“Dağları terk edin, ölüyorsunuz/öldürülüyorsunuz, kazanamazsınız!
Sizinki sonu olmayan boşuna bir direniş, başaramazsınız. Yazık değil mi ölenlere, bakın gençler boş yere ölüyor, terk edin dağları, ovalara inin, devir-devran değişti. Silahları, silahlı mücadeleyi bırakın, silahları toprağa gömün, artık yeter!”
“Devrimciler, devletin verdiği zarardan çok daha fazla zarar verdiler Dersim’e. Terk edin Dersim’i, artık yeter!” diyenleri de eklersek -ki dilin kemiği yoktur, diyorlar da diyorlar. Ve bunu söyleyenlerin çoğu, geçmişi devrimci, bugünü pespaye, düşkün ve “devletten rant nasıl elde ederim” yarışındalar. Neredeyse faşist devletin ağzıyla konuşacak kadar küçülüyorlar.
Faşist diktatörlüğe karşı elli yıla yakın aralıksız süren direnişi, gerilla savaşını, yüzlerce yoldaşımızın kanı, canı pahasına kazandığı mevzileri, tırnaklarıyla kazarak yarattığı değerleri, sevdalısı oldukları mesken tuttukları dağlarımızı, “Terk edin, nereye giderseniz gidin. Dersim’i rahat bırakın. Siz terk ederseniz Dersim de huzur ve refah olur” diyorlar eskiyen yenilikçiler.
Beri taraftan;
“Devletimiz güçlüdür, beyhude çabalar bunlar, ya teslim olacaksınız ya da pisi pisine öleceksiniz, gelin devletimizin merhametine sığının, canınız bağışlansın, sizi kandırıyorlar, şefleriniz Avrupa’da keyif çatıyor, lüks içinde yaşıyorlar. Çocuklarınızı kandırıyorlar. Vatana ihanet eden bu terörist hainlere inanmayın…”
Yani demek istiyorlar ki “bizim egemenliğimizi kabul edin, kaderinize razı olun, bu düzen, bu çark sonsuza kadar devam edecektir.”
Diğerinde, “Bu çark yıkılmaz, en iyisi biraz bu sistemi, biraz da kendimizi ehlileştirerek bir arada sonsuza dek yaşayalım. Kaderimize razı olalım.”
Kısaca özetlediğim bu iki anlayış ne kadar birbirine benzerlik taşıyor. Bu iki anlayış öz itibarıyla kardeş gibi. Ne zaman faşist diktatörlük zora düşse, imdadına her nedense bizden olduğunu söyleyen ama asla bizden olmayan, devlete koltuk değnekliği yapan, fırsatçı tasfiyeciler ortaya çıkıyor ve ne yazık ki etkili olup gönül de çalabiliyor, lafları güzaf yapıyorlar. Ve böylece faşist devlete yönelmek isteyenlerin hedefinde bilinçli çatlaklar yaratmaya çalışıyorlar.
Neredeyse bir asır boyunca biz bu söylemlerle karşılaştık; bu söylemler yeni değil, paslanmış, içi çürümüş ayyuka çıkmış; silahları artık ateş almaz, elde patlar, kendine zeval olur. Tıpkı 12 Eylül’de olduğu gibi. Değil mi ki 1980 ve 90’larda “Komünizm öldü, yaşasın yeni dünya düzeni. Siz hâlâ orada mı kaldınız, nesli tükenen eski tüfekler bitti, olmaz bu iş” diyerek bizlerle dalga geçmeyi deneyen, modaya uygun devrimcilerin şatafatlı söylemlerinin hüsranla bitişini acı ama gerçek yaşamda gördük.
Yeni bir teorik tahlilmiş gibi, bir asırdan beri bilinen bu sağ pespaye tasfiyecilik yeniden piyasaya sürüldü. Halkçılık adına kazanılan, korunmak ve genişletilmek istenen direniş mevzilerine sahip çıkma bir yana, dolaylı ve direkt saldırı yapılmakta, eleştiri adına yılgınlık, umutsuzluk, devrimci mevzilere güvensizlik aşılanmaktadır. Neredeyse faşist devletin devrim mevzilerine saldırısında yoldaşlarımızı yitirmemize bıyık altı “oh oldu, olacağı buydu” demeye getirmek istenmektedir.
Yetmez, “21. yüzyılda mücadele ve direniş biçimleri değişmiştir. Eski Marksist-Leninist-Maoist taktik ve stratejiler geçerliliğini yitirmiş, vadesini tamamlamıştır. 21. yüzyıla uygun taktik ve stratejiler yaratmalıyız” demekle kalmıyorlar, rehberi sarı yelekliler, liberallere bel bağlıyor, hafiyecilikte sınır tanımıyorlar. Emperyalist-kapitalist düzen sınırları içinde “çoğulcu demokrasi ve özgürlükler mücadelesi esas alınmalı” diyorlar.
Emperyalist sermaye devletlerine gösterdikleri sevici hoşgörüden olacak ki devrimcilere çağrı yaparak “dağları terk edin, kazandığınız mevzileri terk edin, faşizme bırakın, boşuna ölmeyin, metropollere gidin ya da teslim olun, vazgeçin bu dağ sevdasından” demeye getiriyorlar.
Gel gör ki faşist Türk devletini olduğundan güçlü göstermekte, faşizmin Dersim’de çok yönlü örgütlenmesine, Dersim’in kendine özgü dilini, kültürünü, inançlarını, yaşam şeklini yozlaştırmasını, asimile etmesini, Dersim’in gençlerini uyuşturucuya, fuhuşa teşvik etmesini, ajanlaştırarak ihanet etmeyi görmezden gelmekte, deyim yerindeyse hoş görme körlüğüne düşülecek kadar alçaklaşıyorlar. Faşist Türk devletini teğet geçiyor, devrimcilere, yurtseverlere saldırıyı yaygın hale getirmek istiyor, devlet ağzıyla konuşacak kadar küçülüyorlar.
Elli yıldır kazanılan tüm devrimci değerleri; sevgi, saygı ve güveni yok etmek için, çeşitli kılıflar altında çırpınıp duruyorlar. Bir anlamda başarılı da oldular, devrimci örgütlere karşı iftira, yalan, karalama, düşmanca davranış dahil yemedikleri halt kalmadı. İnanın ki güçleri olsa, destek bulsalar devrimcileri bir dakika dahi Dersim’de barındırmayacak, devlete hizmetkârlık yapmada yarışacaklar. Her köşe başını tutan bu rantçılara rastlamak mümkün.
Öyle ki bu işbirlikçi kesim; devrimci örgütlere karşı devletle iş birliğini yapar noktaya geldiler. Gerici faşist tarikatların Dersim’e girmesine, örgütlenmesine hoş görüyle bakma aymazlığına düştüler. Bir nevi devletin koltuk değnekliğini yaparak tarikatların Dersim’de yaşam bulmasında asıl pay sahibi oldular.
Gelinen aşamada faşist diktatörlüğün destek ve teşvikiyle örgütlenen dinci faşist tarikatlar bugün Dersim’in dört bir yanında nüfuz etmiş durumdadır. Görülen o ki gerekli duyarlılık ve özveriyle bu faşist örgütlenmelere karşı mücadele edilmez ve bu gerici güruha karşı devrimci tarzda tavır konmazsa, Dersimli olmakla övündüğümüz kale, işbirlikçilerin de oluruyla içeriden çökertilmiş olacaktır. Yani, tehlike çok yönlü büyük ve Dersimliler’in geleceğini yok etmeye yöneliktir. Çokça devrimci düşmanlığı yapan ve kendilerine “Dersim’i koruma ve geliştirme” ve “devrimcileri kovma misyonu” yükleyenler hâlâ bu faşist istilanın idrakine varamamıştır.
Bakın, acı ama gerçek olan bir örnek her şeyi net gözler önüne sermektedir:
Faşist Türk devleti Dersim’de halka koruculuk için çağrı yapıyor. Bu çağrı ilk bugün değil, tamı tamına kırk yıl önce de yapılmıştı. 12 Eylül’ün en ağır koşullarında faşist diktatörlüğün çağrısı boşa çıkmış, devrim ve demokrasi güçleri tarafından yapılan çağrılar hayat bulmuştu. Peki bugün öyle mi? Elbette ki hayır. Bugün Dersim’in her ilçesinde işbirlikçilik, ajanlık, milislik, fuhuş, uyuşturucu ve koruculuk almış başını gidiyor. “Dersim’i terk edin, dağlarımızı terk edin” diyenler tarikatlara utangaç ve sinsice “gelin” diyorlar. “Devrimciler, komünistler Dersim’i terk etsin de kim gelirse gelsin” demeye getiriyorlar.
Daha bir iki ay önce devletin “gelin korucu olun” çağrısına Dersim’in Hozat kazasında yapılan müracaat, vahşetin ve vahametin nerelere vardığını bize gösteriyor. Tam 132 kişi yalnızca Hozat’ta korucu olmak için müracaata bulunmuş. Bunların hepsi Dersim Hozat yerlisi insanlar. Diğer kazalara baktığımızda durum daha da vahim diyebiliriz.
Devrimcilere, yurtseverlere, komünistlere “Dersim’i terk edin” diyeceksiniz ve yıllardır bunun propagandasını yapacaksınız. Rant ve çıkar hesabı yaparak, devletin korucu, tarikatlar, ocaklar örgütlemesine, Dersimliler’i böl-parçala yönet, düşkün kıl, asimile et, teslim al politikasına sessiz kalacaksınız. Bunun adı tek kelimeyle ağır olacak ama ihanetle eş değerdir. Bugün devrimci güçler Dersim’de darbeleniyorsa burada sizin payınız büyük, bunu da böyle bilin!
Devrimciler, komünistler ve yurtseverler faşist diktatörlüğe karşı kazanılan tüm mevzileri, değerleri, Dersim’in kuşunu, kurdunu, börtü-böceğini dağını-taşını koruyarak dağları terk etmeyecek, tüm yaşam alanlarına sahip çıkacak; işbirlikçi, eli kanlı devletin paralı avcılarına müsamaha göstermeyecektir. Ve faşist diktatörlük yıkılana kadar her mevzide mücadeleyi geliştirecektir.
İhanet çemberine asla teslim olmayacaktır. Türkiye Kürdistanı ve Dersim’i asıl terk etmesi gerekenler, devletle rant ve çıkar ilişkisi yürüten işbirlikçiler ve ilhakçı faşist diktatörlüğün kendisidir. Elbette ki bu zor zamanlar aşılacak, gerçekler açığa çıkacaktır. O zaman göreceğiz devlet ağzıyla konuşanların, devrim ve sosyalizm düşmanlarının gerçek yüzünü.
Dersim’de koruculuğa, ajanlığa, tarikat örgütlenmesine, düşkünlüğe, fuhuş ve asimilasyona asla müsaade edilmemelidir. Dersim halkının duyarlılığına ve mücadelesine yer, gök, dağ taş tanıktır.
Hasan Aksu
11 Aralık 2020