Irak Kürdistanı
Irak Kürdistanı siyasi açıdan dönüm noktasındadır. Halihazırda Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) biçiminde bir yapı mevcuttur. Fiiliyatta oluşmuş statü federasyondan daha ileri olmasına rağmen zoraki ellerinden alındığı için kendi kaderlerini tayin edememiş, boyunduruk altına alınmış bir ulus açısından henüz olması gereken statü değildir. Bu yüzden Irak Kürdistanı’nın siyasi güçleri, bu güçler içerisinde belirleyici konumda olanlar (KDP, KYB, Goran…) “Bağımsız Kürdistan” için girişimleri başlatmışlardır.
Irak Kürdistanı ve onun yönetsel organı olan KBY, parlamentoda esas güç durumundaki KDP ve KYB, bağımsızlık ilanının referanduma sunulması hakkında ortaklaşmış durumdadır. KDP ve KYB’nin oluşturduğu heyet Irak Kürdistanı’nın realitesi olan diğer siyasi güçler ve aşiretler, inanç grubu ve azınlık milliyetler gibi toplumsal kesimlerle referandum ve bağımsız Kürdistan meselesini görüşüp tartışmaktadır. Aynı heyet, Amerika, Rusya ve Avrupa emperyalistleri ile İran, Türkiye gibi bölge ülkeleriyle temas halinde ve bir dizi görüşmeler yapmış, yapmaktadır. Yine Barzani ve ekibinin yanısıra söz konusu heyetin kendisi de Irak’taki diğer toplumsal güçler ve Irak Merkezi Yönetimi’nin rızasına vurgu yapmakta, bu rızanın kendileri için önemli olduğunu belirterek, böyle mesafe alacaklarını söylemektedirler. Denilebilir ki I. Kürdistanı bir eşiğe gelip dayanmıştır. Bu yüzden “Kürtler için Skeyss Picot bitmiştir. Yüz yıl önce çizilen sınırlar miadını doldurmuş, bugün yeni sınırların çizilmesi kaçınılmaz olmuştur” deniliyor.
Referandum Bir Niyet Ölçme mi İrade Beyanı mı?
Emperyalistler tarafından işgali, Saddam-Baas rejiminin yıkılması, Irak’ın bugünkü yapısının oluşmasında belirleyici ögeydi. Başını ABD’nin çektiği emperyalist koalisyon geride mahvedilmiş bir ülke bırakmış olarak 2011 yılı Aralık ayında ülkeyi terk etti. Egemen bir ulus ve inanç grubuna (Sunni-Arap) dayalı merkezi devlet ve rejim yapısı, emperyalist fiili işgalle birlikte dağılınca emperyalist koalisyonun karşısına ülkenin çok uluslu ve çok inançlı yapısı, bu çokluğun birbirleri arasında keskinleşmiş çelişkileri çıktı. Emperyalistler eliyle demokratik bir toplum, demokratik bir sistem kurulamayacağı bir kez daha görüldü. Irak, emperyalizme demokratlık atfedenlerin, demokrasi taşıyıcısı olarak görenlerin hüsranıydı. Büyük direnişlerle bir arada geçmiş sekiz yılın ardından, fiili işgale son verildiğinde Kürtler, Sunni Araplar ve Şiiler biçiminde fiilen bölünmüş Irak’ta bu bölünmüşlüğe uygun bir siyasi yapı ve sistem oluşturuldu. Buna göre Kuzey Irak, Bölgesel Kürt Yönetimi’nin; Güney ise Şiiler’in denetimi altında olacaktı. Sunni-Araplar, bu tür bir temsiliyete sahip olamadı ama iktidar dağılımında Meclis Başkanlığı’nı aldılar.
Bağımsız devlet fikri, Kürt Bölgesel Yönetimi oluşmasından itibaren bazen zayıf, bazen kuvvetli ama hep dillendirilerek gündeme getirildi. Bununla birlikte denilebilir ki Kürt Devleti’nin ilanı düşüncesi bu ton ve kararlılıkta ilk kez seslendirilmektedir. Barzani, Münih Güvenlik Zirvesi’nde birçok ülke temsilcisi ile yüz yüze görüşme fırsatı bulmuştu. Başbakan Binali Yıldırım, ABD’nin yeni Savunma Bakanı Mattis, İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, Trump’ın yardımcısı Pence ve başta Almanya olmak üzere bir dizi Avrupa ülkesi temsilcisiyle görüşmeler yaptı. Bu görüşmelerden basına yansıdığı kadarıyla iki başlık öne çıkmıştı: Biri Kürt Devleti’nin ilanı, diğeri ise İran sorunuydu.
* * *
Barzani, Münih Güvenlik Zirvesi biterken soluğu Ankara’da almış, Binali Yıldırım’la sanki Münih’te görüşmemiş gibi yeni bir görüşme daha gerçekleştirmiş ve hemen ardından Tayyip Erdoğan’la görüşmüştür. Barzani’nin Türkiye’ye gelişi ve uçaktan inerken uygulanan bayrak protokolü bir hayli gürültü koparmıştır. TC, henüz ilan edilmemiş olmasına rağmen devletten devlete protokolünü uygulayarak, muhtemel Kürt devleti karşısında tavrının ne olacağını gösteriyordu.
Nereden nereye… TC’nin sözcüleri değil miydi Barzani-Talabani’yi “postal yalayıcıları” vs. diye aşağılayan. Bu sıfatlara layık bulduğu insanlar nicedir gösterişli törenlerle karşılanıyor. “Diplomatik oportünizm, normal !” denilip geçilebilir. Aslında oportünizm dediğimiz o günkü koşullarla ilişkili reel politiktir. Bu gün, öncekine göre bir hayli değişmiş koşullardan bahsediyoruz. Şu örnek çarpıcıdır: Neçirvan Barzani “Türkiye’ye gittiğimde” diyor, “bir yetkili bana ünvanın ne diye sordu, başbakanım dedim. Olmaz dedi ve bir kez daha sordu, yine başbakanım dedim. Türk devleti hiçbir zaman Kürtler’in bir başbakanı olsun istemez, haz etmez.” (N. Barzani’den aktaran M. Karayılan). Aradan geçen 12 yıl içerisinde TC için çok şey değişmiş olmalı ki Mesut Barzani’e Devlet Başkanı protokolü uyguluyor. Bu köklü değişim kimileri tarafından, Tayyip ve yakın çevresinin kurduğu kişisel çıkar ilişkileriyle açıklanıyor!.
Hatırlayalım: Tayyip’in damadı Berat Albayrak’la, IŞİD’in kaçak petrolü arasında ilişki kurulmuş, bizzat Rusya tarafından B. Albayrak’ın IŞİD petrolleri ticareti yaptığı söylenmişti. Bu konu Barzani’nin “Petrol IŞİD’e değil bize ait.” demesiyle kapatılmıştı. Yani Tayyip ve Barzani arasında böylesi güçlü “dostluklar” var. Bu dostluğa Wikileaks’in 24.12.2016’da sızdırdığı gizli yazışmalarda da rastlıyoruz. Sızan bilgiye göre Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) Hükümeti, Türk Hükümeti’ne 5 milyar dolar karşılığında bazı petrol kuyularını satmayı önermiş. Teklifi sunan KBY’nin Tabii Kaynaklar Bakanı Aşti Havrami, teklifi alan ise B. Albayrak. (Aktaran: Fehim Taştekin, 02.03.2017). Görüldüğü gibi KBY’nin hakim güçleri Kürdistan zenginliğini “Tayyip oligarşisi”nin önüne saçmıştır. Şüphesiz KBY ve hükümetiyle TC arasındaki ilişkiler ve bu ilişkilerin seyrini buradan hareketle açıklayamayız. Bugün KBY’den bir Kürt devleti ilanına doğru sıçrama yapılıyor ve TC devleti bu gelişme karşısında olumsuz bir tavır almayacağı mesajını veriyorsa TC’nin I. Kürdistanı’na dair politikasındaki değişikliğin nedenini başka yerde aramamız gerekiyor.
* * *
IKBY, bağımsız Kürt Devleti sürecinde en önemli eşikti. Bu eşik aşılınca, geriye uygun koşullar ve uygun bir konjonktürün yakalanması kalmıştı. Stalin yoldaş, çok uluslu devletlerin kararlı bir şekilde varlığını sürdüremeyeceğini, eni sonu dağılacağını söylerken bunun uluslar ve inanç grupları arasında tam hak eşitliğinin olmadığı, hakim ulus ya da inanç tarafından, diğer ulus ve inanç gruplarının boyunduruk altında tutulduğu devletler için geçerli olduğunu biliyoruz. Irak gerçekliğine baktığımızda, diğer ulus ve inanç grupları aleyhine bir ulus ya da inancın güçlü bir tahakkümü, baskısı yoktur. Fakat yine biliyoruz ki bu, şimdiki Irak’ın gerçekliğinden kaynaklanıyor. Açıkçası emperyalistler Irak’ın geleceği hakkında karar vermiş değildir. Bunun nedeni, bölgedeki çelişkiler dışında asıl olarak derinleşen ekonomik ve siyasi krizin, emperyalistler arasındaki çelişkiyi keskinleştirmesidir. Bu çelişkinin nasıl bir çözüme bağlanacağı hala belirsizliğini koruduğu için, Irak da dahil Suriye, Afganistan, vb. ülkelerin geleceği hakkında bir anlaşma sağlanamıyor. Bu ülkelerdeki durumla ilgili getirilen çözümler, iddiaları ne olursa olsun geçicilik taşır ve bu geçici çözüm de genelde birlik yapısının, merkezi devletin korunması yönündedir. Aynı yaklaşım yakın zamana kadar Irak için de geçerliydi. ABD başta olmak üzere tüm emperyalistler, Irak’ın toprak bütünlüğüne işaret ederek bunun korunacağını söylerdi. Türkiye, İran gibi bölge ülkeleri için de Irak’ın toprak bütünlüğü hayati bir sorundu. Emperyalistler, Türkiye, İran gibi ülkeler, esasında aynı politikalarını koruyor. Fakat Trump’la birlikte Amerikan emperyalizminin İran’a dair politikası bir kez daha değişikliğe uğraşmış, bu, Suriye dahil bir dizi konuda zincirleme politika değişikliklerini dayatmıştır. Amerika’nın Trump’ta sembolleşen çizgisi, İran’ı tecrit etme, Sünni aksı güçlendirme biçimindedir. Bu çizginin değişebileceğini, ama şimdilik kaydıyla uygulamada olduğunu belirtmeliyiz. ABD, bütün güç ve etkisine rağmen Irak’ta tam bir egemenlik kuramamış, Irak’ın kritik anlarda çubuğu Şiiler’den yana büken gerçekliğini değiştirememiştir. Bu, dolaylı dolaysız İran’la yakınlık demek, İran’la ortak paydalar oluşturmaktır. Barzani, Amerikan emperyalizminin değişen önceliklerini görmüş ve durumdan vazife çıkararak Bağımsız Kürdistan için referandumu gündeme getirmiştir. Münih Zirvesi’nin (Şubat 2017) öncesi ve sonrası KBY’nin (ve Türkiye’nin) İran’a dönük çıkışları, “Gerekirse İran’la savaşırız”, “Peşmergelerimiz İran’la savaşacak güçtedir.” gibi açıklamaları, emperyalistlerin edindiği İran sorununu kaşıyan, safını ilan etme amaçlıdır. Amerika’nın değişen İran politikası, İran’ın önünü kesmek ve İran’ın batısına bir tampon oluşturmak gibi hesaplar içeriyor. Bu politika ve hesaplar “bağımsız” bir Kürt devletinin ilanına dönük çıkışı tetikledi.
Aynı konuda TC’de de belli değişiklikler olduğunu görüyoruz. Öncelikle TC, Kürtler’in varlığını inkar eden çizgiden çoktan çıkmıştır. Dahası, Kürt sorununu çözme iddiası dahi oldu. Sonradan bu iddiayı Kürt sorunu değil, terör sorunu var düzeyine çektiyse de ortaya çıkan bu gelgitli durumun temel nedeni, başvurduğu oyalama taktiğidir. Oyalıyor çünkü ezilen ulus ve inanç kesimlerinin sorunu demokrasi sorunudur. Türk hakim sınıflarının ve onların devletinin faşist karakteri sorunun çözümüne engeldir. Egemenliği bizzat kendi niteliği nedeniyle çatırdayıp duran bir hakim sınıf ve devlet gerçekliği, neredeyse bütünüyle ayakta kalmaya odaklanır. TC bunu, şimdilik örgütlü muhataplarını yani Kürt Ulusal Hareketi’ni reddederek yapıyor. “Şimdilik” dememiz, uygulamadaki politikanın her an değişip, Kürt Ulusal Hareketi ile muhataplaşma ve çözümü tartışma biçiminde bir politikaya dönüşebileceğindendir. Türk hakim sınıfları için devletin faşist niteliğinin korunması temel bir sorundur. İdeolojik-siyasal-idari-hukuki vs. olarak bu niteliğe dokunmayacak çözüm biçimi ve muhataplar TC için makbuldür. Türkiye’de Kürt ulusal sorunu ve KUH’ne olduğu gibi, Irak’taki gelişmelere ve Kürt devletinin ilanı çıkışına da bu temel politika üzerinden yaklaşır. TC açısından sorun, olası bir Kürt devletinin, T. Kürdistanı’na ve KUH’ne etkisidir. Eğer etki pozitif olmayacak ve hatta kendi ekonomik ve siyasal çıkarlarına hizmet edecekse TC’nin tavrı olumsuz olmaz.
Somutlamaya çalışalım:
Kürdistan Bölgesel Yönetimi, kendi pazarı üzerinde önemli oranda hakimiyet sağlamış bir sınıfın egemenlik ve yönetim aracıdır. Bürokrat burjuva ve feodal karakterli bu sınıfın, emperyalist sermayeyle olan işbirlikçi (uşaklık temelinde) ilişkisi, bu sınıfı bölge hakim sınıflarıyla aynılaştırmıştır. Bu sınıf, geleceğini emperyalistlerin politikalarına bağlamış, emperyalist sistemde görmüştür. Bu nitelikte bir sınıfta yurtseverlik olmaz, aranmaz da. Böyle bir sınıfın egemenliğinde kurulacak bir Kürt devleti emperyalist zincirin yeni bir halkası demektir. Türk hakim sınıfları KBY’nin hakim güç ve sınıflarıyla aynı kampta olduğunu görmüş, anlamıştır. Her iki egemen sınıf, dost ve düşman ayrımında ortaklaşmıştır. Gerici dünyanın çıkarları ve geleceği, bunların siyasetini ve stratejisini belirlemiştir. Türk hakim sınıfları bu ve benzer nedenlerden dolayı bir Kürt devletinin ilanına olumsuz yaklaşmaz.
Türk hakim sınıflarının bugün ve önümüzde dönem çıkarları Irak’ın bütünlüğündense, bir Kürt devletinin kuruluşuyla örtüşüyor. Başika’da Türk askeri varlığına son verme konusunda Irak Başbakanı Haydar el Abadi’nin tavrı ve kararlılığı adeta TC’ye “Burada size ekmek yok” gibiydi. Abadi’nin, Irak halkı onurlu bir halktır, çıkışı TC’nin oldu bittilerine seyirci kalmayacaklarını anlatıyordu. TC, bugünkü ve önceki Nuri el Maliki yönetimiyle eğer hep gerilimli bir süreç yaşadıysa, bu farklı bölge politikalarına ve çıkarlarına sahip olmalarından dolayıdır. Nuceyfi kardeşlere dayanarak Irak’ta Sunni aşiretlerle iş tutmaya ve bu aşiretlerle Irak ve bölge siyasetinde etkili olmaya çalışan TC, bu hamlesinde başarısız olmuş ve esasen dıştalanmıştır. Irak’ın özellikle iç politikası Şii ağırlıklı olmaya devam edecek ve bu pek değişmeyecektir. Şüphesiz içerideki denge ve bunun üzerinden kurulu güç ve siyasi süreçler dışarıyla da ilişkilidir. Ve bu, İran’la ilişkilere olumlu yansımaktadır. Irak’ın ortaya çıkan ya da çıkmış olan bu genel gerçekliğinin yanına KBY’deki değişimleri koyduğumuzda, TC’nin Kürt devletine neden sıcak bakabileceği anlaşılıyor. KBY’deki hakim sınıf yapısına değinmiştik. Türk hakim sınıflarıyla bir doku uyuşması mevcut. Yanı sıra, KBY Kerkük’ü (ve yakında Musul’u) egemenlik alanına katarak önemli bir ekonomik imkan elde etmiştir. Kürdistan pazarından pay kapmaya çalışan TC için bu oldukça cezbedicidir. Türkiye’ye KBY petrolünün dünya pazarlarına ulaştırılmasında aracı kılan Türk hakim sınıfları sırf bu rolüyle dahi önemli bir gelir elde ediyor. Merkezi Irak Hükümeti’nin engel ve sınırlamaları dikkate alındığında TC’de Kürt devletinden yana eğilimin güçlü olacağı görülüyor. Tabii Kandil dışında Şengal’e açılmış, Ezidiler içerisinde önemli bir güç biriktirmiş olan PKK, ve karşısında KBY’nin tavrı, TC ile örtüşen politikaları da eklemeliyiz. Barzani-KDP’yi ihtiyaç duyduğu her durumda yanında bulan TC, süreç bir Kürt devletine doğru evrildiğinde bu imkandan fazlasıyla yararlanacaktır.
* * *
Sadece Irak ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile ilişkiler, bu ilişkilerin seyri nedeniyle dahi bir Kürt devletinin ilanında TC engelleyici değil kolaylaştırıcı olmasa bile nötr hareket edecektir. TC’nin KBY, özellikle de Barzani-KDP ile ilişkileri, bu ilişkilerin iç ve dış politikada yansımaları dahi kurulacak bir Kürt devletinin ezilen uluslar, inançlar, ezilen cins ve sınıfların yanında değil, bölge gericiliğinin parçası olarak hareket edeceği, rol üstleneceği açıktır. Durumu böyle görmemiz, Irak’taki Kürt ulusunun ayrılıp ayrı bir devlet kurma hakkına karşı çıktığımız biçiminde anlaşılmamalıdır. Biz komünistler, ulusların gönüllü birliğinden yanayız. Biliyoruz ki bu, Kendi Kaderini Tayin Hakkı’yla birlikte olur. Dolayısıyla gelecekte nasıl bir devlet olacağı sorusuna takılmadan, kayıtsız şartsız Irak’taki Kürt ulusunun Kendi Kaderini Tayin Hakkı’nı savunur, bunu reddetmenin ya da karşısında durmanın şovenizm olduğunu ilan ederiz.
www.ikk-online.org