Her sınıf kendi çıkarları doğrultusunda karşıtlık temelinde mücadelesini sürdürmeye devam ediyor. Bu mücadele kesintisiz, soluksuz ve aralıksızdır. Bir yanda tüm zenginlikleri, işçi-emekçilerin ürettiklerini gasp edip egemenliğini sürdüren, tüm bunlara rağmen doymak bilmeyen hırslarıyla hak kırıntılarına dahi gözünü diken, savaş kışkırtıcılığıyla halkı kan ve gözyaşına boğarak pazarlarını büyüten vampir sömürücüler vardır.
Diğer yanda ise yokluğa, yoksulluğa ve tüm ürettiklerinden mahrum bırakılan, geleceği karartılan, politik haklarından ve özgürlüklerinden soyutlanan işçiler, emekçiler, ezilen uluslar, kadınlar ve gençler vardır. Bu sınıf karşıtlığının kendisidir, sınıf mücadelesinin ise nedenidir. Bu mücadele sürmektedir, keskinleşerek yetkinleşmek zorundadır. Bu yüzdendir ki işçi sınıfı, tüm sınıf farklılıklarına ve onun yarattığı tüm eşitsizlik ve haksızlıklara yönelmek ve ortadan kaldırmak zorunluluğu ile donanmıştır. Bunun için tüm üretim ilişkilerini, buna dayanan tüm toplumsal ilişkileri ortadan kaldırmalı ve tüm fikirlerin devrimcileştirilmesini hedeflemelidir.
Bu durmaksızın, soluksuz bir sınıf mücadelesi zorunluluğudur. İşte 1 Mayıs’ta tam bu tutum ve yaklaşımın bir tarihsel kavga alanıdır. Lenin yoldaşın belirttiği gibi “Bütün ülkelerin işçilerinin sınıf bilinçli bir hayata uyanışlarını, insanın insan üzerindeki her türlü zulüm ve baskısına karşı mücadelelerindeki dayanışmalarını, emekçi milyonların açlık, yoksulluk ve aşağılanmadan kurtulmak için yürüttükleri mücadelelerini kutladıkları gün”dür 1 Mayıs.
2021 1 Mayıs’ını, işçi ve emekçilerin “Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü”nü bu bilinçle karşılayalım. İşçi sınıfının silahlı ve silahsız düşmanları, içte ve dışta, pratik ve teorik, dünde, bugünde ve yarında, varlıklarını korumaya çalışırken, büyük kavgaya tüm olanaklarıyla hazırlanırken, sistemlerinin sürekliliği için tüm dünya halklarına zulüm yağdırırken, her günün kavga ve mücadele günü olduğunu bilerek 1 Mayıs’a hazırlanalım. Düşmanlarımız kendi kendine yok olmayacaklar. Ne faşist Kemalist TC devleti ne de TC egemen sınıflarının bağımlı olduğu emperyalizmin saldırgan güçleri tarih sahnesinden kendi kendilerine çekilmeyecekler. Onları tarihten silecek olan işçi sınıfı ve ezilenlerin mücadelesi olacaktır.
KRİZLERİN FATURASI EGEMENLERE, 1 MAYIS’TA ALANLARA!
Bir yılı aşkın süredir işçi emekçilerin tüm haklarını gasp etmek için fırsata dönüştürülen pandemi şartlarında 1 Mayıs mücadele gününe yürüyoruz. Emperyalist -kapitalist sistemin ekonomik, siyasi krizinin büyük bunalımlarla sürdüğü koşullar içerisinde egemenler bir yandan dünya halklarına karşı büyük bir saldırı içindeyken diğer yandan kendi aralarında yıkıcı, saldırgan ve savaş kışkırtıcılığını da içeren bir mücadele sürdürmektedirler. Emperyalist güçlerin pazar paylaşımlarına yeni biçim verme güdülerinin yön verdiği bu süreç, emperyalist- kapitalist devletler ve yarı-feodal, yarı sömürge devletlerin ise bağımlı oldukları devletlere göre konumlandığı büyük bir saldırganlık ve savaş kışkırtıcılığı gerilimi yaşanmaktadır. Emperyalizm çağında tüm gelişmeler bu sitemin sahiplerinin daha fazla kar tutkularıyla, bu tutkularına bağlı pazara hakim olma, yeni pazarlara açılma hamleleriyle şekil alıyor. Tekellerin tüm dünya pazarını bölüşme hamlelerinin savaşsız, kansız, katliamsız olmayacağını tarih ve güncel gelişmeler bize ispatlamaktadır. Bu Ortadoğu’dan Kafkaslar’a, Kuzey Afrika’dan Doğu Akdeniz’e, Balkanlar’dan Doğu Avrupa’ya ve Uzak Asya’dan Latin Amerika’ya kadar uzanan bir çatışma halinle olgunlaşmaktadır. Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Ukrayna’da emperyalistler arası çatışma, mücadele ve savaş tehdidi bugün daha açık bir görünürlüğe bürünmektedir.
Türk hakim sınıflarının içinde bulunduğu ekonomik, siyasi kriz, yönetememe krizini derinleştirmiştir. Bu klikler arası dalaşı keskinleştirmiştir. Bir yandan Merkez Bankası’nın rezervlerindeki kayıp 128 milyar dolar diğer yandan 104 amiralin bildirisi devamında darbe yaygarası ve ABD emperyalizmine Kanal İstanbul ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni tartışmaya açarak verilen mesajlar… Bir yandan erken seçim çağrıları diğer yandan AKP-MHP bloğunun kesin ve katı destekçisi İTO ve TOBB’dan “Kısa çalışma ödeneği”, “salgın tedbirlerine dair” çatlak seslerin çıkmaya başlaması… Ve de bir yandan faşist millet ve cumhur ittifakının güçlerini pekiştirmeye dair yeni bileşen arayışları ve faşist diktatörlüğün Rojava ve Ortadoğu’da, Akdeniz ve Kuzey Afrika’da saldırgan politikasında bu kliklerin kardeşliğini ilan ederek, “devlet politikasında” çatlak seslere müsaade etmemesi gibi bir tablo söz konusudur. Büyük bir politik kriz, büyük bir topyekûn saldırı ve yine egemenler arasındaki mücadelenin büyük bir boğazlaşma ile devam ettiği bir süreçte 1 Mayıs’a gidilmektedir.
İşçiler, Emekçiler, Kürtler, Kadınlar;
Tüm dünyayı Covid-19 virüs salgını kuşatmıştır. Emperyalist-kapitalist devletler pandemi sürecini çok yönlü fırsata çevirmeye çalışmış, halk sağlığı hiçe sayılırken, işten çıkarma, emeğin daha ucuz hale getirilmesi, kazanılmış hakların gasp edilmesi olağan hale getirilmiştir. Tüm dünyada işçi sınıfı açlıkla-ölüm arasında tercih yapmaya zorlanmış, işsizlik ve yokluk yaşamlarının normali haline getirilmiştir. Aşı konusunda pazar yarışı sürerken işçi ve emekçiler pandemi için gerekli hiçbir tedbir alınmadan sefalet ücretleriyle çalışmaya zorlanmıştır.
Pandemiyle birlikte “yaşam durdu” anlatıları yapılırken, üretim hiçbir koşul altında durmamış egemenlerin kar hırsıyla işçi emekçilerin yaşamları daha da dizginsizce hiçleştirilmiş, sömürülmüştür. Çalışan işçiler iliklerine kadar sömürülürken, pandemi “tedbirlerinin” yarattığı işsizlikle boğuşan halk için açlık en temel sorun haline gelmiştir. Türkiye’de pandemiyle birlikte işten çıkarmanın yasaklandığı söylenirken toplam 172 bin 662 işçi Kod-29 ile işten çıkarılmıştır. Her gün 500 işçi Kod-29 bahanesiyle işten atılmaktadır. Bu sayı günbegün büyümektedir. 2020 yılında ücretsiz izne çıkarılan 2 milyon 200 bin işçi günlük 39.24 TL kısa çalışma ödeneği ile geçinmeye mahkum edilmiştir.
Bu süreçte maden işçileri, kargo işçileri, kafe-bar emekçileri, öğretmenler, turizm sektöründe çalışan işçiler, eğlence sektörünün çok çeşitli alanlarında çalışan emekçiler, mevsimlik tarım işçileri, inşaat işçileri, market çalışanları, belediye ve diğer hizmet alanlarında çalışan işçiler ve daha sıralayamayacağımız birçok iş kolunda kölece çalışma koşulları dayatılan işçiler, işsizler ordusuna eklenmiştir. Sonuç ise; yokluk, açlık, bunalım, intihar ve tepeden tırnağa çaresizlik olarak ortaya çıkmıştır.
Bir yanda tüm halkın aşılanacağına ilişkin açıklamalar yapılıp, dünyada aşılamada örnek olduklarını anlatırken diğer yandan parası olanlara Sırbistan’da aşı olma turları düzenlenmektedir. Sağlık Bakanlığı halka her gün aşılar için “ha geldi ha gelecek” yalanını söylemektedir. Bu yalanlar bir yanda iken diğer yanda kişi başı nüfusa oranla dünyada salgının yayılma hızında birinciliği almış durumdadır. Nerden bakılırsa bakılsın sistemin çürümüşlüğü çöküntü halindeki parçalarından kütleler halinde dökülmektedir. Türkiye’de sağlık emekçileri salgınla mücadele içinde ciddi tehditle karşı karşıya kalırken Covid-19 meslek hastalığı olarak sayılmamakta, illiyet bağı kurulması, hastanede virüsü kaptığını ispatlaması istenmektedir.
İşçi sınıfı ve halka yönelik saldırılar azgınca artarken öz örgütlülükleri olan sendikalar sarı, bürokrat niteliğiyle sınıfın öfkesini adeta sönümlendirmekle uğraşmaktadır. Belediye işçilerinin grevinde olduğu gibi hakim sınıfların çıkarları doğrultusunda sisteme güdümlü varlığını ispatlamaktadırlar. Bu niteliğiyle bu sarı sendikacılık sınıf nezdinde çok açık bir biçimde teşhir olmuştur. Saldırılara karşı örgütlenmekten başka çıkar yolu olmayan işçi sınıfı, kendi alternatifini üretme çabasıyla çeşitli örgütlenme çalışmaları içerisinde girmiştir. Atlasjet işçilerinin kurduğu A.Z.A.P, Turizm İşçileri Dayanışması, Kafe-Bar İşçileri Dayanışması ve PTT-Sen gibi örgütlenmeler bu süreçte işçi sınıfının örgütlenme ihtiyacının yansıması olarak açığa çıkmıştır. Sadece örgütlenme ihtiyacı olarak değil hak gasplarına ve saldırılara karşı eylemleriyle işçi sınıfının fiili direnişlerinin sembolleri haline gelmişlerdir.
Ekonomik ve siyasi olarak sıkışmış durumda olan hakim sınıflar topyekûn saldırı dalgası içinde başta Kürt ulusu olmak üzere azınlık milliyet ve inançlara yönelik saldırılarına ise ara vermeden devam etmektedir. Seçilmiş vekiller ve belediye başkanlarının tutuklanması, belediyelere kayyum atanması, binlerce Kürt’ün tutuklanmaya devam etmesi, işkenceden geçirilmesi, imha politikası yetmemiş HDP’nin kapatılması girişimi ile saldırılar tırmandırılmıştır, saldırılara Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun tutuklanması eklenmiş. Garê bozgunu ile bozulan moraller bu saldırılarla yerine getirilmeye çalışılmıştır. İmralı’daki tecrit tüm hapishanelerdeki siyasi tutsaklar özgülünde can bedeli kazanılmış her hakkın gaspına dönüşmüş, yurtsever tutsaklar özgülünde tecride karşı açlık grevi başlatılmış ve aylardır bu direniş sürdürülmektedir.
Cinsiyet eşitsizliği söylem, yasal düzenleme ve erkek egemen politikalarla pekiştirilmiş, kadın düşmanlığının bir yansıması olarak kadın cinayetlerini normalleştiren, kadınların kazanılmış haklarını tırpanlayan, katilleri ödüllendirmek maharetiyle kadına yönelik şiddetin önünü açan politikalara ağırlık verilmiştir. Bunun bir yansıması olarak bir gece yarısı kararnamesiyle “İstanbul Sözleşmesi” feshedilmiştir. Savaş politikasının en temel parçalarından biri olarak kadınlara yönelik devlet şiddeti sitemli politikalar eşliğinde sürdürülmüştür. LGBTİ+’lara yönelik saldırılar devletin homofobik karakterinin bir yansıması olarak hayata geçirilirken hiçleştirme politikası LGBTİ+’ları hedef gösteren söylem eşliğinde sürdürülmüş, bu kesime yönelik cinayetler ödüllendirilmiştir. Binlerce çocuk cinsel istismara uğramış, faşist devletin soysuzluğu cinsel istismara uğrayan çocukların tecavüzcülerle evlenmesini önerecek kadar pervasızlaşmıştır.
Geleceksizlik sarmalında kendine ve yaşama karşı yabancılaştırılmak istenen gençliğin tüm dinamik yapısı baskı ve sindirme politikalarıyla zapturapt altına alınmaya çalışılmış, zaten niteliksiz olan eğitim hakkı pandemi bahanesiyle tamamen gasp edilmiştir. Üniversitelerde rektör atamalarına yönelik tepkiyle, hak ve özgürlüklerin kırıntısının dahi olmadığı gerçekliğine tepki çığ gibi büyümüştür. Bilimsel, demokratik, özerk, ana dilde eğitim hakkını içeren Demokratik Halk Üniversiteleri programıyla mücadelenin ne kadar büyük bir ihtiyaç olduğu daha fazla açığa çıkmıştır. Gençlik güvencesiz, kuralsız çalışma yaşamına daha adım atmadan işsizlik ve yoksullukla, umutsuz bırakılmaya çalışılmak istenmiştir. Gençliğin enerjisi hakim sınıfların çıkarları doğrultusunda merdiven altı çalışma yaşamında sömürünün en katmerlisiyle terbiye edilmektedir. Ancak öğrenci gençlik düne göre daha hareketlidir ve daha dirençlidir. Hak arayışında ısrarlı ve kararlı durmaktadır. Boğaziçi direnişi ile bunu göstermiştir göstermeye devam etmektedir. Ancak dağınıklık, örgütsüzlük esas sorun olarak harekete damgasını vurmaktadır.
Önemli bir diğer sorun ise göçmenler ve özelde Suriyeli göçmenlerdir. Bu kesimler ucuz işgücü olarak emek pazarına sürülmüş ve azgın bir sömürüye tabi tutulmaktadır. Bunun yanında çok acımasız bir şovenist saldırganlığa da maruz kalmaktadır. Devlet Suriyelilere yönelik düşmanlığa yol vermekte, bunu bir yönetme biçimine çevirmektedir. Milyonlarca göçmen, ülkelerini terk etmek zorunda kalmış ve özellikle sovenist toplumsal baskı ve ucuz emek gücü olarak sefalet içinde hayatlarını sürdürmektedirler.
Sıraladığımız saldırı, hak gaspı, düşman politikaları, işçi sınıfı ve emekçilerde dizginlenemeyecek olan büyük bir öfke ve sınıf kinini biriktirmektedir. Derinlerde biriken bu öfke eskimiş, çürümüş sistemden beklentileri azaltmakta, öfke tepkiyi bileylemektedir. İşçi sınıfı ve ezilen emekçi halkta değişim arayışını körüklemektedir. Ancak bu arayış bugün egemen klikler arası mücadelenin sınırları içinde kalmaktadır. Yani sınıfın öfkesi sistemin içine kanalize edilmeye çalışılmakta, sınıf düşmanı bir kesimin yerini başka bir sınıf düşmanı kliğin almasıyla her şeyin değişeceği düşüncesi ile halkın bilinci zehirlenmek istenmektedir.
Yoldaşlar, Dostlar;
Boğaziçi Üniversitesine atanan kayyum rektörle gençliğin öfkesinin fitili ateşlenmiş, bu öfke LGBTİ+’ların hiçleştirilmeye karşı kini ile birleşmiş, günlerdir süren direniş tehdit, fişleme, gözaltı, tutuklama ve baskılara rağmen varlığını sürdürmüştür. Gençliğin öfkesi 8 Mart’ın ön günlerinde başlayan kadınların isyanı ile buluşmuş, “İstanbul Sözleşmesi”nin feshedilmesi ile sokaklara taşan ve sokaklarda birleşen bir biçime varmıştır. İşçi sınıfı ise Migros direnişi başta olmak üzere irili ufaklı birçok direniş ve grevle hak gasplarına karşı sesini yükseltmiş bu ses patronların evinin önünde, “korkun yine geleceğiz” çığlığına dönüşmüştür. SML, Tomis, Sinbo, belediye işçileri, inşaat işçileri, maden işçileri, PTT işçileri direnişleri sınıf mücadelesinin sahaları haline dönüşmüştür. 1 Mayıs’a giderken işçi sınıfının öfkesiyle diğer kesimlerin isyanı buluşarak aynı denize akan nehirlere dönüştürülmeli, sistemin kalbine yönelecek bir niteliğe kavuşturulmalı, ezilen yoksul halk kesimlerinin yaşamsal talepleri etrafında devrimci politika çizgisinde örgütlenmelidir. Proleter devrimci çizgide sınıf kini kendiliğindenliğe bırakılmamalı sınıfın kendiliğinden hareket; sınıf bilinçli bir harekete dönüştürülmeli, örgütlü bir kuvvet haline getirilen halk Yeni Demokratik Devrim perspektifiyle harekete geçirilmeli, tüm yaşam ve üretim alanları direniş ve mücadele mevzilerine dönüştürülmelidir. Halkın umutsuzluk ve yılgınlığa teslim edilmesi parçalanıp atılmalıdır. İşçi sınıfının zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyi yoktur.
1 Mayıs işçi ve emekçilerin “Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü” yasaklarla ilk defa karşı karşıya değildir. TC devleti 1 Mayısları her dönem yasaklamış, yasaklayamadığı dönemlerde içini boşaltmaya çalışarak kimliksizleştirme politikası izlemiştir. 2021 1 Mayıs’ına ise pandemi koşullarında girilmektedir. Bu koşullar ölümle-açlık arasında kıstırılmış sınıfın sessiz sedasız üretime devam ettiği gün olmaktan çıkarılmalı tüm yasaklamalara karşı direniş sokaklarda militan bir duruşla karşılanmalı ve örgütlenmelidir. Proleter devrimciler bu duruşun en önünde yerlerini alırken halkın sorunlarını kavrayan, bu sorunlar etrafında devrimci propaganda ile çalışmalarını zenginleştiren bir perspektifle hareket etmeli, sistem ve sahipleri teşhir edilirken Yeni Demokrasi perspektifiyle halk kitleleri örgütlenmelidir. 1 Mayıs’a hazırlanırken hem üretim alanlarında hem de işçi ve emekçilerin yaşadığı yoksul mahallelerde halk sokakla buluşturulmalı, ruhu içinden sökülmüş, sessizliğe boğulmuş sokaklara can verilmelidir. “İnternette, evlerde, balkonlarda” ve iki yüzlüce hayata geçen salgın tedbirleri ve “halk sağlığı” demagojisine teslim olan ve belirsiz “her yer 1 Mayıs” çağrılarına karşı sokaklarda, mahallelerde, meydanlarda, üretim alanlarında 1 Mayıs çağrısı ile çalışmaları örgütlemeliyiz.
Halkımızın öfkeli ve tepkili ama dağınık ve örgütsüz olması bir gerçektir. 1 Mayıs çalışmaları; Dağınıklığı örgütlülüğe, öfkeyi kavgaya, umutsuzluğu umuda, yılgınlığı kararlılığa çevirmemize, çalışmaları yoğunlaştırmamıza, geleceği kazanma mücadelemizi büyütmemize ve safları daha güçlü ve sıkı hale getirmemize vesile olmalıdır.
Bu bilinçle;
YAŞASIN 1 MAYIS! BİJİ YEK GULAN!
YAŞASIN İŞÇİ SINIFININ MÜCADELE GÜNÜ!
DİRENİŞ KARANTİNAYA ALINAMAZ, SOKAKLAR BİZİM, MÜCADELE BİZİM, GELECEK BİZİM OLACAK!
SALGININ, KRİZİN KÖLESİ OLMAYACAĞIZ! İSYANIMIZLA 1 MAYIS’TA ALANLARA!
1 MAYIS’TA ÖFKEMİZİ KUŞANIP SOKAKLARI KIZILLAŞTIRALIM!
Kaynak:partizanmlm.net