumudur. Görüldüğü gibi sosyalizmde esas amaç kâr değildir. Aksine halkın sağlığı için devlete büyük yükümlülükler getiren bir uygulamadır. Özellikle yarı-sömürge, (kapitalist ama emperyalizme bağımlı ülkeler de dahil), yarı-feodal ülkelerde neoliberal politikaların uygulanmaya başlandığı 1980 sonrası, her alanda olduğu gibi sağlıkta da geniş özelleştirmelere gidildi. Halkın daha önce, bir nebze de olsa ulaşabildiği sağlık hizmetleri çoğunluk için erişilmez hale getirildi. Sağlık çalışanlarının sayısı sürekli toplumun ihtiyacının altında tutuldu. Koruyucu sağlık hizmetleri kısmi aşılama hizmetleri haricinde ortadan kaldırıldı. Kırsalda ve şehirlerde verilen halk eğitimleri sonlandırıldı. Toplum din insanlarının hurafelerine terk edildi.
Yaşadığımız korona pandemisi bizlere bir kez daha göstermiştir ki kâr hırsıyla yanıp tutuşan egemenler, halkın derdine derman olamazlar. Sağlıkta ne kadar reform yaparlarsa yapsınlar asla ve asla sosyalist sistemlerdeki gibi bir koruyucu sağlık hizmeti veremezler. Bu salgının da gösterdiği gibi olağanüstü durumlarda da yeterli sayıda doktoruyla, hemşiresiyle, sağlık memuruyla, hasta bakıcısıyla, temizlikçisiyle yani en geniş anlamda sağlık çalışanlarıyla; tam donanımlı hastanesiyle, dispanseriyle, ambulansıyla, sağlık ocağıyla vb. bir sağlık sistemi kuramazlar. Kısmi karantinaların dışında, gıda ve sağlık gibi hayati olan çalışma alanlarını dışta bırakan ve tüm diğer üretim alanlarını durduran genel bir karantinayı hayata geçiremezler. Hayata geçirdikleri karantina ve sokağa çıkma yasakları, kendi sistemlerinin gerici yapısını besleyecek, egemenliklerine hizmet edecek, ezilenleri manipüle edecek ama halkı korumaktan uzak bir yaklaşımla hayata geçer. Salgın sonlanana kadar tüm çalışanlara ücretsiz izin veremezler. İşten çıkarmaları durduramazlar. Dar gelirli ve işsizlere gerekli maddi yardımı sağlayamazlar. Bunların tamamı onun karakterine aykırıdır. Var olan sömürücü sistemden böyle yaklaşmasını beklemek, akrepten sıkıştığında kendisini sokmamasını istemek kadar anlamsız ve sınıf bakış açısından kopuktur.
TEDAVİ EDİCİ SAĞLIK HİZMETLERİ
Tedavi edici sağlık hizmetleri, bireyde bir şikâyet veya hastalık ortaya çıktıktan sonra verilen ayakta veya yataklı tüm sağlık hizmetlerini kapsar. Sosyalist sistemlerde tüm insanlar sigortalı olduğundan bu hizmetler her zaman parasız ve eşit olmuştur. Kapitalist-emperyalist ülkelerde ve onların sömürgelerinde durum çok çeşitlidir. Çoğunda genel sağlık sigortası ya yoktur ya da kapsamı çok dardır. Bu bağlamda da parana göre tedavi hizmeti satın alabilirsin. Bu konudaki en çarpıcı örnek ABD’dir. Burada nüfusun yaklaşık %30’u dünyanın en iyi sağlık hizmetlerinden yararlanabiliyorken en kötü gelir durumuna sahip diğer %30 ise neredeyse hiçbir sağlık hizmetinden yararlanamamaktadır. Kovid-19’dan ölümlerin ABD’de bu kadar yüksek olmasına bu anlamda şaşmamak gerekir. Koronavirüsün ırksal-genetik etkilerine dair bir araştırma olmamasına rağmen ırkçı şekilde ABD’deki ölümlerin siyahiler arasında fazla olduğu söylenerek siyahiler ötekileştirilmektedir. Oysa salgında ölenlerin içerisinde siyahilerin fazla olması, ülkedeki yoksulların büyük kesiminin siyahi olduğunun ifadesidir.
SONUÇ
Rus Sosyal Emperyalizmi’nin ve Doğu Bloku’nun yüzlerindeki sahte sosyalist maskelerini çıkardıkları 1990’lardan sonra dünya genelinde sosyalizme olan ilgide ciddi bir azalma başladı. Buna burjuvazinin karalama propagandaları, tek kutuplu dünya ilanları ve “ideolojiler öldü” çığırtkanlıkları da eklenince halkın devrime olan inancında büyük kırılmalar yaşandı. Çözümü bu sistemin içinde aramak, kimi reformlarla hak kırıntıları koparmak esas mücadele biçimine dönüştü. Çeşitli ülkelerde Arap Baharı gibi büyük ayaklanmalar olduysa da bunların yönü hiçbir zaman var olan sistemin dışına, yeni demokratik devrime veya sosyalizme dönük olmadı. Kendilerini komünist diye adlandıran partilerin bile yeni tipte revizyonizmin etkisiyle sağa/sistem içine savrulduğu bu süreçte, kendiliğinden hareketlerden yeni demokratik devrimi gerçekleştirmesini beklemek en basit ifadeyle saflık olur. Diyalektiği ve sınıf savaşında Komünist Parti’nin rolünü anlamamak olur.
Korona pandemisi bir kez daha göstermiştir ki kendi kârları için gölleri, denizleri, okyanusları, yeraltı sularını kirletmekten çekinmeyen; ormanları, ırmakları, tarım alanlarını yok eden; fabrikası beş dakika dahi şalter indirmesin ve şantiyesi durmasın diye tüm çalışanların hayatını tehlikeye atan egemen sistemden işçilere, emekçilere ve tüm diğer ezilenlere bir hayır gelmez, gelemez. İnsanlığı kurtuluşa götürecek Yeni Demokratik Devrim ve sosyalizm dışında başka bir toplumsal, ekonomik ve siyasal sistem yoktur. Esas olan üretenin ve yaratanın biz olduğumuzun bilincine vararak Yeni Demokratik Devrim, sosyalizm ve komünizm yolunda mücadeleye katılmaktır.
Bugün egemen olan sömürücü sistemin tarihi kendisiyle başlatıp kendisi ile bitirmesine, her şeyi kontrol altında tuttuğunu ilan etmesine yani o kadar kükremesine rağmen “kâğıttan kaplan” olduğunu halk gördü. Bize düşen şimdiden başlayıp sistemin teşhir olan bu özelliklerinden yararlanarak halkı kendi saflarımıza çekmek için A/P çalışmalarına ağırlık vermektir.
Kapitalist-emperyalist sistemin şapkası düştü ve keli göründü. Bir taraftan insanlara “evde kal” diyor bir taraftan da çalışanları işe gitmeye zorluyor. Bir taraftan “salgın fakir zengin ayrımı yapmıyor, herkesi eşit etkiliyor” diyor bir taraftan da yoksul bölge ve ülkelerde daha hızlı yayıldığını ve öldürücü olduğunu kendi ağzıyla itiraf ediyor. Utanmadan sağlık hizmetleri konusunda gerekli tüm önlemlerin alındığı propaganda ediliyor fakat hastanelerde eldiven ve maskenin dahi yetersiz olduğu ortaya çıkıyor.
Ülkemizdeki birçok işçi ve emekçi yasaklar ve açlık arasına sıkışmış durumdadır. Devlete olan inancı yaşadığı yokluk ile daha da zayıfladı. Var olan sistemin onun yarasına merhem olamayacağını, zenginlerin çıkarına çalıştığının daha da farkına vardı. Böylesi dönemlerde farkında olarak veya olmadan, ezilenler bir alternatif arayışına girerler. Öncüye düşen kendi doğruları esasında kitlelerin talepleri doğrultusunda silahlı mücadeleyi yükseltmek, halka yol gösteren bir kutup yıldızı olmaktır. Bir defa daha altını kalın çizgilerle çizelim; sistem sokaklarda bıraktığı cesetlerle, toplu mezarlarla, çalışanları işe gitmeye zorlayarak kendisinin teşhirini ülkemizde ve dünyada şimdiye kadar hiç olmadığı ölçüde yapmış durumdadır. Bize düşen halkın bu doğrultuda biriken devrimci enerjisini sisteme yöneltmektir. Biz bunu yapacak bilgi ve deneyime sahibiz. Sınıf kinini donanıp safları daha da sıklaştırarak kavgamızı yükseltmeliyiz.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 30 Nisan 2020 tarihli 60. sayısından alınmıştır.