Ülkemizde ekonomik ve siyasal krizin sonuçlarının yaşamın her alanında, bütün yıkıcılığı ile hissedildiği bir süreci yaşıyoruz. Son birkaç yıldır çeşitli vesilelerle gündeme gelen seçimler, yönetememe krizinin en belirgin göstergelerinden biri olmuştur. Seçimler, sistemin kendisini meşrulaştırma araçlarından biri olarak en çok da faşizm koşullarında “demokrasi pelerini” işlevi görmektedir.
Seçimler, hakim sınıflar için kriz koşullarının bir zorunluluğu, ihtiyacı ve kaçınılmazlığıdır. Bu süreçte yaşanan saldırılar, dışımızda o çokça dillendirildiği şekliyle ne tek başına AKP’nin ne de onunla özdeşleştirilen Erdoğan’ın kişisel tercihidir. “Olağan” koşullarda yan yana ve tek blok halinde hareket eden sermayenin bütün uşakları, bugün tıpkı bir önceki genel seçimlerde olduğu gibi bu seçimler sürecinde de iki ayrı sürecin “demokratik” renk katanı olarak ayrı “blok”larda demokratik yarış yalanını örgütleyeceklerdir. Bu bloklaşma hali, sadece bir klik çatışmasıdır daha fazlası değil. Zira mevzu bahis “devletin bekası” olduğunda, bahsi geçen bloklaşma halinin nasıl da tek blok haline geldiği bilinmez değildir. “Demokrasi” payesi biçtikleri bu seçim sonrasında da atacakları en önemli adım, sürecin açığa çıkaracağı yeni olanaklarla faşist diktatörlüğün yıpranmış, paçavraya dönmüş kurumlarını, ihtiyaç duyulan yeni siyasal adımlarla hep birlikte onarmaya çalışmaları olacaktır.
Ekonomik kriz gün geçtikçe kendisini sokaklarda ifade etmeye başlamıştır. İşsizliğin arttığı, hak gasplarının alabildiğine azgınlaştığı bu süreçte seçim süreci öncesi kıpırdamaya başlayan bir kitle muhalefetinin korkusu, egemenleri bir başka noktada birleştirmektedir; muhalefeti de sistem içinde eritmek! CHP ve İYİP ortaklığı faşist “Millet İttifakı” bunun için oldukça idealdir. Faşizmin düzen dışı muhalefet dinamiklerini yok etmek, edemiyorsa etkisizleştirerek kendisine yedeklemek gibi bir görevin yüklü olduğu adrestir CHP. “Sol”, “muhalif” kimliği bu görevin yerine getirilmesi için kullanılan argümanlardan başka bir şey değildir. Bugün AKP/Tayyip karşıtlığı üzerinden girdiği konumlanma, sadece kendi temsil ettiği kliğin çıkarları gereğidir. Hal böyleyken CHP’yi meşrulaştıran her türlü pratiğin direkt sisteme hizmet ettiği gerçekliği bir sır değildir.
31 Mart Yerel Seçimleri öncesinde reformist hareketlerin, CHP-İYİP ittifakı içerisinde aktif olarak konumlanmayı demokrasi mücadelesinin bir görevi olarak tanımlamaları oldukça manidardır. Muhalefeti AKP iktidarına muhalif olmakla sınırlayan, bir şekilde onun karşısında konumlanan, iktidar perspektifinden uzak bir politika ve anlayışla faşist CHP ile yeni ittifaklar kurarak (aynı zamanda “millet ittifakı”yla) seçim sürecine girmeleri reformist anlayışlarının doğasına uygundur. Ancak bu politikanın ciddi bir savruluş olduğunu da vurgulamak gerekir. ÖDP Başkanlar Kurulu üyesi, şimdinin CHP Beyoğlu Belediyesi Başkan Adayı Alper Taş (esas olarak ÖDP) bu sefil savruluşun son, somut bir örneğidir. Peki, bu “son”dan reformizm ders çıkarır mı? Sınıf karşıtlığını seçim sandıkları ile gölgeleyen, (gizleyen demek yanlış olmayacaktır) demokrasinin varlığını sandıkların varlığı ile eşitleyen, seçimlere katılıma stratejik anlamlar yükleyerek kitlelerin tepkisi ve öfkesini maniple eden, Erdoğan “ha bu gün, ha yarın gidecek” diyerek geleneksel papatya falları açma işi ve uğraşında olanların dersler çıkaracaklarını beklemiyoruz.
Tartışılması gereken başka bir sorun da seçim ve sandık fetişizminin ortaya çıkardığı “sosyalist belediyecilik” anlayışıdır. Dün genel seçimlerde parlamentoda çoğunluk elde etmenin, emekçiler için iktidar olmak anlamına geldiği propaganda edilirken, bugün de mevcut siyasal ve yönetsel yapılanış ve işleyiş içerisinde egemenlerin merkezi iktidarını yerele de yaydığı gerçeği yok sayılmaktadır. Bu kesimler belediyelerin bir “yerel iktidar” odağı olabileceğini, belediye yönetimlerini ele geçirerek emekçilerin yerel de olsa “iktidarlaşabileceği” yalanını propaganda ederek, adeta iktidarın vadettiği sahte cennetin bir başka versiyonu olan “sosyalist halkçı belediyeciliği” vadederek kitleleri bir kez daha, bu defa da farklı söylemlerle aldatmaktadırlar.
Israrla görmezden gelinen ya da yanlış bilinen esas şey, tıpkı parlamenter avanaklıkta olduğu gibi merkezi yönetimlerle yerel yönetimlerin ilişkileri üzerinden, devlet ve iktidar sorununa bakıştaki zincirleme yanlışlıklardır. Buradaki en temel yanlışlık; sınıf ilişkilerini, bunun temellerini oluşturan üretim ilişkilerine dair iktidar aygıtları gerçeğini, mevcut siyasal ve anayasal yapı ve esaslara göre yerel yönetimlerin, ülkenin genel siyasetini etkilemek bir yana, herhangi bir siyasal yetkiden bile yoksunluğunu da kabul etmeyiştedir.
Bizzat ÖDP’nin kökenin oluşturan geleneğin Fatsa pratiği (kendi içinde olumlu deneyimler barındırsa da) mevcut sistemde seçimlerle yerel iktidar kurulamayacağının en somut örneklerindendir. Sistem sınırlarının dışına çıkıldığı anda saldırının hedefinde olan her türlü hareketin baskı ve zorla sindirilmeye, ezilmeye çalışıldığı faşizm koşullarında yapılan seçimlerin de aslında bir aldatma olduğunu, bir maske olduğunu anlayamamak, reformistlere özgü olsa gerek. Ya da yakın süreçte HDP’li belediyeler üzerindeki saldırılar, kayyum politikaları, sistemin belediyelerle iktidarı teslim etmeyeceğinin en somut örneklerindendir. Kaldı ki bu belediyelerin yerel iktidar gibi bir hedefleri olmamasına rağmen saldırılara maruz kalması, en basitinden demokrasi mücadelesine bir saldırı olarak algılanmalıdır. Ki ülkemizde demokrasi sorununun çözümünün dahi, zora dayalı bir mücadele ile gerçekleşeceğini yadsıyan reformizmin, bu kulvarda demirlemesi aslında pek de şaşırtıcı değildir.
Belediye seçimlerinde başarılı olmakla, yerelde iktidar olmak bir ve aynı şey değildir. Bugün aslolan; kitleleri aldatan, onun bilincini bulandıran reformist hayalleri değil, MLM çizginin sosyal politik yaşamda, dinamiğin kendi devrimci öznesiyle, kendi örgütsel hattında buluşarak zora dayalı mücadele biçimlerinin örgütlenmesidir.
Diğer yandan HDP, “saray rejimini (!)” geriletmek ve demokrasiye katkı sunmak adına CHP lehine Batı illerinde aday göstermemektedir. Bu kliğin gösterdiği adayları desteklemek, kitleleri de desteklemeye davet etmek, Tayyip ve hükümet karşıtlığı üzerinden seçimlere yaklaşmak, sınırları tartışılır demokrasi anlayışından radikal olarak geri adım atmak anlamına gelmektedir. Temel sınıf ve iktidar ilişkilerini yok sayarak yaşanan saldırıları AKP ile sınırlayan bu hattaki ısrar, Kürt Ulusal Hareketi’nin devrimci dinamiklerinin, kitlede gelişen her türlü öfkenin, tepkinin törpülenmesine ve o dinamiklerin hızlıca körleştirilmesine hizmet eder.
HDP’nin, CHP’ye destek kararı, özelde demokratik Kürt mücadelesine, genelde ise ülkemizde parçası olduğu demokratik mücadeleye en ufak bir katkı sunmayacaktır. “Fedakarlık” adına atıldığı ifade edilen bu adımın, objektif olarak sistemin işine yaradığı konusunda hiçbir kuşku yoktur. Faşizm, ülkemizde sadece AKP/MHP ile sınırlı tutulmayacak kapsamda bir devlet biçimidir. İYİP ve CHP gibi sistemin burjuva-feodal partilerini faşist politikalardan azade görmek, en iyi niyetle siyasal körlüktür.
Tüm reformistlerimiz gibi HDP’nin de seçimlere atfettiği anlamı; devrim ve demokrasi mücadelesinde merkeze koyma ve sistem içi çözüm yollarında ısrarın geldiği nokta olarak tanımlamak abes olmayacaktır. HDP’li milletvekillerinin tutuklanmasının önünü açan oylamaya katılarak oy veren, onay veren, kayyumlara muhalefet etmeyen, Efrin başta olmak üzere Irak, Suriye ve Türkiye Kürdistanı’na dönük askeri operasyonları destekleyen, Avrupa Konseyi’nde ülkede siyasal baskının olmadığı yönünde parmak kaldıran Millet İttifakı bileşenlerinin batıdaki belediyeleri almasının, demokrasinin kazanımı olarak tanımlanması, HDP açısından sorgulanması gereken bir destek politikasıdır. Bu tür duruş ve anlayışların, devletin faşist saldırganlığına karşı ortak zeminde direnişler örgütlemesinin de önünde köstek olabileceği akıllardan çıkarılmamalıdır.
Biz; somutla özgünlüğü kaynaştıran net, yaratıcı, politik yaklaşımımızı örgütleyeceğimiz asgari planda ortaklaşırken; esas olarak kendi siyasi çalışmamızı ana referans alacağımızı, nesnele uyumlu komünist-devrimci özne olarak rolümüzü oynamaktaki kararlılığımızı ve ısrarımızı ifade etmiştik. Bu kararlılık ve ısrarla bir kez daha; emekçileri pasifize eden, onların umut ve beklentilerini sistemin gerici kanadına havale eden, tasfiyeciliği ören ve yanlış bilinç taşıyan siyasi program ve anlayışlara karşı kitleleri uyarma görevimizi; hiçbir siyasal hareketin kayıtsız şartsız destekçisi olmadan bu çizgi ve anlayışlara karşı ideolojik-politik temelde mücadeleyi örgütleyerek geliştireceğiz. Sınıf bilinçli proletaryanın siyasal dünya görüşünün ilkelerini ve temel isteklerini savunmak ve kitlelerle buluşmak için özel fırsatlar sunan yerel seçimlere bu perspektifle müdahil olacağız.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 14 Şubat tarihli 28. sayısından alınmıştır.