SEÇİMLERİ BOYKOT ET, DEVLETE BAŞ KALDIR!
“Seçimleri Boykot Etmek” sistemden kopuştur. Ve aynı zamanda faşist devlete meydan okuyan, onun dayattığı hiçbir kuralı kabul etmeyen halk iktidarı alternatifidir. Bu gerçek ışığında “demokratik halk devrimi” ve “sosyalizm” alternatifini sunmayan, onun çok yönlü çalışmasını yürütmeyen her kim olursa olsun, adı ne olursa olsun sistemin çizdiği çemberin dışına çıkamaz.
Fazla keskin söz söylemeye veya yüksek perdeden söylemlere gerek yoktur. Bu anlamda derdimiz birilerini mat etmek veya yenmek değil. Asıl olan doğru olanı ısrarla savunmak okun ucunu baş düşmana ve düşmanlarımıza yöneltmektir. Seçimleri kutsallaştıran, giderek seçimlerde alınacak başarıyı “kurtuluş yolu” göstermek isteyen grup ve kişilerin düşünceleri yanlıştır. Ancak bu kesim bizim asıl hedefimiz değildir. Bunların önemli bir kısmı bizim dostumuz, devrimin müttefikidir. Yanlış bir taktik hat izlemekteler ve bu yanlış taktik uygulamayı genel geçerliliği olan hale getirme uğraşında başarılı bir çalışma yürütüyorlar. Türkiye’de ve T.Kürdistan’ında devletin yönetsel şeklinin özü faşizmdir. Ülkemizde faşizm süreklidir. Gelip geçici bir olgu değildir. Bu anlamda bazen örtülü , bazan açık, bazan ise en koyu, en ırkçı, şoven askeri faşist diktatörlüğe uygular. Faşist diktatörlüğün Kürdistan’daki uygulamaları daha katmerli ve acımasızdır. Bugün Ortadoğu’da, Kürdistan’da ve Türkiye’de açık bir savaş var. Ortada olan ve yaşanan bu gerçeği görmezden gelmek, kem küm etmek kendi niyetini gerçeğin yerine koymaktır.
Ülkemizde faşist diktatörlük topyekün halklarımıza saldırıyor, katlediyor, yakıyor, yıkıyor, gözaltına alıyor, işkence yapıyor, tutukluyor ve gerekçesiz zindanlara tıkıyor. Kürdistan’ın her karış toprağında, her yerde savaş yasaları yürürlüktedir. Sokağa çıkma yasağı, giriş çıkışların yasaklanması, seçim bölgelerinin keyfi yer değiştirilmesi, insanların hiçbir yasal, hukuksal haklarının bulunmaması, Devlet “Allah u Ekber, tekbir” sesleri eşliğinde faşist Türk ordusu ve polisinden oluşan JÖH ve PÖH’ler Kürt halkına, diğer halklara her gün her saat tankıyla, topuyla, savaş uçaklarıyla, kobralarıyla kurşun yağdırması, dağları, ormanları, köyleri yakması, yaşam alanlarını zorla boşaltması bize bütün çıplaklığıyla yaşanan gerçekleri gösteriyor. Bugün nasıl bir faşist diktatörlüğün hüküm sürdüğü, nasıl bir faşist yönetim biçimi içerisinde olduğumuzu açıkça görmekteyiz.
Gelinen aşamada en gerici inançlara demokratlar, aydınlar, ilerici-devrimcileri boyun eğmekte, iftar sofralarında oy için dua etmekteler. Öyle ki dini gericilik karşısında meydanlarda, sokaklarda, iftar sofralarında bütün partilerin ve seçime katılan ittifakların, kendisine “sosyalist-komünist” diyenlerin diz çöküşünü görüyoruz. Burada insanları inançları üzerinden büyük bir aldatma görmekteyiz. kimse kimseyi kandırmasın, akıl hocalığı yapmasın. Sudan bahaneler uydurmasın. Gerçek ortada, görülmesi yeterlidir.
Sen bu gerçekliğe gözlerini yummuşsan, hâlâ rüzgarla gelen denizin dalgalarına kendini bırakmışsa ve gerçeği görmek istemiyorsan; bu benim değil senin sorunun. Bir tane doğru vardır, birden fazla doğru veya yanlış yoktur. Diğerleri ikisinden birine tekabül Eder. Gereksiz teorik gerekçeler getirerek kendimizi kandırıyoruz.
Bunun adı faşizmdir. Yalnızca faşizm değil, en zalim radikal şovenizm ve de radikal İslamcı faşizmdir. Kadınlarımıza yapılan zulüm ve katliam, çocuklarımıza yapılan zulüm, ayrı dinden, ırktan ve mezhepten olan halkların yaşadıkları zulüm ortada. Kalkıp ‘hâlâ faşizm yok ‘diyebilir miyiz, hâlâ çalışmayan, hiçbir işlevi olmayan bir parlamentonun meşruluğunda bahsedebilir miyiz?
Ve bu histeriyle her şey normal seyrindeymiş gibi seçimlere katılabilir miyiz? Herkes şapkasını önüne koyup ciddi ciddi düşünmek zorundadır. Faşizm belirlediği şartlarda, yasalarda, kurallarda kan gölüne dönmüş koşullarda, “her şey normalmiş, her şey güllük-gülistanlıkmış, hadi seçimlere katılalım,” denebilir mi? Ne yazık ki ilerici, devrimci, yurtsever kesimin ezici çoğunluğu seçimlere katılmaktan yana tavır aldı ve gayet hallerinden de memnunlar. “Faşist Tayyip Erdoğan diktatörünün gitmesi ” üzerinde seçim çalışmalarına odaklanmış” konumdalar. Sonrası ne olacak, kim gelecek, nasıl bir ‘demokratik sisteme geçilmek isteniyor’ belirsizliğin belirsizliği sürüyor.
Bizim ise bu soruya verilecek tek bir cevabımız var; o da koca bir hayırdır. Devrimci tutum faşizmin bize açıktan açığa bizlere dayattığı, “benim yasalarım, kurallarım ve çizdiğim, belirlediğim kulvarda yer alarak seçimlere katılacaksın, yer alacaksın, Cumhuru (başkanı) seçeceksin.” Dayatmasına karşı, bizim asıl görevimiz bu faşist dayatmaya boyun eğmeden, teslim almaya karşı koymaktır. Faşizmin bize dayattığı tüm kurallara tutarlı karşı koymak, seçimleri boykot etmektir.
Bugün içinde bulunduğumuz koşullarda güçler dengesi hesaba katıldığında boykot çalışmaları nasıl olmalıdır sorusunu da beraberinde getirmektedir.
Özellikle Türkiye Devrimci Hareketinin çoğunluğu seçimlere katılmayı esasına koymuş, tüm güçlerini bu doğrultuda harekete geçirmiş durumda. Oldukça rağbet gören seçim çalışmalarına damgasını vuran propaganda yapılmakta;”Diktatör Tayyip’in seçilmemesi ve HDP’nin barajı aşarak parlamentoda yerini alması” üzerinde yoğunlaşıyor. Buna bağlı olarak bazı kesimler ve arkadaşlar “Tayyip Erdoğan’ın seçilememesini kurtuluşun yolu” görmektedir. Seçimlere katılmanın Türkiye’de, Kürdistan’da ve Ortadoğu’da demokrasiyi, özgürlüğü getiren yolu açacaktır” havasında “büyük düşünüyorlar”
Tamam siz böyle düşünebilirsiniz bizde bu görüşleri yanlış bulmaktayız. Neden görüşlerinizin yanlış olduğunu sosyal, toplumsal ve siyasal gelişmeleri baz göstererek anlatmaya çalışıyoruz. Doğru olanın boykot olduğunu savunuyoruz. Görüşlerinizi yanlış bulup eleştirmek ve sizleri ikna etmeye çalışmak ayrı, görüşlerinize saygılı olmak ayrı bir metottur. Lenin yoldaştan bolca alıntılar yaparak, kendini doğrulamaya çalışmak şartları, koşulları hesaba katmadan kopyacılık yapmak gibi bir şey, bu senin doğru olduğun anlamına gelmez.
Dogmatizm lafını ağzından düşürmeyen arkadaşlar aslında yenilikçilik adı altında kendi kendini düzenin yasallığına amade etmektedir. Bu arkadaşlar çok yoğun sürdürülen seçim çalışmalarında demokratik halk iktidarından, halk demokrasisinden, sosyalizmden dil ucuyla bahsettiği açık görülmektedir. Devrim ve sosyalizmin sözlü yazılı propagandası esasta rafa kaldırılmış durumda. En çok da seçime ve döneme uygun taktik politikadan bahselmekte, propaganda yürütülmekte yasalar çerçevesinin dışına çıkılmamaktalar. Seçilme çalışması yürüten örgüt ve kişiler daha fazla oy nasıl alırım, kendi adayımı parlamentoya nasıl sokarım derdiyle muzdarip durumdalar.
“Kaypakkaya’ nın şapkasının altına saklanma” eleştirisini yapan arkadaşlar, öncelikle siyasal ve politik güzergâhta nerelere savrulduklarının muhasebesini yapmak zorundalar. Bilinmeli ki ne geçmişte ne dün ne de bugün Kaypakkaya geleneği hiçbir mücadele biçimini ret etmedi.Her koşula uygun siyasal değerlendirmeler yaptı, ona uygun taktik politikalar belirledi. Alınan kararların doğruluğu veya yanlışlığı belirlenen stratejiye hizmet ediyor mu, etmiyor mu, biz buna baktık bakarız. Gerisi, kendine öz gücüne güvensizliğe gerekçeler aramaktır. Biz hiçbir mücadele biçimini ret etmedik. Her özgül koşula uygun taktik politika belirdik. Dönem oldu bağımsız aday gösterdik, dönem oldu boykot ettik, dönem oldu HDP yi destekledik ve son iki dönemde de Boykot çağrısı yaptık. Bu gerçeğimizi bilen,hatta altına imza atanlar ne çabuk modaya uyup değişim rüzgarına yelken açtılar biz bunu anlamakta gayet zorlanıyoruz.
“Bir komünist hareket için elbette iki gerici klikten birini tercih etmek söz konusu olamaz. Komünist hareket, ikisini de düşman olarak görür; ikisini de devirmek için mücadele eder; ama bunlar arasındaki mücadeleye de gözlerini yummaz; bu boğuşmadan kendi hesabına azami derecede fayda sağlamak için bunların birbirine göre durumunu iyi tespit eder, en gerici olanını tecrit eder, ilk ve en şiddetli saldırılarını ona yöneltir, bu arada diğer gerici kliğin mahiyetini teşhir etmekten, onunla kendi arasındaki düşmanlık çizgisini sıkı sıkıya muhafaza etmekten de geri kalmaz. Bilir ki, hâkim sınıflar arasındaki bu boğuşma her an halka karşı bir birleşmeye dönüşebileceği gibi, en gerici olan kliğin yerini, yarın diğeri de alabilir.” ( Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya)
Biz içinde bulunduğumuz objektif ve sübjektif duruma bakarak tavır belirler, uygulamaya koruz. Bu bizim öz gücümüze, kendimize güvenin kendisidir. Başkalarının söylediğini dikkate alırız, ancak onların bizi belirlemesine asla müsaade etmeyiz. Biz koşullar el verdiği şartlarda seçimlere bağımsız adayda çıkardık, eylem birliği yaparak ortak adaylarda çıkardık. Buna karşı boykot taktiğini de çok zaman karar altına alıp kendi gücümüze uygun pratik eylemliliğe dönüştürdük. Şimdi asıl sorun şu; şimdiye kadar Partizan dergisinin dönemlere uygun aldığı kararlar hepten yanlış mıydı da siz bunun yenimi farkındalığına vardınız?
Ayrıca söylemeden geçemeyeceğimiz önemli bir sorun; “HDP ‘yi desteklememek, seçimleri boykot etmek “Kürt sorununda şovenizme düşmek” oluyorda,” Bu seçimlere katılmak Kürtleri savunmaktır. Seçimlerde Kürtleri savunmak HDP’yi desteklemekten geçiyor” vb. vb de neyin nesi oluyor. Vallahi siz eğer ki Kürt ulusunun bağımsızlığını, özgürlüğünü bu çatı altında savunuyor ve bu çerçevede çözüleceğini savunuyorsanız eğer, daha şimdiden sınıfta kaldınız derim. Şapkanın altında var olan çizgiden ne kadar uzaklaştığınızın bir göstergesi su yüzüne çıkmış oluyor böylece. Peki kırk yıldır birlikte hareket ettiğiniz ideolojik, siyasi, politik çizgi tümde tümden yanlışmıydı. İñanmadığınız çizgiyi neden doğma olarak şimdiye kadar savundunuz. Bizi Türk şovenizmiyle suçlayan arkadaşlar önce aynayı kendilerine tutsunlar. Daha düne kadar;” Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketiyle ittifak kurmaya karşı çıkanlar, ulusal hareketin ilerici olup olmadığını tartışanlar, ulusal hareketi İşbirlikçilikle ” suçlayanlar, “PKK’nin Türk solunu kendi yörüngesinde eritmeyi, tasfiye etmeyi amaçladığını ” söyleyenler, yani içimizdeki beyazlar, son iki yıldır sığındıkları limanda esen legalist rüzgârın etkisinde kalarak kendi çürüğe çıkmış teorik görüşlerini bize mal ederek güya eleştiride bulunuyorlar. Ne hallere düşülmüş de haberimiz yoktur. Olmuyor eski yoldaşlar, yeni arkadaşlar, dostlar. Eleştiri yaparken biraz siyasal dayanağınız olsun, tutarlılığınız olsun, olgunluğunuz olsun. Bu yapıyı pratik tutum ve tavırlarınızla ne duruma düşürdüğünüzü umarım bugün daha iyi görüyorsunuz, dürüst sorgular, geleceğe ders çıkarırsınız.
Şu doğru; biz Kürdistan ve Kürt Sorunu’nu mevcut devlet ve sistemle uzlaşarak çözülemeyeceğini söylüyoruz. Kayıtsız şartsız ulusların kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmesini istiyoruz.Türkiye ve Kürdistan halkının gerçek kurtuluşunun demokratik halk devrimiyle, sosyalizm ve komünal yaşama geçişle kazanılacağını her vesilede söylüyor, savunuyoruz. Bu noktada HDP de sizlerde ve Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketi de bizden geri durumdasınız. Kusura kalmayın ama gerçek bu.
Şunu bilmenizi isterim ki, kimse kimseye ne kadar çok devrimci olduğunu, Kürtlerin bağımsızlığını, özgürlüğünü savunduğunu veya ben daha çok komünistim olma esprisiyle itham etmesin. Bu gereksiz bir çocukça bir davranıştır. Bilinmeli ki, siz benden daha fazla kararlı ve ısrarlı ve sabırlı devrimi, komünizmi, onun asgari ve azami programını savunmuyorsunuz. Bu gibi şatafatlı söylemlerin kimseye bir yararı yoktur, zararı çoktur. Bir kalem geçiyorum bunları, çünkü mide bulandırıyor.
Boykot yalnızca tek bir kalıpla ele alınamaz. Boykot nihayetinde döneme uygun belirlenen taktik bir yoldur. O anlamıyla oylamaya katılmama da, oy vermemeye çağrıda bir boykot şeklidir. Dogmatizme karşı açılımı arkadaşlar mücadele biçimlerinin çeşitliliğinden çokca bahsederken, boykot etmeninde çeşitli biçimlerde olabileceği gerçeğini görmezden gelerek illede tek tip diyorlar. Kanımca ülkemizde ve bölgemizde yaşanan tüm gelişmeler dikkate alındığında, gelecek yakın zamanda Türkiye ve Kürdistan’ın dört parçasında yaşanacak gelişmeler göstermelik seçimleri boykot etmek için en doğru olandır. Önümüzdeki kısa zamanda Ortadoğu’da, Kürdistan’ın dört parçasında ve ülkemizde çok boyutlu alt-üst oluşlara hepimiz hazırlıklı olmalıyız.
Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketi’nin içerisinde bulunduğu durum, onların güç dengeleri üzerinde izledikleri politika ve hala çok çeşitliliğini korumaktadır.Tabi ki bunun getirisi – götürüsü de hesaba katılmalıdır. Hiçbir şeye tek gözle bakamayız, mücadele biçimleri çok çeşitli ve taktikler de bu çeşitliliğin ortaya çıkardığı durumla bağlantılıdır. O zaman eleştirilerimiz açık olmak kaydıyla dost güçlerle ayrı taktik politika izlemiş olsakta, faşist diktatörlüğe karşı mücadelede omuz omuza olmamız gerekiyor. Ki başkalarına göre biz hareket edemeyiz. Dostlarımızı eleştirirken doğruda ısrar etmeli, birleştiğimiz ortak noktaları göz ardı etmeden aynı barikatlarda yerimizi almalı, faşizme karşı omuz omuza olmayı bilmeliyiz. Doğru olanı yapmalıyız.
İlkelerimizden asla ve asla taviz vermemeli, birilerinin peşinden ilkesizce hareket etmemeliyiz. İdeolojik, siyasi ilkelerimizi kısa vadeli çıkarcı mantıkla gözden ırak tutamayız. Az olalım ama doğru inandıklarımızdan taviz vermeyelim. Ne halk kuyrukçuluğu ne kendiliğindenlik ne de sekterizm yapalım. Yalnızca inandığımız MAOİST çizgiyi iyi kavrayalım, uygulayalım diyorum
Türkiye ve Kürdistan halkları ‘çoğulculuk, halkçılık, önce kitleleri kazanalım ‘diyenlerden çok çekti. Komünistler şiddete özde karşıdır. Zoru ise zorla yenecektir. Siyaset çok yönlü mücadele biçimleriyle yürütülür. Karşımızdaki güç şiddeti esas alıyorsa burada bizim de zafere varmamız için, zoru zor yoluyla yenme yoluna başvurmamız zorunludur.
Seçimlerde tavır, “bu oyunda yokuz” demeyi boykot etmeyi emrediyor.
Faşizmin kuralsız dayattığı seçimleri boykot edelim.
14.06.2018
Ali Haydar Munzur