MÜNİH: 13 Temmuz günü görülmesine devam edilen TKP/ML davasında Dr. Banu Büyükavcı ve Deniz Pektaş siyasi savunmalarını yaparak emperyalist sistemi, Alman devletinin anti komünist tutumunu ve Alman yargısının Türk devletine yardımıyla TC nin suçlarına ortak olma pratiğini yargıladılar.
Dr. Banu Büyükavcı geçen hafta başladığı ve dün devam eden savunmasında;” Hepimiz hayatlarımızın büyük bir bölümünü Türkiye’de geçirdik, kimimizin kökü soykırıma uğrayan mazlum Ermeni ulusuna dayanıyor; kimimiz inkar ve imha politikalarına uğramış Kürdüz; katliamlara uğrayan, kimimiz aleviyiz Maraşta, Çorumda katledilen, Sivas’ta yakılan;kimimiz siyasal düşüncelerimiz ve devrimci ideallerimiz uğruna ağır işkencelerden geçti,uzun yıllar hapislerde kaldı. Yani bizzat deneyimledik faşist bir ülkede yaşamanın ne
olduğunu, hele hele devrimci olmanın ne demek olduğunu, kadın olmanın ne olduğunu. Kişisel duruma ilişkin yapmış olduğum açıklamada üniversite ve sonrasındaki mesleki hayatımda tanık öldüğüm olaylardan bahsetmiştim. İnsanın gerçeklere gözünü kapatmasının, tüm olanları yok saymasının tüm bu iğrençlikleri onaylamak olduğunu anlatmıştım. Bugün de aynı tutumu sürdürüyorum elbette.
Bilmek aynı zamanda değiştirmektir. Çünkü bilimselliğine inandığım Marksizm-Leninizm-Maoizm, diyalektik materyalizm yöntemiyle dünyayı yani doğa ve toplumların gelişim yasalarını ortaya çıkarma ve değiştirmeyi öngörür. Marksizm-Leninizm-Maoizm, insanlık tarihinin ezilenlerin mücadele tarihi öldüğünü söyler, sınıf savaşımından bahseder ve dünyaya baktığımızda bunların doğruluğunu görürüz. Yani ezenler ve ezilenler diye ikiye bölünmüş bir dünya.
Ezilenler cephesinde neler var; savaşlar, her sabah bomba sesleriyle uyanmak zorunda kalan çocuklar, göç etmek zorunda kalan ve göç yollarında denizlerde boğulanlar ya da yollarda insan tüccarlarının eline düşenler, mülteci kamplarında tecavüze uğrayan, ya da zorla fuhuşa sürüklenen kadınlar, açlık, yoksulluk, sefalet, boğaz tokluğuna emeğini satanlar, salgın hastalıklardan ölümler, savaşlarda toplu tecavüzler, edilen, kaçırılan, köle gibi pazarlarda satılan kadınlar, siyahi oldukları için katledilenler, Kürt oldukları için üzerlerine bomba yağdırılanlar, evleri yakıp yıkılanlar bodrumlarında yakılanlar, boşandığı eşi tarafından öldürülen, yüzlerine asit atılan, aynı kör bıçakla bağırta bağırta sünnet edilen, diri diri toprağa gömülerek taşla öldürülen kadınlar, gözaltında kaybedilenler, akıbetini bilmedikleri çocuklarının, eşlerinin kemiklerini arayan analar, kadınlar, toplu mezarlar , iş güvenliği sağlanmadığı için her gün onlarcası ölen işçiler, rant sömürüsüne tabi tutulan köylüler, çalışma hakkı elinden alınan işsizler ordusu, kimliksiz ve kisiliksizleştirilmeye çalışılan ezilen uluslar, inançları yüzünden kör bıçağın boğazına dayandığı ezilen inanç kesimleri …
Diğer cephede neler var; Emperyalistler, sömürücüler ve dünyanın ezilen halklarının alınteriyle birikmiş sermayeleri, dünyayı kana ve ateşe boğan silah sanayileri, kan emici uluslararası tekeller, sivilleri öldüren orduları işkence ve katliamlar yapsın diye eğitip donatılan paramiliter güçler, NATO’su var, Gladio’su var. Şeriatçı ve faşist örgütleri var,ellerinin altında tuttukları ırkçılık, ötekileştirme, ayrımcılık, kadın düşmanlığı, cinsiyetçilik,homofobi, doğa ve çevrenin, tarihi mirasın tahribatı var. Gelir adaletsizliğini derinleştiren bir paylaşım sistemi, bu adaletsizliğin büyümesini ve bu paylaşım rejimini şart koşan bir üretim biçimi var. Bir de ellerinde insanlığı uyutmak için kullandıkları manüplasyon silahları var.” diyerek
Sözlerini, komünizme olan inancından dolayı hayatının uzun yıllarını hapishanelerde geçirmiş, sürgünde, çok sevdiği ülkesinin çok uzaklarında hayata veda etmiş, Nazım Hikmet Ran’ın dizeleriyle bitirdi.
Ardından Deniz Pektaş, 28 sayfalık siyasi savunmasına ” Öncelikle bugün burada yargılanmak durumunda bulunan yoldaşları; bizimle birlikte Alman emperyalizmine ve faşist gerici TC işbirliğine, hukuksuzluğakarşı bizlerle beraber olan avukatları en içten dileklerimle selamlıyorum. Cezaevlerinde, mahkeme salonunda bizlere destek olan; mektuplarıyla,alkışlarıyla her zaman yanımızda bulunan, sesimize ses olan misafir yoldaşlara, arkadaşlara, canlara, dostlara selam olsun.” diyerek başladı.
” Öncelikle belirtmek isterim ki tutukluluk ve yargı süreci benim için öğretici olmuştur.
En azından Avrupa Demokrasisi’nin ve Almanya’da demokrasi söylemlerinin balon olduğuna, bir kez daha yaşayarak tanıklık ettim. Avrupa ve Almanya Demokrasisi, sermayenin çıkarlarına uygun dizayn edilmiş olup, Yüce “Kutsal Devlet’in” ezen ve sömüren bir avuç elit kesimin devleti olduğu, emekçi ve işçilerin üzerinde bir baskımekanizmasıdır. Dolaysıyla adalet, hukukun bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü söylemden öte bir şey ifade etmemektedir. Bu durumu beni şaşırtmasa da yaşararak bir kez daha tanıklık etmiş durumdayım.” diye devam ettiği savunmasında; TKP/ML ye yönelik “terör örgütü” suçlamalarını red edip, TKP/ML komünist partisidir diyerek;
” Evet İbrahim Kaypakkaya, Marksist-Leninist-Maoist bilimsel öğretisini benimsemiş,özümsemiş, yüce idealleri olan bir komünist. Bunu hiçbir zaman saklamamış, her fırsatta, her yerde açık ifade etmiştir. Kaypakkaya emperyalizme göbekten bağımlı yarı feodal, yarı sömürge durumu tasfiye ederek, onun faşist devlet yapısını al aşağı etmek, demokratik halk devrimini gerçekleştirmeyi amaçlamıştır. Bu yönlü çalışmalar yapmış, örgütlemeler yürütmüştür. Bu durum devrimci, sosyalist kamuoyuna ve Türkiye’de dost ve düşman herkese deklere edilmiştir. Bunun teminatıda kurucusu olduğu Türkiye Komünist Partisi / Marksist, Leninst (TKP/ML) dir.”