“Komünist Önder Kaypakkaya;
Komünist önder İbrahim Kaypakkaya yolumuzu aydınlatıyor
“Türkiye emperyalist- kapitalist bir ülkedir. -Türkiye ileri derecede gelişmiş kapitalist bir ülkedir.-Mali sermaye tarafından yönetilmektedir.-Türkiye de baş çelişki emek sermaye çelişkisidir.
-Türkiye’de baş çelişki feodalizmle halk yığınları arasında değildir.
-Temel sorun sosyalizm ve demokrasi mücadelesidir.
-Toprak devrimi geçerliliğini yitirmiştir.
-Devrimin gerçekleşmesinde için ;
Devrimi gerçekleşmesinde üç stratejik silah olan, Proletarya önderliğinde bir partiye , böyle bir partinin önderliğinde
Halk ordusuna,
Ve yine böyle bir partinin önderliğinde Halkın Birleşik Cephesine ihtiyacımız var diyen Kaypakkaya yanlış düşünmektedir.
Halk Cephesi proletarya partisi önderliğinde olmadan da kurulabilir ve proletarya partisi bu Cephede yer alabilir.
Özgül koşular belirleyici olandır.
Devrimin üç silahından biri halk Cephesi stratejik bir olgu değildir, taktikseldir. İbrahim Kaypakkaya’nın devrimin bu üç stratejik silahını belirlerken dogmatizme düşmüş ve aynı zamanda sübjektif davranıştır.
Türkiye’de milli devrimi aşaması çoktan tamamlanmış, feodalizm kapitalist mali sermaye tarafından kendiliğinden tasfiye edilmiştir.
-Kürdistan’da sömürge bir ülkedir,Kürdistan da ayrı örgütlenmeliyiz. Kürdistan’da devrimin niteliği ulusal demokratik devrimdir.
Ulusal çelişki baş çelişkidir. Kürt ulusuyla Türk devleti arasındaki çelişki baş çelişkidir. Kürdistan devrimi Türkiye devriminin motoru, belirleyici öznesidir.
Rojova’da emperyalist çelişkilerden yararlanmalıyız, IŞID ve faşist çetelere karşı işbirliği yapılabilir. Türkiyeli devrimciler ve proletarya partisi Rojova’da Türkiye devrimi için savaşıyor.
-Ulusal sorun pazar sorunu değildir.
-Kemalizm milli burjuvazinin ve küçük burjuvazinin temsilcisidir. Anti emperyalist karakteridir.
-Türkiye’de faşizm sürekli değildir, CHP orta burjuva bir partidir, Kemalist tir. Dönem ,dönem burjuva demokrasi denen burjuva diktatörlüğü yaşanmıştır. –
-Faşizm bir devlet yönetim biçimi değildir.
-Sosyalist devlette proletarya diktatörlüğünü savunmak yanlıştır, halk meclisleri ve halk komünleri şeklinde halkın kendi kendini yönetmesi asıl olandır.
-Sosyalist devlette proletarya diktatörlüğü gericiliktir.
-1915 de Ermenileri kırmış, 38 Dersimde Alevi Kürtleri kırmıştır.
-Dünyada baş düşman tespiti yanlıştır.
-Proleter kültür devrimi yolumuzu aydınlatan bir devrim değildir.
-Mao Zedung düşüncesi yanlıştır. Çin’de sosyalist devrim gerçekleşmemiştir.
-Mao Zedung un Marksist Leninist değildir, Revizyonisttir.
-Mao Zedung beş ustadan biri değildir, ciddi nitel hataları vardır.
-Üç dünya teorisini savunmuş, burjuvaziyle sosyalizmi inşayı savunmuş, burjuvaziyle birlikte sosyalizmi inşa etme adına sınıf işbirliği yapmıştır.
-Sosyalizmde sınıfların varlığını savunmuş, geriye dönüşün teorisini yapmıştır.
-57-60, deklarasyonu oportünisttir. 63 polemikleri Revizyonisttir.
-İki çizgi mücadelesini parti içinde sürekli ve kaçınılmaz olduğunu savunarak oportünizme düşmüştür.
-İbrahim Kaypakkaya Mao Zedung un etkisinde kalarak Türkiye devrimi, sosyalizm ve parti konusunda dogmatizme düşmüştür. Çin devrimini Türkiye topraklarında uygulamaya çalışmıştır. Sübjektif tahlillerde bulunarak yenilgi almıştır.
-Günümüz şart ve koşulları önümüze yeni örgütlenmeler, belirlemelere, yeni tipte bir Komünist parti inşa etmeyi emrediyor.
-Komünist partinin inşasını oluşturulacak halk Cephesi içinde yer alan güçler belirleyecektir.
-İbrahim’in dönemi bir anlamda kapanmıştır. Önümüzde yepyeni bir dönem bulunmaktadır. Kürtler bu işin başını çekiyor.
– İbrahim Kaypakkaya azınlıklar sorununda, yani, milli meselede önemli doğrulara imza atmış, ulusların kendi kaderlerini kendileri tayin etmelidir diyerek, doğruları savunmuştur. Ancak bu yetersizdir.
-Kaypakkaya’nın ülkeyi yarı-feodal yarı-sömürge gören tahlili doğruydu ancak 1980’den sonra durum değişti. Artık ülke başka bir iktisadı yapıya kavuştu.
-Halk Savaşı değil Sosyalist Halk Savaşı geçerlidir.
-Yine İbrahim Kaypakkaya Kemalizm sorununda yanlış ve eksikliklerine rağmen doğruları söylemiştir.
– Kemalizm orta sınıfın temsilcisidir.
İbrahim Kaypakkaya’yı ancak yukarıda belirlenen bu doğrularla savunabilir, günümüze ve geleceğe yeni ufuklar açabiliriz.
Bugün asıl olan demokrasi ve sosyalizm mücadelesidir. Günümüzde Türkiye’sinde İbrahim Kaypakkaya fersah, fersah aşılmıştır.
Bütün halk güçleri bir araya gelerek bir cephe oluşturmalı ve bu oluşum içerisinde yeni bir komünist parti inşa edilmelidir.
Kaypakkaya Maoizm’in etkisinde kalan küçük burjuva köylü devrimcisidir.
Mahir Cayan, Deniz Gezmiş ve İbrahim Kaypakkaya arasında özde bir fark yoktur, her üç yapıda küçük burjuva çıkışlıdır.
Komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın ideolojik çizgisi yolumuzu aydınlatıyor…”
Buraya kadar benim yazdıklarım, İbrahim Kaypakkaya’yı “komünist önder” gören ve gerçekten onun ideolojik, siyasi, askeri, örgütsel çizgisiyle ilişkisi olmayanların, hatta; Kaypakkaya çizgisinde yıllar önce nitel kopuş yaşayarak ilişkileri kalmamış yapıların, partilerin, grupların, bireylerin vb yazdıklarını özetlemeye çalıştım. Kaypakkaya’nın çizgisine yönelik açık, örtülü eleştirilerin yaklaşık 45 yıllık özeti budur. Ancak bu anlayışlar Kaypakkaya’nın teorik-politik çizgisini liğme liğme eden bu yaklaşımlarla Kaypakkaya’yı komünist görmekten ve onu bir komünist önder olarak savunmaktan ise asla geri durmazlar. Kaypakkaya’yı çizgisinden kopararak onu Komünist gören bir Kaypakkayacılıktır bu çizgi ve sahiplerinin yaptığı şey.
Kaypakkaya’yı bir devrimci olarak bütün halkımız ve devrimci örgüt, Parti, ilerici, aydın ve kişiler anabilir, faşizme karşı savunabilir. Bu iyi bir devrimci dayanışma örneğidir. Tıpkı bizlerin Mahir Cayan, Deniz Gezmiş ve yoldaşlarını devrimci bir duyguyla andığımız, sahiplendiğimiz gibi… Buna amenna…
Fakat, İbrahim Kaypakkaya’nın ideolojik, siyasi, askeri, örgütsel çizgisini, on bir temel ilkeyi, Mao’nun ML’ye sunduğu nitel katkıları savunmayan, yada beş temel belge ve bilhassa ana temel noktalarda (Kemalizm, milli meselede) utangaçça savunanlar siyasi anlamda dürüst davranmamaktadır. Bu devrimci yapıların daha cesur ve açık davranmaları kanımca en doğru olandır. Siyaseten ideolojik kirlilikten kurtulmanın, halkımıza ve kendimize karşı dürüst davranmanın yolu açık olmak, cesurca savundukları fikirleri ifade etmekten ve çekinmeden savunmaktan geçiyor. Yirmi birinci Yüzyılda yeni bir çağa evirildiğimizi söyleyenler, Marksist, Lenin’in, Mao’nun tezlerinin günümüze çözüm üretmediğini söyleyen, kapitalizmden komünizme geçiş sürecinde proletarya diktatörlüğünü ret edenlerin, Stalin yoldaşı hiç hesaba katmayanları daha cüretkar olmaları, özneye isim koymaktan korkmamalarını tavsiye ederiz. Yeni bir çağ, yeni bir sosyalizm, yeni bir komünal yaşamın teorisini yapan dostlarımız şu İbrahim Kaypakkayayı nasıl aştıklarını teorik olarak program halinde yazılı hale getirerek sunar ve bize rehberlik ederlerse seviniriz!!!
Ayrıca, İbrahim Kaypakkayayı hangi temel noktalarda savunduklarını, hangi noktalarda yanlış bulduklarını açıklarlar ve bir netlik kazanırlarsa buna seviniriz. İbrahim’i içi boşaltılarak savunmak, komünist önder görmek gerçekleri karatmaktır.
Elli yıla yakın İbrahim’i aşmak adına, dogmatikçe savunma yapanların nerelere savrulduklarını gördük, hala görmeye devam ediyoruz. Tasfiyecilik Troçkizmi besleyerek büyüyor. Troçkizmin ünlü teorisyenlerinden Demir Küçükayı’ın deyimiyle;
“Marks, Lenin, Mao, bütün solcular, sosyalistler milliyetçidir. Mustafa Suphi den günümüze bütün sol sosyalistler milliyetçidir. Enternasyonal değillerdi.” Yani Demir Küçükaydın dışında olan bütün yapılar milliyetçidir, sövendir. Günümüze kadar var olan bütün sosyalistlerde ona göre yanlıştı.
Üzgünüm İbrahim Kaypakkayayı yirmi birinci Yüzyılda aşanlar, aşmak isteyenler ne yazık ki buradan besleniyorlar.
Devlet, devrim, proletarya diktatörlüğü, tek, tek ülkelerde demokratik devrim, sosyalizm ve sosyalizmde sınıfların ve sınıf mücadelesi, geriye dönüşlerin, sosyalist demokrasi, komünist parti içinde iki çizgi mücadelesi, proleter kültür devrimi ve sürekliliği, toplumun sosyalist- komünist ideolojiye eğitilmesi, sınıfsız topluma, yani komünizme geçiş sürecinde partinin kendi kendini tasfiye etmesi vb gibi konuların açık ve net olması bu arkadaşları tatmin etmemekte, yeni arayışlara, yeni çağlara ihtiyaç duymakta pek hevesli gözüküyorlar. Bilginin ve bilimin sonu yoktur, kendini bilimin evrenselliği içerisinde bir çözüme kavuşturmayınca hop “yirmi birinci yüzyıldayız, çağımız değişti.” Deyiveriyoruz.
Ne diyelim, yolunuz açık olsun!
HASAN AKSU