Gerçek adı Yılmaz Pütün olan 1 Nisan 1937 de Adana `da dünyaya gelen Yılmaz Güney, 1971 yılında Mahir Cayan`ı sakladığı gerekçesiyle 2 yıl hapse ve sürgüne mahkûm edildi, 1974’te cezaevinden çıktı. İki yıldan fazla cezaevinde kalan Yılmaz Güney aynı yıl Arkadaş filmini çekti. Yine aynı yıl Endişe adlı filmi çekerken Yumurtalik ilçesindeki bir gazinoda ilçe yargıcı Sefa Mutlu’yu öldürmekten tutuklandı ve 25 Ekim’de Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlayan yargılamaların sonucu 13 Temmuz 1976’da 19 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
9 Ekim 1981 tarihinde izinli olarak çıktığı Isparta Yarı Açık Cezaevinden yurtdışına firar etti. 5 Ocak 1983 yılında Türk vatandaşlığından çıkarılan Yılmaz Güney, Nâzım Hikmet’in Türk vatandaşlığından çıkarılmasıyla ilgili Bakanlar Kurulu kararının ortadan kaldırılması ile, 13 Nisan 1993’te Güney’in Türk vatandaşlığının kaybı kararı iptal edildi.
Son yıllarını Parist’te geçiren Güney, mide kanseri nedeniyle 9 Eylül 1984’te yaşamını yitirdi. Paris’te bulunan Pere Lachaise ( Komün ) Mezarlıği’na gömüldü.
“Sanatçının niteliğini pratiği belirler” derdi Yılmaz Güney. Zira sosyal pratikte sergilenen tavrı ne denli devrimci olursa, o sanatçının niteliği o denli devrimci olacaktır. Faşist Türkiye Cumhuriyeti’nin yoksul halkı iliğine kadar sömürdüğü zulüm dünyasında, tıpkı ezilen tüm emekçiler gibi, Yılmaz Güney de yoksulluğun mimarlarına duyduğu öfkeyle büyüdü. Asıl adı Yılmaz Pütün olan Yılmaz Güney, 1 Nisan 1937 tarihinde yoksul bir Kürt ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi.
Kendisine burjuvazi tarafından vaat edilen bütün nimetleri elinin tersi ile itmiş ve sistemle girdiği her siyasal, ideolojik çatışmada daha bir netleşerek çıkmıştır. Burjuvazi ondan korkuyordu, çünkü kendileri de çok iyi biliyorlardı ki, Yılmaz devrimcileştikçe onun beyaz perdesi, halka devletin gerçek yüzünü yansıtacaktı. Nitekim böyle de oldu. 1969’da ‘AÇ KURTLAR’ ve 1970’de ‘UMUT’ la başlayan sanattaki siyasal çatışma artık durdurulamayacaktı.
Faşist TC devleti Yılmaz’ı engellemek için bin bir türlü oyunlar düzenledi. O’nu zindan karanlığına atarak halktan ve sanatsal üretiminden koparacaklarını sandılar, ancak yanıldılar. Yılmaz Güney, sınıf mücadelesinin her alanda verilmesi gereken bir mücadele olduğunun bilincindeydi. Eğer cezaevleri bir sistemin aynasıysa, kitleler bu aynadan yansıyanları Yılmaz’ın beyaz perdesi şahsında görecekti artık. Bu yaklaşım tarzı Yılmaz’ın en kötü koşul olarak zindan sürecinde en verimli çalışmalarını oluşturmasını sağlamıştır. Örneğin 1983’te çevrilen Yılmaz’ın son filmi ‘DUVAR’, Ankara Kapalı cezaevinde yaşanan gerçek isyanı beyaz perdeye taşımıştır.Özellikle Yılmaz GÜNEY’in 1974’te ‘ARKADAŞ’, aynı yılda ‘ENDİŞE’ ve 1982’de ‘YOL’ filmlerinde işlediği tema, bir bütün olarak Türkiye gerçekliğini ifade etmekte ve onun siyasal şekillenişini de ortaya koymaktadır.
Devrimci sanatçı Yılmaz Güney “halkın sanatçısı, halkın savaşçısı olmalıdır” sözüne uygun yaşadı ve davrandı.