Paris’te Pere La Chaise Mezarlığında, komünarların battaniyelerine sarılı olarak yatan sosyalist militan sanatçı, Türkiye ve T. Kürdistan’ında çeyrek asrı aşkın süre, üçüncü sinema kuşağına öncülük yapmış ve toplumcu sanat ve estetiğe kayda değer katkılar sağlamış, edebiyatçı, romancı, şair, kuramcı ve eleştirmen Yılmaz Güney´i sonsuz yolculuğa uğurladığımızın 34. yılında büyük bir saygıyla anıyoruz.
Kısacık ömrünü cezaevleri, yokluk ve sürgün olarak geçiren bu büyük dava insanı ve devrimci sanatçı Yılmaz Güney hakkında çok şey yazıldı ve söylendi. Filmler, belgeseller çekildi. Magazin basınında hakkında yığınla spekülasyon yapıldı. Bir yandan da hayatı boyunca kendisini faşizmin mazgalları arkasında çürüten burjuvazi ve onların sözde mürekkep yalamış, kalemşörleri Yılmaz Güney’i kapitalist pazarın metası haline getirmek için yoğun bir çaba harcadı.
O Anadolu yoksul halkının gönlünde ‘Çirkin Kral’, feodal baskıya karşı ayaklanmanın Koçero’su ve Kozanoğlu’su, kabadayı, bazen umutsuz aşkların ırgatı olarak gönüllere taht kurdu.
Yılmaz Güney sanat olarak sinemayı yürürlükteki emperyalist sistemin öncülük ettiği siyasal ve dinsel erklerin ve bunların oluşturduğu gerici, faşist ve baskıcı kurumlarının tartışılması, teşhir edilmesi, incelenmesi ve buna karşı dünya emekçilerinin emek özgürlüğü ve ezilen ulusların bağımsızlığı yolunda görsel bir eylem felsefesi olarak kullandı. Bunu yaparken “Tarihi Diyalektik Materyalizmi” kendisine rehber edindi. Her Türlü soyut, post- modern, metafizik burjuva sanat anlayışını red ederek sanatın toplumun bir aynası ve yansıması olarak toplum içindeki aksaklık ve çürümüşlükleri de ortadan kaldıracak bir mücadele aracı oluğunu ve olması gerektiğini savundu.
Toplumsal devimci bir mücadele aracı olarak sanatı yaratmanın ve pratikte uygulamanın olmazsa olmaz ölçütü, sanatçının buna uygun yetkinliğidir. O’na göre bu yetkinlik, disiplin, çalışkanlık, kollektif yaratıcılık, devrimci ahlak,ile donanmak iken, kıskançlık, dedikodu, kendini begenmişlik kariyer gibi her türlü küçük burjuva hastalıklarından arınma, gibi özelliklerle donanmakla mümkündür.
Gerek kitaplarında gerekse de filmlerinde somut, kuru slogancılığa kaçmadan militan bir kavgacı olarak, yaşayan insanın sorunlarıyla yakından ilgilenmiş, insanlığı geniş biçimde kucaklamaya çalışmış, yeni yaşam koşullarını başlatmada etkili, dirençli, istekli bir kavga adamı olarak tarihte hak ettiği yeri almıştır.
Kısacık ömrünü cezaevleri, yokluk ve sürgün olarak geçiren bu büyük dava insanı ve devrimci sanatçıyı, büyük bir saygıyla anıyoruz.