İnsan onurunu koruma mücadelesinin farklı mekânlarda yaşatılmasından başka bir şey değildir sürgünlük. Zorba iktidarların her daim düşlerini süsleyen ve sıkça başvurdukları bir yönetme aracının adıdır bu olay. Kimi zaman “kaçkın” diye aşağılanarak önleri kesilmeye çalışılsa da, çoğu zaman onurlu bir direnişin, ama her zaman topraklarını kendi iradelerinin aksine topraklarını terk etmek zorunda bırakılmış ezilenlerin eylemidir sürgünlük. Ve bu nedenle varlığını anlamlandıran ve kimliğini tanımlayabilen her sürgün, zulme karşı direnişin, yani insan için sürdürülen bir özgürlük savaşının neferidir. Ve yakın son yüzyılda da tarih, böylesi isimlerle onurlandırılmıştır.
Belki de böylesi bir tarihin en belirgin örneklerinden biridir Anjel Mari Açıkgöz. Soykırımlar içinde hasbelkader sağ kalmış sevgi dolu bir insan. Ermeni halkının bütün acısını taşırken yüreğinde, yeryüzünde halklara kardeşliği büyütmüş bir komünist militan. Yaşamıyla kadın özgürlük mücadelesinin sembollerinden olabilmiş dirençli bir kadın. Türkiye sosyalist hareketinin son yüzyılının birikimini taşıyan bir zaman tanığı: Anjel Mari Açıkgöz.
Nisan 1915 katliamıyla yargılandıkları günün hemen sonrasında, şafak vakti darağaçlarına asılan yirmi Ermeni sosyalistin mücadele kararlılığını devralan 1 Mayıs 1923 doğumlu o güzel kadın: Anjel Mari Açıkgöz. Sadece bir Ermeni kadın komünist olarak değil, bütün ezilen halkların özgürlük mücadelesinin zaferini amaç edinmiş bir insan örneği.
Boyun eğmedi ne zulme ne baskıya; ömrünün çoğunu sürgünde yaşadı. Ve geri durmadı bir an bile insanın onuruyla yaşayabileceği bir dünya için mücadeleden. Vedat Türkali ile birlikte TKP’de çalışmayı başlatmış eşi Dr. Hayk Açıkgöz’le; sürgünde bir arşiv memuru gibi sürgün anılarının en değerlilerini Nazım Hikmet’ten derleyerek koruyan bir sorumluluk örneği Anjel. Uzun yıllar sürdürülen onurlu direnişiyle sonraki kuşaklara örnek olan Anjel Mari Açıkgöz, yorulmadan taşıdığı mücadele bayrağını ışığıyla donattığı genç kuşak komünistlere emanet ederek 17 Haziran’da Leipzig’de aramızdan ayrıldı.
Mustafa ve Maria Suphi’lere, Nazım Hikmet’lere, Hrant Dink’lere sürgünde yaşayan dirençli yoldaşlarının mücadele kararlılığı sözünü taşıyarak ayrıldı aramızdan.
Sürgünlerde de yoldaşlarıyla birlikte eylemini sürdürdü.
Suyun şavkı yine ışıldayacak bu yeryüzünde.
TKP üyesi Dr. Hayk Açıkgöz 1949’da aktif politik mücadelesini kendi ülkesinde sürdürebilme olanaklarını bir bütün olarak kaybedince, Türkiye’yi terk etmek zorunda kalır ve arkadaşı ressam Jak İhmalyan ile birlikte Beyrut’a kaçarlar. Anjel de 1950’de ülkeyi terk eder. Yerleşebileceklerini düşündükleri Ermenistan da göçmen girişini kapatmıştır. Mecburen Varşova’ya yönelirler. Viyana’da bekleme sürecinde vizelerinin süreci geçtiği için zorda kalırlar. Bu arada Zekeriya Sertel ile buluşurlar ve Sertel’in girişimiyle Varşova’ya yerleşirler. Budapeşte’de olan Nazım Hikmet aracılığıyla vize sorununu çözüp 1955 Ağustos’unda ziyaret için Budapeşte’ye gelirler. Onları, Nazım Hikmet’in de içinde yer aldığı, yüreklerini sonuna kadar onlara açmış, bir grup komünist karşılarlar.
Ve orada kurulan bu dostluk-yoldaşlık ilişkisi sürgünlük tarihine büyük deneyimler kazandırdı. Ülkelerinin dışında eser üreten bütün sürgünlerin bu günde ah çekmeden dillendirdiği bir gerçeği Anjel tanıklığında öğrendik: “Nâzım Hikmet’i sizce en çok inciten neydi ve ne mutlu ederdi?” sorusuna verdiği yanıt bütün üretken sürgünlerin de içinin sızısı değil midir? “En çok inciteni bilemem ama en inciten ya da üzen şeylerden biri, eserlerinin kendi memleketinde yayımlanmaması olsa gerek.”(Anjel)
Anjel Mari Açıkgöz ebedi bir yolculuğa çıkarken, bu alanda yapılması gereken çalışmalara ilişkin olarak da Avrupa Sürgünler Meclisi’ne yeni bir ışık olmuştur. Anjel’in uzun sürgünlük yaşamında kişisel olarak var ettiği birikim ve değerlerin çoğaltılarak, büyütülerek, yaygınlaştırılarak ve örgütlenerek devamı için onun şavkından yararlanmalıyız.
Avrupa Sürgünler Meclisi ve ASM Yürütme Kurulu olarak, Anjel’i saygıyla anıyoruz.