Ortadoğu’da emperyalizmin paylaşım savaşının yarattığı bölgesel savaş, farklı dengeleri açığa çıkarırken; ABD emperyalizminin politik nüfuzunun sarsıldığı bir süreç yaşanıyor. ABD emperyalizmi yarım asırdır sürdürdüğü hakimiyetinin devamını sağlamakta zorlanıyor. ABD emperyalizminin sözcüleri tarafından sarf edilen “30’a yakın ülkenin sınırları değişecek” sözünün üzerinden çok zaman geçti. Bu süre içinde ABD dış politikasını onlarca kez değiştirmek zorunda kaldı. Özü aynı kalan fakat bir türlü biçimi tutmayan dış politika, denebilir ki, Suriye sorunu ile Ortadoğu’ya saplanıp kaldı. Bu saplanmanın ABD tarafından en kötü yanı, muhtemeldir ki, 21. yüzyıl stratejisi olarak belirlenen Avrasya stratejisinin uygulanmasının gecikmesi. Ama yine de dengelerin lehe kurulmadığı Ortadoğu’yu bırakmak bugün açısından yenilginin dünya üzerinde hegemonik bir güç olmanın kaybedilmesi ile eş anlamlıdır.
11 Eylül saldırılarının ardından Irak ve Afganistan’ı sorgusuz sualsiz işgal eden ama Suriye’de aynısını yapamayan ABD emperyalizminin karşısına politik, ekonomik güç olarak Rusya ve Çin emperyalizmi çıkmış ve bu çelişki Suriye sorunu ile derinleşmiştir. Buradaki en önemli paylardan biri de Esad’ı devirmenin piyonu iken, bugün ABD’nin bölgeye dair izleyeceği politikanın ayak bağı olan DAİŞ olmuştur.
DAİŞ üzerinden kurulan planların suya düşmesi tekfirci faşist çetelerin yarattığı sorun hem Şii grupların hem de PYD-YPG özgülünde Kürtlerin askeri-politik gücünü artıran bir etken oldu. Bu, bölgedeki dengeleri altüst ederken Suriye sorununun çözümünü bilinmez bir tarihe de gönderdi. Hegemonik bir güç olarak ABD emperyalizminin esas gündemi Çin ve Rusya emperyalizmini kontrol altında tutmak ve çevrelemek olduğundan, ABD, buna paralel Rusya’yı sıkıştırmak için Ukrayna krizini kullanırken Doğu Avrupa’ya füze ve savunma sistemleri yerleştirirken askeri varlığını da artırmaya başladı. Çin’i çevreleme politikası kapsamında en son atılan adım tonlarca kimyasal bomba (Napalm) yağdırdığı Vietnam’a uygulanan silah ambargosunun kaldırılması oldu.
Ancak yine de tüm bu çevreleme politikalarını güçlü kılacak olan, Ortadoğu’nun lehe olacak biçimde bir noktaya taşınmasıydı. Bu yüzden de tekfirci faşist DAİŞ’in bir sorun olarak ortadan kaldırılması adına ABD emperyalizminin ilk adımı Rakka operasyonu oldu. Bu operasyon, Ortadoğu’da Rusya’ya dönen politik ibreyi kendisine çevirmenin yanı sıra sarsılan politik nüfuzunu yeniden tesis etme gibi amaçlar da taşıyor. Sorunu yaratan ve çözümünün de kendisi olduğu imajı veren ABD, satranç tahtasında tek oyuncu olmadığını yakın zamanda Kobanê direnişi ve Rusya’nın manevraları ile görmüştü. Bu yüzden de satranç tahtasındaki manevralarına yeni yön verme zorunluluğunun baskısı altında, 250 askerle Rakka operasyonuna dahil oldu.
Rakka hamlesini nasıl yorumlamak gerekiyor?
Ortadoğu’da yaşanan çelişkileri düz mantıkla açıklamak, sınırlandırmak mümkün değildir. Ancak son süreçte Rakka operasyonu ile birlikte bu konuda sorunlu yaklaşımlar da yok değildir. Özellikle Demokratik Suriye Ordusu (QSD)’nin Rakka operasyonuna dahil oluşu üzerinden gerçekleştirilen kimi tartışmalar, yaklaşımlar oldukça dogmatik bir ele alışın ürünü olarak ortaya çıkıyor ve Rakka operasyonunda emperyalizmle taktik ilişkilenme olarak görülen durum baştan stratejik ilişkilenme olarak değerlendirilip, mahkum ediliyor. Emperyalizmle stratejik ilişkilenme bir hareketin devrimci, demokratik ve ilerici misyonunu hızla yitirmesi anlamına geleceğinden bu tür hareketlerle diğer devrimci ve ilerici güçlerin kurduğu ilişkilerin de bitme noktasına gelmesi kaçınılmazdır, olmazsa olmazdır.
Gelgelelim Rakka operasyonunda açığa çıkan ilişkilenmeye böyle bir ilişkilenme denilmesi mümkün mü? Rakka’ya dönük operasyonda QSD’nin öncülük etmesinin yanı sıra bu bileşenin ağırlıklı gücü olan ve buraya rengini veren YPG-YPJ’nin aslında bu hamlede aktör olduğu ve taleplerini dayattığı açıktır. Ortada bir “çıkar ilişkilenmesi” söz konusudur elbette ve Kürt ulusal hareketi cephesinden bu hamlenin anlamı rojava Devrimi’ni güvenceye almaktır. Çünkü Rakka ve çevresini DAİŞ’ten kurtarmak Rojava’yı koruma altına almak anlamına gelir. Hem TC hem Esad-Rusya işbirliği hem de ABD’nin bölgede kendileri açısından istikrar yakaladıkları ilk anda saldıracakları ilk mevzinin Rojava olduğu bilinen bir durumken, özelde bugün DAİŞ ve TC üzerinden Rojava düşmanlığı ve saldırganlığı sürerken Rojava’yı koruma için hamle yapmanın mantıklı olduğu açıktır.
İlişkilenmenin niteliğinin stratejik olduğuna dair henüz ortada bir veri yokken propagandayı buradan doğru ele almak devrimcilerin işi değildir. Elbette ABD ile kurulan ilişkilenmede PYD’nin zemininin kayması, ilişkinin “emperyalizmle işbirliğine” evrilmesi muhtemeldir. Ancak bu olasılık, bir bütün hamleyi mahkum etmeyi gerektirmez, aksine dengeleri iyi okumayı ve bu taktik ilişkilenmenin nerede stratejik bir duruma evrileceğini görmek gerekir. Şunu tekrar etmek gerekirse, ortada PYD’nin Rojava devrimini koruma kaygısıyla bir atılımı, hamleye katılımı mevcuttur.
Özetle Ortadoğu’da dengeler sürekli değişiyor ve bu süreçten kazançlı çıkmak için farklı taktikler, ittifaklar geliştiriliyor; PYD’nin bugün yaptığı budur. Daha önce Esad’la savaşmadıkları için “rejim taraftarı”, emperyalistler arası çıkar ilişkilerini kullandığı için “Rusya taraftarı” ilan edilen KUH, şimdi de DAİŞ’e karşı Rakka hamlesine katıldığı için “ABD emperyalizmi ile stratejik işbirliğine gidiyor” deniliyor.
Açık ki KUH’un bir stratejisi var: O da Rojava’da halihazırdaki kazanımları korumak. Çünkü bugün Rakka hattının kesilmesi Rojava’yı ciddi anlamda rahatlatacaktır. Gre Spi, Kobanê, Hesêkê ciddi anlamda tehdit altında hala. Rakka hamlesi üzerinden “emperyalizme biat” yorumu çıkarmanın altında şovenizm rüzgarının mutlaka etkisi var ancak yazı bununla ilgili olmadığından taktik-strateji arasındaki fark üzerinden tartışmak yeterli olacaktır.
Kaynak:ozgurgelecek.net