MÜNİH: Münihte devam eden TKP/ML Komünistler davasında 15 Nisan 2015 den buyana tutsak olarak yargılananlardan birisi olan Devrimci Komünist tutsak SEYİT ALİ UĞUR, aynı zamanda 19-22 Aralık Türkiye Hapishaneler direnişinde yer alan bir ÖLÜM ORUCU direnişçisi. Almanya Zindanlarından “her koşulda direneceğiz” diyerek selamını yollamakta dışarıya.
F Tipi Tabutluklara karşı bedenlerini açlığa yatıran devrimcilerin aramızdan ayrılanı, sonsuzluğa uğurladıklarımız olduğu gibi onlarca ÖLÜM ORUCU gazisi de aramızda.
Faşizme,emperyalizme ve her türlü haksızlığa karşı halkın kararlı öncüleri devrimciler, komünistler her koşulda direnmeye devam ediyorlar.
Münih TKP/ML davasında Alman devletini ve emperyalist sistemi yargılayan devrimcilerden birisi olan SEYİT ALİ UĞUR, Ölüm Orucu sonrasında Kolektif tarafından yapılan -SU DAMLASINA SIĞDIRILAN YAŞAM- adlı F-tipi, ölüm orucu ve 19 Aralık katliamı hakkında söyleşiler, tanıklıklar ve görüntülerden oluşan bir belgesel çalışmasında yer almıştı.
https://www.facebook.com/DHaberMerkezi/videos/279815445950591/
Münih Mahkemesinde yaptığı ( İşçi Köylü Kurtuluşu- İKK sayı 129- sayı 130 ) da yayımlanan uzun siyasi savunmasından bir kısmını paylaşıyoruz.
“Bu dava siyasi bir davadır. Hem devrimci-komünistlerin siyasal kimliğine “terörizm suçlaması” ile yapılan siyasal saldırı ve “aşağılama” çabası bakımından, hem de Alman Hukukunun siyasallaştırılması bakımından; Federal Alman Hükümeti’nin Türk partnerleriyle sürdürdüğü siyasal kirli ilişkilerin, Alman Hukuku üzerinden meşrulaştırılması-hukukileştirilmesi çabası bakımından tamamıyla siyasal bir davayla yüz yüze bulunmaktayız. Kuşkusuz ki, devrimci-komünistler politik devrimci meşruiyetini Alman tekellerinin temsilcisi ve sözcüsü olan Federal Alman Hükümeti’nden, onun Adalet Bakanlığı’ndan ve Bakanlığın talimatıyla bu davayı açarak suçlamalarda bulunan Savcılıktan almıyor. Ne Türk, ne de Alman burjuvazisinin siyasal saldırı ve karalama çabaları Komünistlerin sahip olduğu Türkiye’nin emekçilerinin ve uluslar arası devrimci güçlerin desteği, güveni ve kazandığı saygınlığı eksiltmeyecektir.
“Bir mücadelenin tarihsel-siyasal meşruiyeti ve insanın doğasına uyumu tamamen buradan, ortaya konulan siyasetin niteliğinden gelir. İşgale uğrayan, özgürlüğü yok edilmiş halkların, kendi ulusal kaderlerini tayin etmek isteyen mazlum ulusların, diktatörlük rejimleri altında boyun eğdirilen, sömürülen ezilen halkların, işgale baskı ve sömürüye, faşist diktatörlük rejimlerine karşı yürüttükleri mücadeleler siyasal bakımdan olduğu kadar tarihsel açıdan da haklı ve meşrudur.”
“Halklara yönelen şiddet ve terörüne karşı proletaryanın ve ezilen halkların direnişleri, bu direniş ve mücadelede kullandıkları yöntem ve araçlar yükseltilen özgürlük değerleriyle, idealize edilen insanlık ve sosyalizm değerleriyle kesinlikle uyumlu olmak zorundadır. Ezilenler yalnızca kendilerini sömüren ve ezenlerden amaç ve hedefler bakımından değil, mücadelenin yöntem ve araçlarının kendi amaçlarıyla uyumlu olması bakımından da temelden ayrılmaktadır. İdeal ve amaçlarla uyumlu olmayan, burjuvazinin kirli yöntem ve araçlarına öykünen bir mücadele tarzının siyasal mücadelede kullanılmasının reddedilmesi devrimci-sosyalist siyaset ve etiğin temel ilkesi durumundadır. Amaç-araç ilişkisindeki her kırılma, her ilkesiz tutum ve hedefe götürmesi bağlamında kirli-kolay burjuva kirli yöntem ve araçların benimsenmesi devrimci-sosyalistler açısından kendi sınıfsal-ideolojik konumlarının felsefi inkarı demektir. Kendi felsefi-ontolojik değerlerini yitiren, prensiplerine yabancılaşan bir siyaset acımasız ve kaçınılmaz olarak kendi hasmının, reddettiği ve mücadele ettiği karşıtının niteliğine dönüşmekten kaçınamaz.”
” Anadolu topraklarına geleli henüz bin yıl bile olmamış bir ulusun bireyi olarak; bir Türk sosyalisti olarak Kürt Ulusu’nun bütün diğer dünya ulusları gibi özgürce, kendi geleceğini belirleme hakkının çiğnenmesini, Kürdistan Ülkesi’nin 4 parçaya emperyalist politikalarla bölünmesini, ulusal-demokratik hakları ve özgürlüğü için gündemleştirdiği meşru talepleri ve mücadelesinin faşist Türk Devletince halen kanla, devlet terörüyle boğulma siyasetini Mahkeme huzurunda lanetlemek istiyorum. İnkarcı, ırkçı ve asimilasyoncu faşist Türk rejiminin Kürt Halkına karşı uyguladığı terör bugün de emperyalist-kapitalist dünyanın efendilerince tam bir desteğe sahip bulunmaktadır. Aylardır kuşatma ve saldırı altında yok edilen Kürt Şehirleri, tank ve uçaklarla bombalanan Kürt coğrafyası, öldürülen Kürt sivil ve direnişçilerinin bütün sorumluluğu aynı zamanda başta Almanya olmak üzere uluslar arası büyük emperyalist güçlerin omuzlarındadır. Türk Devleti tarafından işlenen bütün suçlar, Almanya başta olmak üzere sözünü ettiğimiz güçlerin verdiği silahlarla, faşist Türk rejimine sundukları siyasal destekle işlenmektedir. AKP’nin kumandasında oturduğu terör rejiminin emperyalist-kapitalist çıkarlar ve bölgesel stratejiler açısından böylesi bir desteğe sahip olması, saldırganlık ve katliam siyasetindeki pervasızlığının en büyük nedeni durumundadır.”
“mücadele biçimleri ve taktikler meselesinde Marksist, Leninist, Maoist`lerin tutumu açıktır: Hiçbir mücadele biçimin icat etmedikleri gibi ilkesel olarak hiçbirini reddetmezler. Tarihsel-sosyal mücadelelerde ortaya çıkan biçimler her ülkenin somut koşulları ölçüsünde uygun ve yaratıcı biçimde uygulama alanı bulur. Siyasal hedeflerle; devrim ve sosyalizm hedefiyle yürütülen veya bağımsızlığı-özgürlüğü hedefleyen mücadeleler, meşru ve haklıdır. Bu mücadelelerin barışçıl yada şiddet unsurlarıyla yürütülmesi yalnızca bir biçim sorunudur. Mücadelenin özünün haklılığını, meşruluğunu değiştirmez ve silahlı mücadele yürütülmesi, o mücadelenin terörizm olduğu anlamına gelmez.”
“Ya emperyalist – kapitalist barbarlık cenderesinde insanın bütün doğayla beraber uçuruma sürüklenerek yok olması, yada sosyalizm yoluyla insanın, doğanın uyumu, kurtuluşu ve özgürleşmesi. Bu temel çelişki ve sonun insanlığı ve tarihin gelişim seyrini belirlemeye devam ediyor. Yaşasın Devrim ve Sosyalizm!”