“SİZ ÖLDÜRMEYİ İYİ BİLİRSİNİZ”
Bu cümleyi, R. Tayyip Erdoğan “one minute” diyaloğunda İsrailli yöneticiler için kullanmıştı. Kıskançlık kokan bir cümleydi; belli ki “biz öldürmesini iyi bilmiyoruz” demek istemişti. O günden beri ülke kan denizi halinde. Öldürmeyi baya iyi beceriyorlar artık!..
10 Ekim Ankara Gar Katliamı’nın yıldönümü. Yüzdokuz barış sever güzel insanımız öldürüldü, 400’ün üzerinde canımız yaralandı; gözünü kaybeden, kolu vacağı kopan, kan revan içinde hayata dönenler hala kan ve dinamit kokusuyla sarsılıyorlar. Katilleri çok iyi biliyoruz, ama hala yakalarına yapışabilecek adil bir toplumsal kuvvet ne yazık ki ortaya çıkmış değil.
Ortakların kanlı darbesi, allem-kullem bir dönüşümle yine geldi, mazlumları, yoksulları, ülkenin güzel insanlarını vurmaya başladı. Ölüm becerisini cazip kılmak için hergün “şahadet” nutukları atıyorlar. “İdam, idam!” diye ölüm halatı sallıyorlar. “Oluk oluk kan akıtma” nutuklarıyla vampir lezzetiyle kendinden geçen ayrıcalıklı katiller ortalıkta fink atıyor. Toplumu korkutma görevi verilmiş itibarlı politikacılardır artık onlar!
Kan ve ölüm kültürünü bir eğitim düzeni haline getirdiler. Ülkenin çocuklarına ölmenin ve öldürmenin ne kadar “kutsal ve iyi” bir şey olduğunu öğretiyorlar. “Kimya, matematik öğrenip ne yapacaklar, ahirette bunlardan soru sorulmayacak ki” diyorlar “İlm-i hal” üzere fetva verenler. Elleri kılıçlı katiller ordusu türüyor ülkenin sokaklarında; “ya allah bismillah allahu ekber!…” Tanrı adına tanrının kullarını öldüren bütün katillerin aktüel sloganı sarayın müsrif ihtişamı içinde yankı buluyor!
Muğla’da yedi insanı çırılçıplak asfalta serdiler. Ne kadar korkunç ve vahşi olduklarını duyurmak için fotoğraflarını çekip servis ettiler… Gerçekten korkunç bir vahşet! Ürpermeyen kaldı mı bilmiyorum, benim kanım dondu! Yalnız öldürmeyi değil, eziyet etmeyi de iyi biliyorlar. İsrail “ey vah beni geçtiler” diye hayıflanıyordur şimdi. Basında; “PKK’lı” diye tanıtılan bu 7 kişinin gariban işçiler olduğu” yazıldı. Meğer aynı operasyonda başka beş kişiyi de öldürmüşler. Sanki PKK’lı olunca öldürülebilrmiş rahatlığıyla söylüyorlar “idam” olmayan ülkenin yöneticileri! Biri de “kendini patlatmış” mış, öyle diyor öteki beşini öldürenler! Sözde Lazkiye’den reise suikast yapmaya gelmişler! Avukat Gülfer Karadeniz gitti baktı cesetlere; çatışmaya dair hiç bir iz yok cesetlerde, ne kurşun izi ne başka şey… Gözlerinden yaş geliyormuş hala ölülerin! Avukat “ilk kez böyle bir durumla karşılaştığını” şaşkınlıkla belirtiyor ve “kimyasal” öldürme imasında bulunuyor!
Bir de o güzel yürekli, o güler yüzlü, o aydınlık saçan eğitimciler… Nuriye Gülmen ile Semih Özakça… Yalnızca kendileri için deği, işleri ellerinden alınıp açlığa mahküm edilen yüzbinler, milyonlar için… Bir yıldır “işimizi geri istiyoruz” diye çırpınıyorlar… Sonra açlık grevine başladılar. 216 gündür yemek yemiyorlar. Artık bir avuç kemik ve sinir halindeler. Onları derdest edip sevdiklerinden, sokağından kopardılar attılar zindana. Orda ölüme sundular, görünmez, sessiz, kimsesiz halde. İktidarın adamları başlarında bekliyorlarmış işkence olsun diye…
Zamana yayılmış, ayrıntılı biçimde tasarlanmış iktidarın bu iki cinayeti ne zaman kesin sonuca ulaşacak? Bilmiyorum…
Bildiğim; öldürme iyi beceriyorlar! Bir de talan ve yağmayı… Başka da bir şeley bildikleri yok zaten ve bilmelerine de gerek yok, çünkü “onlardan soru sorulmuyor’ ahirette.
Ahiret hukuğunu da mı ele geçirdiler ne!