CHP “ADALET”İNİN CAZİBESİYLE SAĞCILIĞIN SERİN SULARINA DALIŞ!- SİDAR MERAL
CHP’nin “adalet yürüyüşü” üzerine ilerici, demokrat ve devrimci çevre nasıl tavır alınması gerektiğini tartışmaya devam ediyor. Bu tartışma kitle hareketi, ittifaklar meselesi, CHP’nin niteliği vs eksenine oturmuş durumda. Özellikle “Partizan çevresinde” yer alan analizlerin dikkat çekici özellikleri söz konusu. Bu kategoride yer alan bir yazı 3 Temmuz 2017’de www.kaypakkayahaber.com’da Yusuf Köse imzalı olandır.
Yusuf Köse son dönemde oldukça popüler hale gelen Lenin’in “Sol Komünizm Çocukluk Hastalığı” adlı eserden alıntı yaparak yazısına giriş yapıyor. Genel bir solculuk hastalığı tanımı yaparak CHP’nin “Adalet Yürüyüşüne” karşı kayıtsızlığa oklarını yönlendiriyor. “Sol taktiklerle” kitlelerden uzaklaşarak “Marksizmi” kimseye kaptırmamaya yönelik kararlılıktan şikayet ediyor. Böylece içinden geçtiğimiz darlaşmanın esas nedeni olarak “Marksizmin” sol versiyonu son sürecin konforlu yatağında mahkum ediliyor.
“Sol Komünizm Çoçukluk Hastalığı”nı Reformizmin Konforlu Yatağı Haline Getirmek!
Yazar bu temel sorunun nedenini ortaya koyduktan sonra başlıyor çözüm reçetesi sunmaya ve sürecin nasıl karşılanacağına dair yaklaşımlarını şekillendirmeye. Yazının oldukça dağınık, eklektik olmasından kaynaklı her doğruyu alıp kullanma hastalığı hemen dikkat çekiyor. Faşizme karşı ittifak politikası, sosyal demokrat partilere karşı komünistlerin tutumu irdeleniyor bir yandan, diğer yandan kitle hareketine karşı duyarsız kalınamayacağı ve kitlelerin eğitiminin ve dönüşümün uzun vadeli karakteri anlatılıyor, sonra bir bakıyoruz CHP’nin sınıfsal niteliği ve politik karakterine dair “gelenekten aldığı doğruların” yazıya yerleştirilmesi karşımıza çıkıyor. Yani bir dizi doğru tespit yazıya yediriliyor. Ama nihayetinde yazının mantığı Adalet Yürüyüşüne devrimci müdahale, katılım ve desteği ispatlamak üzerine kurgulanmış. Dönüp dolaşıp o noktaya geliyor yazar.
Öncelikle yazarın darlaşmanın, kitlelerden kopmanın nedenlerine dair suçlu ilan ettiği “solculuk” eleştirisine değinmekte fayda var. Yazar devrimci ve komünist hareketin yaşadığı darlaşmaya dair bulduğu bu sihirli formülle yazısını baştan zayıflatıyor aslında. Zira “Marksizm” adına solcu bir çizgiyle bir darlaşma yaşanabileceği gibi sınıf mücadelesinde ağır yenilgilerde alınabilir. İçinden geçtiğimiz sürecin sorunlarına ve kitleselleşmesine engel olan nedenlerden sadece birisidir solculuk. Ancak kesinlikle tek bir neden ve esas neden değildir. Eğer sorun bu olsaydı elinde tuzlukla “Marksizm” adına her harekette yer alan, ittifak politikasını en geniş yelpazede tutarak hareket eden ve koşturan “Marksistlerin” tuzu yemeği tadlandırmış olmalıydı. Yusuf Köse’nin bahsettiği formülü uygulayan “Marksistler” var. Yusuf Köse konuyla ilgili henüz yazıp çizme işlerine girmeden, savunduğu yaklaşımın pratiğini uygulayan “Marksistler” söz konusudur. Henüz adalet yürüyüşünün ilk saatlerinde Kemal Kılıçtaroğlu’nun yanında yerlerini de aldılar. Bunu ilk defa da yapmadılar. Bu “Marksizm” adına uygulanan politik-taktik karşımıza yenide çıkmış da değil. İçinde geçtiğimiz “marjinallik” süreci boyunca Yusuf Köse’nin önerdiği formüller kesintisiz, sistemli ve kararlı şekilde uygulanıyor. Uygulayan birçok hareket var. Ama henüz aynı marjinallikten kurtulabilmiş de değiller. Yusuf Köse’nin buna dairde kuşkusuz fikri vardır. Demek ki ilerici, demokrat, devrimci ve de komünist hareketlerin sorunu sadece Sol siyaset uygulayanlarda yansımıyor. En azından kitleselleşme sorunu ya da kitleleri ikna etme sorunu “Marksizmi” referans alan her renkten hareketlerin sorunu olarak ortaya çıkıyor. Bu bağlamda yaşanan Marjinalliği, kitlelerden kopukluğu, kitlelerin “Marksistlerin” siyasetine ilgisizliğini ve ikna olmamasını daha derin incelemek gerekiyor. Bu sorunu bir mesele üzerinden malzeme yaparak bir silaha dönüştürmek en hafifinden “yüzeyselleşmek” en ağırından ise “sağcılığını” gizlemek için demagoji yapmaktır. Yusuf Köse belli ki akıl hocalığı yapmaya soyunduklarına ciddi bir sağcılık eğitimi verme peşinde. Biz bu yolda ciddi başarılar elde edeceğini öngörüyoruz. Zira o derslere oldukça ilgi duyan, gözünü kulağını ve tüm algılarını açmış bir siyasi çizgi “HERKESİN GÖZLERİ ÖNÜNDE GÖNDERE ÇEKİLİYOR”.
Kuşkusuz biz sorunları çok yönlü irdeleyerek ve diyalektik-tarihsel Materyalist yöntemi kullanarak ele almayı zorunlu bunu kavramayı ise hayati bir mesele olarak görüyoruz. Ve hiç kuşkusuz MLM’ler olarak sorunlarımızın esasını yakaladık iddiasında değiliz. Ancak sorununun ana nedeni olarak sol ya da sağ kitle çizgisine sarmak, özellikle devrimci politikayı üretmeyi bu vesileyle “solculuk” olarak hedefe koymak ve “işte bak bütün sorumlu budur” diyerek her sıkıntıda bunu İngiliz anahtarı gibi kullanmak bizden uzak olsun, zira oportünizme ve sağcılığa oldukça yakın bir anlayış bu. Mutlu ve mesut bir serinlik vermektedir çünkü.
Lenin’in Sol Komünizm Çocukluk hastalığı kitabı politik arenada daha fazla devrimci çizginin karşısına dikilmeye başlandı. Eğer ustaları kendi bağlamından koparır, içinden geçtiği sürecin temel karakteriyle düşünmezsen abartısız her düşüncenin karşısına çıkaracak bir alıntı bulmak kolaydır. Bunu oportünizmde, revizyonizmde, reformizmde yapar, yapabilir. Ama bu sutaların komünist ruhunu ve yöntemini sadece zedelemeye, berhava etmeye yarayan bir girişimdir. Ustalar derya gibidir. Özellikle Lenin, Stalin ve Mao’nun politik mücadeledeki geniş ve yaygın deneyimleri, taktik politikadaki çeşitlilikleri onlardan bu yönüyle her meseleye karşı bir alıntı bulmayı kolaylaştırır. Ancak ustaların taktik hamlelerini, politika üretme biçimini birincisi; onların sınıfsal ve ideolojik yaklaşımlarından, ikincisi; içinden geçtiği dönemin çok yönlü karakteristliğinden yani nesnellikten, üçüncüsü; kendi güç ve olanaklarından yani öznelliğinden, dördüncüsü; ustaların bulunduğu toplumsal yapının niteliğinden kopardığın zaman elinde sadece “ölü metinler”le yazılmış yazılar kalır. Tarihsel olarak oportünizm, revizyonizm ve reformizmde buna mahkum olmaktan kurtulamamıştır. Bugünde böyle olacaktır.
CHP’nin niteliği, Faşizm Konusunda Kafa Karışıklığı ve Her Şeyi Söylemeye Müebbet Cezalı Olmak!
Yusuf Köse’de ustalardan alıntılarla CHP’nin Adalet Yürüyüşü karşısında devrimcilerin duyarsızlığını eleştiriyor. Bir yandan CHP’nin Burjuva niteliği (biz ona komprador burjuvazi ve büyük toprak ağalarının temsilcisi diyoruz), gerici karakteri ortaya konuluyor; diğer taraftan ise Lenin’in Komünistlerin sosyal demokrat partilere karşı “solcu” duruşunu referans göstererek CHP’nin ittifak güç olacağına dair zimni (örtülü) bir çözümlemeye girişiyor. CHP’nin faşist mi, faşizmin destekçisi mi, faşizmle mücadele edemeyen bir liberal parti mi olduğu Yusuf Köse’de net değil. Zira hepsini söylüyor. Ama hiç birini söylemiyor aynı zamanda. Bu bağlamda da politik analizi bir çorbaya dönüyor. Ordan hemen ve derhal Faşizme Karşı Birleşik Cephe’nin kurulması ihtiyacını dile getiriyor. Almanya’nın SPD’sine karşı Komünistlerin Hitlere karşı ittifak önerisine göndermelerle ve Komüntern, Stalin ve Çin süreciyle bu tezini destekliyor.
Yusuf Köse belli ki CHP’nin niteliği konusunda ciddi bir kafa karışıklığı yaşıyor. Yine aynı kafa karışıklığını ülkemizdeki faşizmin niteliği ve siyasi partilerdeki cisimleşme biçiminde de yaşıyor. Bir defa CHP Lenin’in bahsettiği Sosyal Demokrat Partilerle benzerlik taşımıyor, yine Stalin ve ÇKP’nın ittifak güçleri olarak tanımladığı oluşumların sınıfsal niteliği ile de benzerlik taşımıyor. Bu tartışma aklımıza İbrahim Yoldaşın Şafakçılarla Mustafa Kemal benzetmesini getirdi. Şafakçılar ısrarla Sun-Yat Sen benzetmesi yaparken Kaypakkaya yoldaş eğer illede bir benzetme yapılacaksa burjuva demokrat olan Sun-Yat-sen değil gerici olan Çan Kay Şek benzetmesi yapılır diyerek soruna açıklık getirmiştir. CHP’de Almanya’da benzetilecekse SPD ile değil Hitlerin NSDAP’ına benzetile bilir. Ya da bu partinin içindeki bir kliğe. Türkiye’de faşizm herkesin bileceği kuruluş sürecinden itibaren bir devlet biçimi olarak şekillenmiştir. Yani egemen sınıflar olan Komprador Burjuvazinin ve büyük toprak ağalarının ihtiyaçlarına uygun şekillenmiş bir devlet biçimidir. Ve süreklidir, esasta kesintisizdir. Bu eksende egemen sınıfların temsilcisi olan her parti faşist karakterlidir. Almanya, İtalya gibi ülkelerdeki faşizmin oluşum seyri ve hikayesi ile bizimki arasında ciddi bir fark vardır. Bu bağlamda siyasi partilerin karakteri de buna göre şekillenmektedir. CHP faşist sistemin bekasını savunan, devletin kurucu partisidir. Ve Devletin kuruluş felsefesine esasta sıkı sıkıya bağlıdır. İlerici ve demokrat kitlenin bu parti etrafında odaklanması onun bu gerçekliğini değiştirmez. Bu eksende CHP faşizmin destekçisi, koltuk değneği değil bu sistemin yapı taşlarından biridir.
Yusuf Köse meseleye böyle bakmamaktadır. Sorunu burjuva partilerle komünistlerin kanlı çatışmalara rağmen yeri geldiği zaman ittifak yapacağı üzerinde bir basit denklemle ele almaktadır. Bu doğrudur. Yani araya kanın girmesi, sınıf düşmanlığı meselesi ittifak politikasının oluştuğu koşullarda bir kıymet taşımaz taktik ilişkide ve ele alışta. Bu genel bir anlayış ve politikanın cilvesidir. Sorun ittifak politikasında sürecin özellikleri, karakteri ve düşman tanımlamasında ki stratejik sorundur. Peki bizim içinde geçtiğimiz koşullarda faşist karakterli ve sistemin sigortası olarak konumlanmış CHP ile 1900’lü yılların yarım yüzyıllık dilimindeki ittifaklık ilişkisi geliştirilen partilere yönelik politikaların benzerliği nedir. CHP’nin faşist siyasal çizgisi ve devletin egemen sınıflarının bir kliğinin temsiliyetine dair ne gibi bir değişim söz konusudur. CHP faşist devlete karşı bir muhalefet gösteren, faşizmin tasfiye temelinde hedefine oturmuş durumda mıdır?
CHP’nin devletin güvenliği ve bekası noktasında, emperyalizmle kurduğu ilişki noktasında, faşizmin egemen siyasal temsilcisi AKP ile ilişki biçimi ile demokratik, ilerici ve devrimcilere dost, sisteme muhalif nasıl bir karakteri vardır. Meciste her türlü savaş politikasının destekçisi, Kürtlere düşman, ezilenlere yönelik saldırılarda rahatsızlık duymayan yapısı ile sistemle nasıl bir karşıtlığı söz konusudur. Eğer devleti AKP ve Tayyip Erdoğan derekesine indirirseniz evet CHP bir muhalefettir. Ama gerçeğe ve devletin temel bileşenlerine, sahiplerine, temsilcilerine bakarsanız hiçbir muhalif yanı yoktur. Bu CHP her fırsatta halka AKP iyi yapamıyor ben yaparım diyen, Ortadoğu politikasında AKP’den rol kapmaya çalışan, AKP’nin işlevli kadrolarını kendinde toplamaya çalışan, devletin emperyalizmin politikalarını uygulamada kendisini pazarlamaktan geri durmayan bir siyasi çizgisiyle yıldızını parlatma mücadelesi içindedir. Her adımı, her siyaseti buna dönüktür. Bu yapısıyla CHP’nin bugün ki koşullarda dirsek temasını hak edecek, devlete yönelen hangi muhalif konumlanışı vardır. Nasıl bir “sosyal demokratlık ölçütü” bulmamız gerekiyor CHP’de.
Yusuf Köse Referandum sürecinde yaşadığı kafa karışıklığını daha doğrusu sağa doğru savrulma eğilimini tam hız devam ettirmektedir. Zira CHP’nin “adalet” çığlığının etkisinde fazla kalmaktadır. Sorunu yanlış analiz ettiği için yanlış sonuçlar ve ham beklentilere düşmektedir. Bu yürüyüş egemenler arasında yaşanan bir kapışmada işin ucunun fazla kaçması ve bozulan dengenin kurulmasına yöneliktir. Aynı zamanda CHP’nın 2019 Başkanlık referandumuna bu gelişmeleri fırsat belleyerek hazırlanmasıdır. Memnuniyetsiz, daha doğrusu muhalif kitlenin başka potaya gitmemesi için oluşan fırsatı en pasif, en edilgen ve kitlelerden en kopuk biçimiyle kendine çekme hamlesidir. CHP meseleyi stratejik ele almaktadır. Sistem dışına çıkacak kesimleri “barışçıllık”, “uzlaşmacılık”, “sistem içi adalet”e mahkum edecek bir yönelimle ele almaktadır. Bu anlamda sistemin krizini kendisini güçlendirmenin ve kitleler nezdinde kendini çekim merkezi yapmanın hesabı içindedir. CHP’nin bu oldukça berrak ve gözle görülüp elle tutulabilir sınıfsal tutumuna karşı, ilerici cenahta taktik adı altında bir yamanmaya çevirme hesabı yapılmaktadır. CHP’nin stratejik politikaları, hedef ve amaçları bizim için ilişkilenilecek taktiklere el vermez. Bunun oluşması için nesnel duruma, değişen koşullara ve çelişkilerin özüne esasına bakmak gerekir. Bu devrimcilik, ilericilik adına bir taktikle önümüze servis edilmektedir.
Faşist Partinin Adalet Anlayışını Savunmak Ve Kitle Hareketi Tanımında Sınıfta Kalmak!
“CHP’nin istediğini “adaleti” bizde istiyoruz. Bugün burjuva demokrasisinin “adaletine” gereksinimiz var. Tercihimiz, faşizme karşı burjuva demokrasisi sınırları içindeki “adalet” olur. Ancak, biz komünistler burjuva adaletiyle sınırlı kalmıyoruz.” Yusuf Köse bu satırları yazarken oldukça ciddi. CHP’nin adalet talebinin ne olduğunun farkında değil sanırız. CHP burjuva demokratik sınırlarında olan bir adalet anlayışını savunamayacak kadar faşist karakterli bir partidir. Faşist partilerin siyasal söylemini bize komünistlik adına bir şeker gibi sunma cesaretine sadece şapka çıkarırız. Kaypakkaya yoldaşın faşist partilerin kitleleri kandırmak için ne şaklabanlıklar yapacağını, dümendeyken başka dümeni terk edince başka argümanlar geliştireceğini anlatan çarpıcı örneklerini Yusuf Köse kendisi unutmuş olabilir. Anca biz unutmadık. Unutmadığımız gibi sosyal pratikle hala test ediyoruz, sağlamasını yapabiliyoruz.
Bu noktada kitleden kopmamak, kitlelerin adalet arayışıyla paydaşlık kurmak gibi oldukça süslü laflarda karşımıza çıkmaktadır. Bir defa bu oluşum Yusuf Köse’nin anlatmaya çalıştığı şekilde bir kitle hareketi şekline bürünmemiştir. Bu hareket biçimi, kontrol ve yönlendirmesi ile ve aldığı siyasi programla gericiliğin bir parçasıdır. Adalet talebi CHP’nin belirlediği çerçevenin dışına çıktıda, bir kitle hareketi oluştu da biz mi göremiyoruz. Yusuf Köse’nin görüp bizim göremediğimiz nasıl bir kitle hareketi vardır. Bir kliğin kendi gerici siyasi emelleriyle oluşmuş ve yığınları peşine takmış yürüyüşü ne zamandan beri bir kitle hareketi haline gelmiştir. Bu yürüyüşe sahip çıkan kitlenin demokratik muhteva ve duyguda olması yürüyüşün siyasi programını, amaç ve hedefini ortadan kaldırmaz.
Ki yürüyüşe HDP katılırsa amaç ve hedefinden sapar ve zehirlenir diyen bir önderlik, hakimiyetten bahsediyoruz. Bu derece kemikleşmiş bir eylem ve etkinlik karşısında ilerici ve devrimci güçlerin dahil olması en fazla bu gericiliğe kan taşımak, meşruiyet kazandırmak olacaktır. Bu kitleyle ilişkiye geçme adına, onların ruhsal ve eylemsel hareketine yabancılaşmama adına sahiplenme çağrısı sistem içi hatta gerici bir programa dahil olun demekten başka bir anlam taşımaz. Bu gerekçe referandumda da karşımıza çıkarılan bir argümandı. Devrimcilere gerici 1982 anayasasına sahip çıkın, bu yenisinden iyidir tercihinin çalışması yürütüldü. Ne oldu? Devrimciler kitlelerle yeni ve güçlü ilişkiler mi kurdu devrimin ve işçi sınıfının çıkarı lehine. Kitlelere çok güçlü güven mi verildi. Marjinalleşme sorunumuzun bir kısmına merhem mi bulundu. Esas olan sorunumuz bu siyasetle çözüm yoluna mı girdi.
Lenin Komünistlerin işçi sınıfının amaçlarından ve görevlerinden farklı amaçlarının ve görevlerinin olamayacağının altı çizilmelidir vurgusunu sıklıkla yapar. İşçi sınıfının çıkarları ve amaçları esasta devrimdedir. Devrimci hedeflerine odaklanacak, geniş kitleleri bu devrim çizgisine çekecek bir yönelimdedir. İdeolojik olarak sistem içiliğe mahkum edecek, ittifaklarını sınıf işbirlikçiliğine dayandıracak bir yaklaşım onun amaç ve hedeflerinin reformizme kurban edilmesi anlamına gelecektir. Şimdi kalkıp egemen sınıf kliklerinin kapışmasında bir faşist kliğin programına, amacına ve hedefine angaje olmasını ve bunu kitleleri kazanma adına yapmasını savunmak solculukla mücadele adı altında reformizme, bürokratizme, tasfiyeciliğe ve sınıf işbirlikçiliğine davet etmekten başka bir anlama gelmez.
Burada hemen belirtelim ki Enis Berberoğlunun tutuklanması ya da CHP’nin yürüyüşü gözümüzü kapatacağımız bir gelişme değildir. Bu neviden durumlar geniş kitlelerde daha güçlü tepki verme eğilimi oluşturur. Ancak bu durum sadece aynı bağlamlı, aynı gündem ekseninde siyaset yapmayı zorunlu kılmaz. Sisteme daha fazla yönelecek, kitleleri farklı sorunlar temelinde harekete geçirecek olanak ve zeminin oluşması anlamına gelmektedir. Devrimci güçler bu eksende özellikle geniş kitlelerin kendi sorunları ekseninde sokağa, eyleme ve devlete yönelime sevk edecek bir politika üretme biçimine odaklanmalıdır. İlle de bu sorun etrafında dönmesi gerekmemektedir. İlle de “adalet” çağrısı ile eylemleri kendi başına yapması zorunlu değildir. Devrimci güçlerin kavraması gereken bu durumlarda ve çelişkilerde geniş kitlelerin sisteme daha fazla güvensizleştiği, ona daha etkili yönelme eğilimi taşıdığı bir ruhsal şekillenişe gireceğini kavramasıdır. Cesareti ve hamleleri daha fazla kuşanma olanağı vardır. Bu noktada devrimci güçler Örneğin OHAL uygulamasına daha etkin yönelmelidir. Yada Kürt ulusuna yönelik saldırılara karşı daha fazla hareket halinde olmalıdır. KHK’lara karşı daha aktif ve dirençli mücadele örgütlemelidir. Adaletsizliğe karşı daha fazla Veli Saçılık tarzı ile kavgaya girmelidir. Ya da devletin Rojava ve Suriye’ye yönelik saldırılarını daha fazla hedef haline getirelidir. Aslolan kitlelerin sorunlarını doğru tespit ederek onu politikaya çevirme ve en etkili araç ve biçimlerde hayata geçirme meselesidir. Böylesi gelişmelerde politize olan bir kitle gerçekliği vardır. Bu politize olma halini kendi gündemleriyle harekete çevirme, örgütlenmeye dönüştürme hamlesi yapmasıdır. Aksi taktirde ortaya çıkan politize olma halini belirlenmiş politikaya hapseden kısırlaştıran, içinde mi dışında mı olalım tartışmasına çeviren bir saçmalığın içine çeker.
Bu durumda oluşan politize olma halini, kitlelerin duyarlılığını taktik politika adına faşist bir kliğe yedekleme çağrıları içerden gür ve kakafonik çağrılarla karşımıza çıkar. Yusuf Köse mekanik, eklektik ve sağcılığın serin sularında duran anlayışıyla bunu yapmaktadır. Düştüğü pozisyon dünya görüşünün bir izdüşümüdür. Bunun alıcısının ise komünistler olmayacağı açıktır. Ancak bu anlayışını can siparane sahiplenecek, “45 yıldır başaramadık yeni şeyler söyleyelim” diyecekler hiç kuşkusuz söz konusudur. Ki o cephede pek makbul olduğu da görülmektedir. Bu reformist, sağcı çakışmanın ve buluşmanın mutlu mesut halleri ise gözden kaçmayacak kadar ortadadır. Mutluluklar dilemek Komünistlerin son sözü olsun.