FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜN BİZE DAYATMAK İSTEDİĞİ SEÇİMLERİ BOYKOT EDELİM !
Faşist diktatörlük ekonomik, siyasi krizin günümüzde en derinini yaşıyor. Artık eskisi gibi yönetemez durumda, yönetilenlerse artık yönetenleri istememektedir. Baskı ve korku yoluyla ezilen toplum biat etmeye zorlanıyor. İşsizlik, açlık, yoksulluk hat safhada. Kürt ulusu ve diğer azınlıklara baskı, zülüm ve katliamlar giderek soykırıma vardırılmakta olup, “tek devlet, tek millet, tek dil, tek din ve tek bayrak” adı altında faşizm katliamlar yapmakta, Suriye Kürdistan’ı ilhak ve işgal edilmek istenmektedir.
Öyle ki, Ortadoğu’da emperyalist devletlerin çıkardığı it dalaşında pazara hakim olmada ortalık karmakarışık. Faşist Türk devleti emperyalistler arası Pazar kapma savaşında piyon rolü oynamakta, şamarlar yiye yiye itibarsızlığına düşkünlük katarak ısıramayıp diş göstermekle yetinmektedir. Öyle’ ki, Türk devleti geçen gün itibar kaybetmekte ve homurdanmaya varan hoşnutsuzluk gelecekte büyük isyanlara, patlamalara gebe gözüküyor. Faşist koalisyonunun bütün paniği ve erken seçime gitme kararı bu yüzdendir. Ortaya çıkan bu gerçekler bize şunu gösteriyor;
Bugün faşizmin en kanlı, en şoven, en ırkçı diktatörlüğünün uygulandığı bir devlet tarafından yönetilmekteyiz. 12 Eylül faşizmini aratır baskı ve zulüm uygulanmaktadır. Geçmişte can-kan pahasına elde edilen kısmı demokratik hak ve özgürlükler tümden gasp edildi. Hak ve özgürlüklerin kırıntısı dahi buğun mevcut değil. Kurgu ve senaryoya dayalı “darbe” oyunuyla en insanı haklarımız açık faşizmin postalları altında ezildi. Haksızlığa baş kaldıranların direnişin tümden susturulması için, olağanüstü hâl ilan edildi. Yüz binleri bulan ilerici, devrimci, aydın, yazar, komünist sudan bahaneler uydurularak ya tutuklandı, yada haklarında soruşturma açıldı, keyfi bir şekilde görevlerinden uzaklaştırıldılar. Her türlü keyfi İşkence ve zulmün önü alınmaz oldu. Faşist diktatörlüğün katliamları günlük hal alarak kanıksamış duruma geldi. Artık haksızlığın, hukuksuzluğun her alanda hâkim olduğu, açık faşist diktatörlükle yönetilen eli kanlı bir devletle karşı karşıyayız.
Faşist Türk devleti gelinen aşamada yıkımla, çöküşle karşı karşıya bulunmaktadır. Savaş çıkararak, Efrin’i işgal ederek, komşularını taciz ve tehdit ederek varlığını korumaya, iktidarını sürdürmeye çalışmaktadır. Kan ve katliam üzerine kurulu organize bir devlet faşizmi hüküm sürmektedir. Varlığını devam ettirmek için, diğer burjuva muhalif partilerin varlığına dahi tahammülleri bulunmamaktadır. Tehditle, şantajla burjuva parti liderleri ve üyeleri tutuklanmaktadır. Gelinen aşamada partilerin varlığı hiçbir şeyler ifade etmiyor, yalnızca göstermelik bir şablon olarak parlamentonun varlığı sürdürmektedir. Sıraya istiflenmiş ineklerin ahırda melemelerini anımsatıyor bugünün parlamentosu. Parlamenterlerin ezici çoğunluğu açık faşizmin elinde oyuncak olup, ateş tutan maşa durumundadır. Dün olduğu gibi, bugünde, faşist diktatörlüğün birer paçavrası durumuna düşmüşlerdir.
Bu gerçekler ışığında;
1-) Türkiye’de faşizm bazen parlamenter, bazen yarı parlamenter, bazende parlamentoyu fes ederek askeri faşizmi uygulayarak varlığını devam ettirir. Devletin bekası belirleyicidir. Hangi yönetim şekli çıkarlarına uygunsa ,o yol izlenir. Bugün parlamenter sistemin lav edilmesine gerek duyulmadan açık faşist diktatörlük iş başındadır.
2-) İşçi sınıfının, köylülüğün, emekçi halkımızın ve bütün ezilenlerin en kısmı demokratik hak ve özgürlüğü dahil baskı, zülüm ve devlet terörüyle gasp edilmiştir.
3-) Açık faşist diktatörlüğün ilan ettiği “olağanüstü hâl yasası” üç ay daha uzatılmış olup, seçimler, olağan üstü hal yasası denen faşizmin sopası altında gerçekleşecektir.
4-) Ülkemizde faşizmin en kanlı, en şoven, en ırkçı- katliamcı diktatörlüğü hüküm sürmektedir.
5-) Ülkemizde yasama, yargı, yürütme açık faşist diktatörlüğün gaspı altındadır. Hiçbir meşru yönü yoktur.
6-) Yayın basın başta olmak üzere, sosyal medya dahil bütün iletişim araçları açık faşist diktatörlük tarafından gasp edilmiştir. Ezilenlerin bütün iletişim ve ulaşım yolları yasaklanmış, gasp edilmiştir. Hâlâ gasp ediliyor, keyfi gerekçelerle kapatılmaktadır.
7-) Faşist diktatörlükle mücadele yürütülebilecek hiç-bir yasal yol bulunmamaktadır.
8-)Bütün imkân ve olanaklar faşizmin en koyu, en şoven, en ırkçı, en kanlı diktatörlüğün hizmetine sunulmuştur.
9-) Ringe davette her türlü hileyi önceden planlamış olup, bütün yırtıcı yakıcı ve öldürücü silahları kuş anmış bir düşmanla karşı karşıyayız.
Maçın Hakemini satın alan, mutlak zaferi kazanmayı garanti altına alan, maçın sonucu başlamadan belli olan, bir maça çıkmak açıkça başlamadan yenilgiyi kabullenmektir.
Bizlerin ezilen halkımıza açık faşist diktatörlüğün hüküm sürdüğü bir sistem altında, seçimlere katılalım çağrısı yapmamızı istemek deli saçması gibi bir şeydir. Başkanlık seçimlerine katılmak demek, bugün faşizmin en koyu, en kanlı, en katliamcı zalim diktatörlüğünü meşru görmektir.
Devlet nedir, devletin işlevleri nelerdir, devlete egemen olan ve yöneten sınıflar kimlerdir? Öncelikle bu soruların doğru cevaplandırılması gerekmektedir. Çünkü her sınıf kendi penceresinde tanımlama yapmaktadır. Siyaset ve taktikte yukarıdaki soruların cevabıyla doğrudan bağlantılıdır. .
Oysaki. niyetle gerçek çok ayrı şeylerdir. Tamda bu noktada kıyametler kopuyor, meselenin özü kavranmadan birçok grup, örgüt, sivil toplum örgütü ve de aydın bireyler diyorlar ki, “Başkanlık seçimlerine katılmak özgürlük, demokrasi, barış mücadelesidir. “diyorlar. Böylelikle düzenin belirlediği bir adayı tercih etmeye, onu desteklemeye bizi mecbur kılıyor, düzene endekslemek istiyorlar. Bugün parlamento ve başkanlık seçimleri iç içe geçirilmiş, planlı programlı şekilde yürürlüğe konmuştur. “Devletin egemenliğini, varlığını ya kabul edeceksin, ya kabul edeceksin” . İki ucu boklu değnek, hangi tarafa sallarsan salla bok o tarafa sıçrıyor. Ortalığa saçtığı pis kokusu ise işin çabası. Somut şartlar nedir? Bu somut şartlardan hangi objektif sonuçlar çıkar, siyasetle taktiğin hem birbirine bağlı, hem de zamana koşula göre değişeceği görülmemek istenmemektedir. Başkanlık seçimlerine katılmak ve bu dayatmaya olur vermek başlı başına bir sapmadır. Reformcu- bir anlayışın giderek devrimci çizgiyi tasfiye etme, düzen sınırlarına hapis etme, devrimin yarattığı değerleri kuyrukçuluk yaparak çarçur etmektir.
Seçimlere katılmayı ilke haline getiren ,kendi öz gücüne güvenmeyen, “Kürt burjuva hareketinin legal versiyonunun kuyrukçuluğunu yapan, “acaba bir milletvekili nasıl kaparım ” sevdasına yanan bu anlayışlar nerden gelirse gelsin sağ reformist tasfiyeci bir anlayıştır . Devrimi düzen sınırları içinde boğma taarruzudur
Taktik her zaman stratejiye uygun, ona bağlı ele alınmak zorundadır. Bazı istisnai durumlar genel kuralı bozmaz. Bazen taktik stratejik siyasetle çakışır ama uzun vadede stratejinin başarı kazanmasına hizmet eder. Bugün ülkemizde ve bölgemizde devrimci güçler arasında en tehlikeli eğilim yasalcılık, reformizm ve devletin çizdiği çember içerisinde debelenip düzen sınırlarına ezilenleri, sömürülenleri hapis etmektir. Faşist diktatörlüğün halklarımıza dayattığı hiçbir kuralı kabul edemeyiz. “ilke olarak hiçbir mücadele biçimini ret etmiyoruz” diyor ve sonra başlıyoruz, “ama , fakat ” demeye. Bin bir dereden su getiren gerekçeler uydurmaya. Neymiş efendim; “Kürt hareketini yalnız bırakmamak gerekirmiş, kazanılan demokratik hak ve talepleri korumakmış, devrimci güç birliği bloğunun kazandığı mevzileri korumak gerekirmiş “vs. vs. İlkesizliğin ilke edindiği yerde içi boş bahaneler uydurmanın bin bir yolu var. Efendim ,”Boykot ta geçerli bir yolmuş “da “Kürtleri yalnız bırakmamak için seçimlere katılmak doğruymuş” da, seçimleri -parlamentoyu kurtuluş göstermek yanlışmış” mış… Hadi canım sende, güldürme el alemi düştüğün ilkesiz duruma. Açık ve net söylüyoruz bizi ilkeler ve devrimci duruş ilgilendiriyor. Biz birilerinin peşine takılarak, el etek tutarak siyaset yapamayız, önderlik yaptığımızı söyleyemeyiz. Bu başlı başına üzücü, inkarcı ve kendine güvenmeyen siyasi düşkünlüktür. Hani ülkemizde faşizm sürekliydi, hani Kaypakkaya nın devlet , faşizm ve devletin yönetim şekli temel tezlerden biriydi. Hani günümüzde faşizmin en şoven, en ırkçı, en kanlı parlamenter açık faşizmi iş başındaydı. Ne oldu da şimdi parlamentarizme gönül koydunuz unuttunuz geçmişinizi, ilkelerinizi…
Bizi dogmatizmle suçlayanlar aynayı önce kendilerine tutmalılar. Bilimsel sosyalizm her özgül koşula uygun politika belirleme ilkesinden hareket eder. Lenin’i ağzına sakız edip eveleyip geveleyenler ülkemiz gerçekliğini germek istemeyen kuyrukçu siyasi körlerden başkaları değildir. Aynı zamanda “taktik olarak parlamentodan yararlanmayı ret etmeyiz “in arkasına saklanarak, Rus devrimini kopya ederek şablonculuk yapmakta, dogmatizme karşı çıkma adına kendi dogmatik-şabloncu duruşlarını gizliyorlar.
Başkanlık seçimlerine katılmayı isteyen arkadaşlar taktik politikayla, stratejik siyaseti birbirine karıştırmaktadır. Burada, gerçekle niyet tersyüz ediliyor. Burada niyetten çok objektif gerçekler bizi ilgilendiriyor. Eğer sistemin çizdiği yasalar dâhilinde, ona riayet edilecekse ona bir sözümüz olmaz. Demek oluyor ki var olan devletin tüm normlarını kabul ediyor, düzenin çizdiği kanun ve kuralların dışına çıkılmayacaktır. Çizilen çerçeve ekseninde bir anlaşmaya mutabık olunmuş olunuyor. Tamda biz buna karşı çıkıyoruz. Durum bu kadar net ve açık .
Tamda bu noktada başlıyor deli saçmalığı… Çıkıyor bizim gibi ipini devletle, sistemle koparmış bir avuç deli; bu seçimler bizim seçimlerimiz olamaz diyor. Biz devlete ve onun omurgasını oluşturan yasamaya, yargıya ve de yürütmeye kökten karşı olduğumuz için bize dayatılmak istenen tercihlerden birine evet demiyoruz. Bu dayatmayı şiddetle ret ediyor ve isyan meşrudur diyoruz. Devletin temeli olan toprağın altı kazılmadan, deprem yaratacak adımlar atılmadan , temele oynamanın mümkünü yoktur. Yüz yıllık tarihimiz acı deneyimlerle dolu. Yeni şeylermiş gibi; söylediğiniz şeyler aslında geçmişte çokça söylendi, savunuldu, bugünde savunuluyor. Yeni yol arkadaşlarınızla yenilikler yaratmada sizlere başarı dilemekten başka bir şey diyemeyiz.
Sonuç olarak;
Biz ezilenler eşitlik istiyoruz, özgürlük istiyoruz, ulusların kendi kaderini kendilerinin tayin etmesini istiyoruz, emperyalizmin ülkemizden kovulmasın, ülkelerin tam bağımsızlığını istiyoruz. Faşist diktatörlüğün yıkılmasını, demokratik halk iktidarının kurulması için mücadele ediyoruz. “Yarın yanağından gayrı her şeyi kardeşçe bölüşmek” istediğimiz için devlet tarafından terörist, anarşist vb. ilan edilerek öldürülüyoruz. En küçük demokratik hak talebinde bulunmak için sokağa çıktığımızda kahpece kurşunlanıyoruz, topluca katlediliyoruz, işkencelere maruz kalıyoruz.
Acaba faşist diktatörlüğün çizdiği sınırların dışına çıkma cüret ve cesaretini göstermeyenler bazı demokratik kırıntı ve haklardan başka ne kazandılar, aksine uzun zorlu mücadelelerle kazanılan kısmi demokratik haklarda tümden yitirmiş olundu.
Beri yandan bugün demokrasi havarisi geçinen, ehveni şer olma aldatmacası yapan CHP nin başını çektiği diğer ırkçı, şoven faşist kliğin yarın iktidara geldiğinde aynı ,belki de daha katmerli faşizmi uygulayacağı bilinmektedir. Al birini vur ötekine. Devlete hakim olma mücadelesi bu iki klik arasında devam ediyor. Bizim bunlardan birini tercih etmemiz mümkün değildir. HDP ise tüm silahları ve vasıfları elinde alınmış, mecali-takati kalmamış, parlamentoda varlığıyla yokluğu tartışılır olan durumdadır. Düzen partisidir, bizim HDP ye göre ilke belirleme lüksümüz yoktur, olamazda. Kürtlerin yapması gerekli en doğru tavır seçimleri tanımama ve boykot olmalıydı.
Bazı dogmatik gruplara göre ; eğer boykot yapılacaksa mutlaka yakıp yıkmalı, seçim sandıklarına el konulmalı, devrim ateşi körüklenmelidir. Genel doğruları kalıp şekliyle söylemek yeterli değildir. Her ülkenin özgül koşulları bin bir mücadele biçimi karşımıza çıkarır. Biz bunlulardan en uygun olanını alır ülkemiz şartlarına uyarlarız. Bu taktik bir meseledir. Başkanlık seçiminin günümüzde özü faşizmin alt yapısal olaraktan kurumlaşması, örgütlü bir güce dönüştürülmesidir. Yalnızca parlamento seçimleri veya yerel seçimler olsaydı farklı taktikler belirlenebilir, uygulanabilirdi. Şimdi durum çok çok farklı işletiliyor.
Ödenen bunca bedelin sonucu sömürü ve-sömürgeci-“faşist devletle el ele kol kola ” bazı menfi çıkarlar için “kardeş -kardeş bir arada seçimlerimi katılacağız” Ya da aksine Türkiye ve Kürdistan’ın bağımsızlığı, özgürlüğü için sonuna kadar devrim şiarıyla sosyalizm yolunda mı devam edeceğiz. Asıl mesele burada odaklaşıyor;
Ya ezilen sınıfın ve emekçilerin yanındasın ya da emperyalist sömürgecilerin ve onların işbirlikçi faşist yöneticilerinin yanında olacağız. Başka yol, ara yol yoktur.
Burada şunu hemen söylemeliyim ki; Devlete ve onun idari şekline bakış, siyaset te stratejiktir, taktik politikalarla faşizmin idari şekillerinden “ehvenle -şerden “birini tercih edemeyiz. Ona hizmet etme, onun istediği minderde güreşmek yanlışına düşemeyiz.
Birileri çıkıp bize; “eski kafalar, bizi anlamıyorlar “diyebilir. Ve “vay efendim kırk yıl önceki hastalık hala devam ediyor”, ” siz seçimleri boykot kararı alarak bize zarar veriyorsunuz. “Seslerini duyuyoruz. Dahası hiddetlenip siyasi eleştiri yerine, saygılı eleştiri yerine küfre varan hakaretler ortalıkta dolaşıyor olabilir. Biz her konuda devrimci demokrat dostlarımızla aynı görüşleri savunacağız diye bir mantık ve zorlama içinde olmayacağız. Bugün taktik anlamda doğru gördüğümüz şey, yarın şartlar değiştiğinden dolayı yanlış görülebilir. Ancak bizim yanlış gördüğümüz bir siyasi karar ve tavrı kimse bize dayatma yapamaz, bunu asla kabul görmeyiz. Hakarete varacak açıklamada bulunamaz. Bu tür yanlışlar geçmişte çokça yaşandı devrimci güçlere büyük zararlar verdi, telafisi mümkün olmayan yaralara sebep oldu. Artık bu kaba sekteriz mi aşmak gerekiyor. Devrimin dostları ve düşmanları stratejik ve taktik olarak doğru tespit edilirse kimlerle nereye kadar gidile bilineceği de ortaya çıkmış olacaktır. Bu anlamıyla biz devrimciler ve devrimci dost güçler birbirimizi siyasi eleştirebiliriz, etkileyebiliriz ama asla siyasi olmayan kaba hakarete varan davranışları hoş göremeyiz.
Bırakalım çeşitli fikirler kendilerini ifade etsin, siyasal, politik konularda tavırlarını belirlesinler, kıyasıya fikirlerimiz çatışsın doğru ile yanlış ortaya çıksın. Yani “Yüz çiçek açsın bin fikir akımı yarışsın” mantığı en doğru olanıdır diyorum.
Aksi halde doğru ile yanlış ayrıştırılamaz ve ayrık otları temizlenemez.
Son söz olarak 24 Haziran’ da faşist diktatörlüğün danışıklı dövüşle başlatmış olduğu başkanlık seçimlerini şiddetle ret ediyor boykot edilmesinin doğru tavır görüyorum. 24 Haziran seçimleri baştan aşağı gayri meşru bir seçimdir. Baskı, zulüm, katliam ve ırkçılık üzerinde yapılan bir seçim, bizim seçimimiz olamaz.
Seçime katılacaklara kolay gelsin. Bakalım faşizmin kanlı postalları altında yapılacak olan seçimlerde; TÜRKİYENİN YENİ HOROZU KİM OLACAK!
04.05.2018