Suudi Arabistan monarşik iktidarının Şii lider Şeyh Nimr’in idamını gerçekleştirmiş olması, zamanlama bakımından bir tesadüf olmayıp, Ortadoğu güç ilişkilerindeki rekabetin bir sonucudur. Suudi krallığının bölgesel kaosun artmasına hizmet eden bu hamlesi aynı zamanda kendi iç krizinin derinleşmesine yol açacaktır.
Özellikle son birkaç yıldır, İslam dünyasında önemli iki güç olan Şii ve Sünni gruplar arasındaki çatışmaların artarak devam etmesi, güç ilişkilerinin ve rekabetin mezhepsel kimlikler altında sürdürülmesidir. Ortadoğu’nun küresel savaşında bölgesel lider / güç olmak isteyen İran ile S. Arabistan arasındaki rekabetin yansıma biçimi Şii-Sünni çatışmasıdır.
Şii-Sünni çatışması olarak yansıtılmak istenen bölgesel rekabet, özellikle Körfez devletlerinde çok daha ciddi bir krize yol açmaktadır. Sosyo-politik dinamiklerinin oldukça kırılgan olduğu ve Selefi akımlarının geleneğini temsil eden S. Arabistan’da nüfusun %23’ünü Şiiler oluşturuyor. Irak nüfusunun % 51’ini, Bahreyn’in % 75’ini, Katar’ın % 24,3’ünü, Kuveyt’in % 40’ını, Yemen’in % 36’sını, Pakistan’ın % 24’ünü Şiiler oluşturuyor. Bu devletlerin iç politik dengelerinde, mezhepsel faktör önemli oranda ön plana çıkıyor. Bahreyn’de iktidar Sünni merkezliyken halk Şii kökenlidir. Doğal olarak iktidar gücü olan Sünniler ile Şii kökenli halk arasında bir çatışma yaşanmaktadır. Irak’ta bir dönem iktidar olan Saddam rejimi Sünni, nüfus yoğunluğunu ise Şii Araplar oluşturuyordu. Irak’ın Şii Arapları, Sünni Araplardan çok İran’ın Pers Şiilerine daha yakın duruyorlar.
Suudi Krallığı ve diğer Körfez devletleri, Ortadoğu’da Sünniliği esas alan siyasal sistemlerini geliştirmek isteseler de, ABD’nin desteği olmaksızın ayakta kalma şansları pek bulunmuyor. S. Arabistan başta olmak üzere diğer Körfez devletlerinin içte ciddi toplumsal dayanakları bulunmuyor. S. Arabistan başta olmak üzere diğer Körfez devletleri, bütünüyle şiddet ve baskıya dayanan örgütsel mekanizmalarla ayakta kalıyorlar. Şeriata dayalı Körfez’in monarşik azınlık iktidarları, askerileştirilmiş devlet yapısı ile toplumsal dinamikleri kontrol etmeye çalışıyorlar. Şii dini liderin idamı özellikle körfez devletlerinde ciddi bir tepkiye yol açması, söz konusu toplumsal dinamiklerinin kırılganlık düzeyini gösteriyor.
Şii Şeyh Nimr’in idamıyla politik kriz derinleştirmek isteyen S. Arabistan esasen İran’ın bölgede artan etkinliğine yönelik bir hamle yapmak istedi. Ancak atılan bu şuursuz adımın, bölgesel politikalarını çok daha karmaşık hale getireceğini ve bu sürecin kendi aleyhlerine işleyeceğini pek hesaplayamadılar.
Birincisi, Şii liderinin idam edilmesi, beklenilenin tersine uluslararası alanda Suudi yönetiminin aleyhine oldu. Başta ABD, AB ve Rusya olmak üzere bütün küresel güçler, S. Arabistan’ın uygulamasını ciddi bir sorumsuzluk olarak görüp eleştirdiler. Monarşik rejimin uluslararası alanda daha çok yalnızlaşmasına ve bölgesel kriz yaratan devlet olarak görülmesine yol açtı. Bunun politik yansımaları önümüzdeki süreçte daha fazla ön plana çıkacaktır.
İkincisi, Şeyh Nimr’in idamına karşı ayaklanan Şiilere karşı güçlü bir Sünni blokunun oluşturulması oldukça zordur. Afrika’dan Asya’ya kadar yayılan coğrafyada Sünni-Şii çatışması hiçbir devletin çıkarına olmayacağı biliniyor. Körfez devletçikleri açısından dahi böylesi bir sürecin oluşması, kendi iç politik dengeleri bakımından ciddi bir çatışmanın olması anlamına gelecektir. Bahreyn’in% 75’i, Katar’ın % 24,3’ü, Kuveyt’in % 40’ı Şii kökenlidir. Bu güçlerin önümüzdeki süreçte daha aktif bir politik duruş sergileyecekleri unutulmamalıdır. Öyle ki S. Arabistan’ın zengin petrol kentlerinin birçoğunda Şii nüfusun çoğunlukta olduğu dikkate alındığında, kriz, özellikle Körfez ülkelerinde çok daha derinden hissedilecektir.
Üçüncüsü, S. Arabistan’ın önderlik ettiği kriz merkezli bölgesel politikalar, küresel güçlerin desteğinden yoksun kaldı ve önemli oranda çöktü. S. Arabistan’da güç dengelerini kendi lehine çevirmek, bölgesel liderlik gücünü devam ettirmek için Radikal İslamcı Hareketleri çok aktif olarak destekledi. Irak, Suriye, Libya ve Yemen’de İslamcı hareketlerin aktif güç haline gelmesi için askeri ve ekonomik olanaklarını sonuna kadar kullandı. Hazırlanan çok yönlü planlara S. Arabistan-Katar-Türkiye üçlüsünün oluşturduğu ‘Sünni Hilali’ koalisyonu beklenilen desteği görmedi. Başta Irak ve Suriye’de olmak ortaya çıkan askeri, politik ve toplumsal kaos, bölgesel krizin süreklileşmesini, küresel savaşın derinleşmesini sağlamakla kalmadı, güç dengelerinin yeniden oluşmasına yol açtı. S. Arabistan’ın krizi tam da bu noktadan kaynaklanmaktadır. Irak’ta El Kaide gibi bir örgütü aktif olarak desteklemesi, Suriye’de Sünni bir rejim kurmak için El Kaide ve IŞİD gibi örgütlere destek vermesi hiçbir sonuç doğurmadı ve Türkiye ile birlikte kaybedenler safında yer almaya başladı. Özellikle Yemen’de başlattığı savaşta ciddi darbeler alan ve tam bir çıkmazın içerisine giren S. Krallığı, bölgesel yenilgisinin önemli bir örneği olarak uluslararası kamuoyunda ön plana çıkıyor.
Dördüncüsü, Suudi Arabistan’ın önderlik ettiği Mısır, Pakistan gibi ülkelerin de içinde yer aldığı ‘İslam Ordu Gücü’ esasen İran’ın gelişme stratejisine yönelik bir hamle olarak değerlendirildi. Böylesi bir askeri gücün işlevli olması ve askeri operasyonlar yapmasının son derece zor olması bir yana, S. Arabistan’ın bölgesel ilişkilerde kaybolan inisiyatifini ve prestijini yeniden sağlama hamlesi bakımından da bir sonuç vermeyecektir. Türkiye’nin askeri güç verme kararı bütünüyle dönemsel ekonomik ve politik çıkarlara dayanmakta olup, NATO üyesi olarak böylesi bir askeri blok içerisinde yer alma şansı bulunmuyor. Bu bakımdan Suudi Krallığının attığı bu tür adımlar, askeri ve politik girişimler, Suudilerin bölgesel krizden çıkmasına hizmet etmeyecektir.
Beşinci mesele, İran’ın bölgede askeri ve politik alanda artan gücüdür. İran; Irak, Suriye ve Yemen’de artan etkinliğine paralel olarak Rusya ile çok açık bir ittifak kurdu. ABD ile aşamalı olarak geliştirdiği politik-askeri bir süreçle, bölgesel dengeleri kendi lehine değiştirmeyi başardı. İran olmaksızın Irak’ta kendi varlığını devam ettiremeyeceğini gören ABD, molla rejimiyle ittifak kurarak küresel sisteme dâhil edip, hem bu ülkenin iç pazarına girmek hem de İran üzerinde Kafkasya ve Orta Asya’ya açılma stratejisini uygulamak istiyor. Bu bakımdan İran ile yakın ilişkiler geliştirmede istekli olan ABD, bölgesel stratejisinde, İran’a açık bir rol vererek etkinliğini kabullenmiş olmasının ötesinde, bölgesel yayılmacılığını İran üzerinde yürütmenin planlarını yapıyor.
Altıncısı, ABD olmaksızın ayakta kalma şansı son derece zor olan Suudi rejimine yönelik ABD politikalarında meydana gelen değişimdir. Dahası İran eksenli gelişmeler Arabistan’ın gelecekteki politik konumlanmasını da etkileyecek gibidir. Obama yönetimi son birkaç yıldır İran’ın bölgesel lider bir ülke olarak ön plana çıkartılması stratejisini aşamalı-temkinli bir şekilde yaşama geçirmeye başladı. Geçmişte ‘Sünni İslam’ stratejisini uygulamak isteyen ABD, sürecin çok daha çatışmalı ve karmaşık bir hale geleceğini gördü ve aşamalı olarak İran merkezli ‘Şii İslam’ politikasına yönelmeye başladı. Sünni-Şii dengesi süreç içerisinde ibrenin İran’a doğru evrileceğine dair çok önemli veriler bulunuyor. Ortadoğu’daki rejimlerin reforme edilerek varlıklarını sürdürebilir duruma gelmeleri için bir bakıma İran merkezli İslam rejiminin model olarak tercih edileceği anlaşılıyor. Beyaz Saray Sözcüsü Josh Earnest’in İran ile Suudi Arabistan arasındaki gerginliğe dikkat çekerek “Taraflara itidalli davranmaları ve bölgede açıkça görülen gerilimi daha fazla alevlendirmemeleri çağrısında bulunuyoruz” açıklaması, geçmişten farklı olarak iki devlet arasında oluşturduğu ‘eşit’ denge politikasının çok açık bir yansımasıdır.
Yedincisi, ABD’nin daha dengeli kalacağı, AB’nin daha uzaktan seyredeceği bu krizde Rusya, iki devlet arasındaki krizde çözüm gücü olarak aktif bir rol üstlenebilir. Önümüzdeki birkaç gün içerisinde Rusya, etkin bir politik diploması yapabilir. Böylelikle Rusya, Suriye’de ele geçirdiği inisiyatifi Körfez ülkelerini kapsayarak genişletmek için bu süreci bir fırsat olarak değerlendirmeye çalışacaktır. Rusya’yı dinleyen bir İran ve köşeye sıkışmış bir Arabistan, Rusya’nın üstleneceği rolü benimseyebilirler. Bu krizde inisiyatif almak isteyen Putin, Ortadoğu’da çözüm üreten lider olarak kendisini daha çok hissettirebilir.
Sekizincisi, Monarşik rejimin böylesi bir krizi yaratmasının önemli etkinlerden biri de kendi iç dinamiklerindeki çelişki ve çatışmalardır. Krallık iktidarı belki de son 40 yılın en ciddi iç iktidar kavgasını yaşıyor. Klik çatışmaları tahmin edilenin çok ötesinde Kralın gücünü sorgulayacak düzeye gelmiş bulunuyor. Dünyanın en büyük petrol üreticilerinden olan ve GSMH’nin nerdeyse % 95’i petrol gelirlerinden elde eden S. Arabistan’ın önümüzdeki 5 yıl içerisinde iflasla karşı karşıya gelebileceğini açıklayan İMF’nin uyarısının aynı zamanda küresel tekellere yönelik olduğu açıktır. 2015 yılında 87 milyar dolar bütçe açığı veren Suudi yönetimi, ilk kez petrol ürünlerine % 50 civarında zam yaptı. Şii dini liderinin idam edilmesiyle, rejimin karşı karşıya olduğu ekonomik ve politik krizi aşma şansı bulunmuyor.
Bu kriz neye yol açacaktır:
- Suudi Arabistan’a verilen uluslararası destekte belirgin bir zayıflama meydana gelecektir.
- Bölgesel ilişkilerde rolü biraz daha azalan bir S. Arabistan ve rolü daha fazla artan bir İran ortaya çıkacaktır
- İç politik sisteminde bir değişimi önüne koymak zorunda kalacaktır. Ölen Suudi kralı Abdullah, Batı’nın istediği liberalleşme politikalarını uygularken aşamalı olarak ‘dinsel kurumların ve diyanet polisinin yetkisini sınırlamaya’ yöneldi. Bugün ilk kez kadınlar oy kullanması ve sınırlı sayıda kadının Belediye Meclislerinde seçilmiş olmaları, değişimin çok küçük adımlarıdır. Geçmişten farklı olarak küresel güçlerin desteğini yeterince hissedemeyecek olan Körfez rejimleri, ya bütünlüklü olarak küresel sistemin politikalarına uyumlu hale gelirlerle ya da bölgesel kriz onların iç dinamiklerini alt-üst eder.
- Bu rejimler iç siyasal sistemlerini revize etmek zorundadırlar. Küresel sistemin desteğiyle ayakta kalan bu rejimlerin mevcut yapılarını sürdürebilir konumları yok. Değişim sürecine girmeyen körfez rejimlerine karı içteki toplumsal dinamikleri ‘yeni’ Arap baharlarını yaratabilirler. Bunun bir başka ifadesi, ‘Sünni İslam’ın aşamalı olarak ‘Şii İslam’a uyumlu hale getirilmesidir.
- Körfez ülkelerinin kaderi birbirine bağlıdır. Özellikle Suudi krallığındaki bir çöküş, kaçınılmaz olarak diğer Körfez ülkelerini içine alarak yayılacaktır. Bu devletçik yapıların birbirlerine bağlılıkları bir bakıma zorunlu ve kaçınılmazdır. Bu bakımdan Şii uyanışı karşısında ‘tek’ bir devlet gibi hareket etme, kendi iç dinamiklerini dengelemek için ‘ortak’ bir devlet oluşturma politikasına yönelmeleri şaşırtıcı olmamalıdır.
- Suudi Krallığı karşı karşıya kaldığı krizi kendi lehine çevirmek için İran’a yönelik çok yönlü yaptırımları uygulama taktiği pek başarılı olma şansı bulunmuyor. Bir bakıma Rusya’nın Türkiye’ye yönelik uyguladığı kararlı çok yönlü politikaları kopyalıyor. Böylelikle İran’ı köşeye çıkıştırma, bölgesel ilişkilerde etkisizleştirme hesabı yapıyor. Diğer Körfez devletçiklerini yanına alarak başlatacağı diplomatik-politik ataklar beklenilen etkiyi yaratmayacaktır. İran’ın bölgesel dengelerdeki gücü ve toplumsal etki alanı Türkiye ile kıyaslanmayacak düzeyde etkilidir. Aynı şekilde uluslararası ve bölgesel güç bakımından Suudi yönetiminin kendisini Rusya ile kıyaslaması da ayrı bir politik handikaptır.
- Şii dini liderin idamı, Ortadoğu’da dengelerini etkileyecek bir sürece yol açacaktır. Ancak özellikle S. Arabistan ve Körfez devletçikleri bu süreçten çok daha ciddi düzeyde etkileneceklerdir.